Bölüm 65: Yara

Önceki | İçindekiler| Sonraki Karakter Tab.

Keyifli okumalar.




Yan Xiaohan içinde sayılamayacak denli çok söz biriktirmişti, ancak sanki boğazına bir pamuk yumağı tıkanmış gibiydi. Kollarının kullandığı güç öylesine şiddetliydi ki, adeta kucağındaki adamın nefesini kesecekti. Ruhu kim bilir nereye uçmuş ve tüm bedeni uyuşmuştu, ancak uzun bir müddet sonra farkındalığını geri kazanmıştı. Fu Shen’in nazikçe sırtını sıvazladığını hissedebilmişti. 


Onun bir ritim tutmuş okşayıp sevmelerini hissediverince kalp atışları yavaşladı azar azar. Kalbinin derinliklerinden yükselen bir ses vardı ve duygularına uyarak, istemsizce dökmüştü içini.


“Çok özledim seni.”


O pamuk yumağı sonunda yerinden fırlamıştı. Sonunda boğazının kontrolünü almıştı lakin tınısı son derece pürüzlü olduğundan hala tam anlamıyla başarılı olamamıştı. “Jing’te ayrıldığımızdan bu yana, koca bir sene geçti…”


“Biliyorum.” Acı, Fu Shen'in tüm kalbine yayıldı, gözlerinin köşeleri yanıyordu ve bugün itibarını kaybedeceğine dair bir his vardı. “... Günleri saydım.”


“Sadece yarım yıl olmuştu biz evleneli…” Yan Xiaohan ses tonunu hafifçe rahatlatmış, güya kabustan mücadele ederek kurtulmuştu ve acıdan kaçmış, sarsılmaz bir korkuyu taşırken tedbirli davranmışçasına, sesinde güç kullanmaya cesaret edememişti. “Bu yıl çok uzundu. Hatta tüm ömrümden daha uzun sürdü. Başkenti geri alıp ülkeyi huzura kavuşturmanı bekleyemedim daha fazla, bu yüzden kendi başıma seni bulmaya geldim. İleride (senin) arabanın önündeki at gibi olacak olsam bile, Marki-”


O uzun, uykusuz gecelerde çektiği tüm acıları yutuyormuş gibi dişlerini sıktı, kesik kelamları arasında bir şeyi ilan etti. “Bir daha asla, yarım adım bile olsa ayrı durmayacağım senden.”


Adamın boyun kısmında sıkıştırılan Fu Shen kısık bir sesle gülmüştü ve tamamen yeniliklere açık bir şekilde ifade edivermişti. “Tamam. Benden bir cun olsun ayrılma, böylece sonradan savaşa gittiğim vakit, sadece önümde oturur ve muharebeyi izlersin. Ne dersin buna?”


“...”


Adama bir saniye bile efkar yapma izni veremez miydi?!


Ağzını açıp kelimeler söyleyebiliyorsa bu, heyecanının doruğa ulaştığı dönemin geride kaldığını ve zihni açık, normal bir insana döndüğünü gösteriyordu. Fu Shen biraz kıpırdanıp hareket edebilmiş ve diğerinin yüzüne bakmıştı, ardından uzanıp kirpiklerindeki su damlacıklarını silerken birden sırıtmıştı. “Uzun zamandır bana sarılıyorsun. Neden adımı söylemedin hiç?”


Yan Xiaohan apışıp kaldı.


Cesaret edemiyordu.


Ödü kopuyordu, önündeki her şeyin; gecenin bir yarısı gördüğü, bitmeyen seveceliğin, ardından konuşmak için ağzını açar açmaz anında irkilerek ayıldığı, geriye yalnızca ölüm sessizliğiyle dolu, yegane gölge ve soğuk çarşafların olduğu bir oda kalan sayısız rüya gibi olacağından.


Fu Shen hafifçe tebessüm etti. “Hm?”


Gözlerinin önündeki gerçek, sıcak ve canlıydı, onu hareket ettirebilen ve azarlayabilen sevgilisiydi. 


Yan Xiaohan gözlerini yumdu. Bir damla su kısa süre sonra kaşının ucundan aşağı kaydı, sesi tüm cesaretini uyandırmış gibiydi.


“Jingyuan.”


Fu Shen cevap verirken onun elini çekmiş akupuntur noktasına sertçe bastırmıştı. “Mn.”


Bu ses, elinin arkasındaki keskin bıçak acısıyla birlikte doğrudan Yan Xaiohan’ın başına vurmuş ve onu ayıltmıştı. O çimdikleme yüzünden titreyip hızla gözlerini kocaman açtı.


Rüya bitmişti.


Hala oradaydı.


Fu Shen kaygısız bir tarafmış gibi elini geri çekti, sanki herşey yolundaymış gibi konuştu. “İyi misin? Öyleyse hadi gidelim. Adamların hala karşı kıyıda mı? Gidip-”


Yan Xiaohan süratle onu yakaldı, sesini alçatttı. “Marki, astlarına biraz geri çekilmelerini emreder misin?”


“Hm? Hayrola?”


“Öpmek istiyorum seni. Hemen şimdi. Bekleyemem.”


“...Gözlerini aç da etrafına bir bak. Uygun kaçar mı bu?”


“Kendin söyledin, ne istersem vereceğini. Seni öpmek istiyorum işte.” Diye cevap verdi açık açık Yan Xiaohan. 


Az önceki kontrol edilemez duygu gösterisi zaten aşırıya kaçmıştı ve yanlarındaki askerlerin her biri, boyunlarını sekiz chi uzatamadıkları ve tavşan kulaklarını kaldıramadıkları için pişmanlık duyuyorlardı. Şu anda onu öpmesine izin verirse, Fu Shen’in itibarı dibe vuracaktı. İstemsiz olarak heybetini yarıya kadar azaltsa da, kuru kuru öksürmüştü. “Borcum olsun sana, borcum olsun. Mantıklı bir adamsın sen; yüz verilince astarını isteme.”


Bunu duyduğunda Yan Xiaohan'ın gözleri yukarı doğru kıvrıldı ve bir saniye içinde, sanki dünyadaki tüm bahar parlaklığı bu gülümsemede yeşerdi. Kalbi ve ruhu demir ve taş kadar sağlam olan Fu Shen bile biraz bocalamıştı. “Sen… neyse. Diğer tarafta kaç kişi var? Birliklere kim liderlik ediyor?”


“Yolu evvelden keşfe çıkmak için bir düzine kadar insan getirdim. Ordunun çoğu hala geride ve lideri General Zhao Xicheng.” Yan Xiaohan, en ufak bir tereddüt etmeden gizli meselelerini ona açık etmişti.


"General Zhao. Birlikte çalışması kolaydır.” Fu Shen ansızın bir şeyi fark etti. “Hm? Neden onlarla gittin o zaman?”


Yan Xiaohan burnuna dokundu. “Askeri konularda yetenekli değilim. Utanmadan İmparatora bunu yapması için yalvardım ve ardından Askeri Müfettiş diye bir pozisyon ortaya çıkardı.” Diye yanıtladı utanarak.


Fu Shen çok yüz vermeyerek güldü. “Başa gelen çekilir.”


çn. incilerin dökülür senin de azıcık yüz versen aq


Yan Xiaohan biçare, lakin içi giderek baktı ona. Fu Shen bir askere işaret etmiş, ona kendi isim tabletini vermişti. “Karşıya gidip bunu General Zhao’ya ver. Ona, Demir Süvarinin Süs Armudu'nda konuşlandığını ve onun adına Askeri Müfettişe boyun eğdirdiğimi, böylece hayatının birkaç gününü mutluluk içinde geçirebileceğini söyle.”


“Jingyuan...”


“Hey, seni duydum.” Fu Shen hiç çekintisi olmadan elini tutmuş, başını yana çevirip gözlerini kocaman açmış, dumura uğrayan askere konuşmuştu. “Vakti olunca General Zhao’yu buraya buyur edersin. O zaman Chang'an Şehri ile nasıl başa çıkacağımızı konuşuruz.”


O ve Yan Xiaohan, şimşek hızıyla Süs Armudu'na geri dönerken aynı atı paylaştılar. Kuzey Yan Ordusunun geçici olarak konuşlandığı özel konuta dönünce, Fu Shen bir kapıyı tekmeyle açmış ve Yan Xiaohan’ı içine iterek, arkasındaki korumalara emir vermişti. “Bir kova sıcak su getirin.”


Burası Fu Shen’in mekanıydı. Sadece bir ısıtmalı kang ve bir yıpranmış masa ile son derece basitti. Karıştırılmış bir kağıt yığını, fırçalar ve diğer şeyler üst üste binmişti. Köşede ahşap bir tekerlekli sandalye vardı.


Yan Xiaohan’ın dikkatini çekmişti bu. Gözbebekleri biraz küçüldü ama bir şey söylemedi. Fu Shen o anda içeri girdi, sonra kang’da bir kumaş parçası aradı. “Islak kıyafetlerini çıkar, soğuk alma. Şimdi geçici olarak benimkileri giyersin-”


Birdenbire arkasından kucaklanıverdiğinde bitiremişti sözünü. “Şimdi seni öpebilir miyim, Marki?” Dedi kulağına Yan Xiaohan somurtkan bir şekilde.


Fu Shen hünerlerini ve gücünü kullanarak onu etkili bir biçimde ters çevirmiş ve kang’a bastırmış, kötü bir niyetle çenesini kavramıştı. “Çok heveslisin bakıyorum?”


Odanın kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. Yu Qiaoting sabırsızca içeri dalmış, mutsuz ve gürültülü bir tavırla bağırmıştı. “General, nehirden bir dilber çıkardığını duydum da…”


Fu Shen: “...”


Pozisyonları oldukça uygunsuzdu, General Yu’nun iki gözünü birden kör ediyordu. Marki tarafından yatağa bastırılan ve buna hiç de sesini çıkarmayan “dilber”, gözlerini kıstı, bakışları bıçak gibiydi ve öldürme niyeti her tarafa yayıldı. Fu Shen sırtının alt kısmını biraz doğrulttu. “Az önce ne dedin sen, Qingheng?” Diye sorguladı alçak bir ses tonuyla. 


General Yu, dünyanın daha büyük işleyişini görmüş biri olarak anılmayı hak ediyordu ve ciddi bir çehreyle yanıt verdi. “General, nehirden bir eş çıkardığını duydum. Devam edin, bu önemsiz general şimdi ikiliyecek.”


çn: hadi ikile koçum


Dediği gibi, kuyruğunu bacakları arasına kıstırmış, sanki götü tutuşmuş gibi öyle bir fırlayıvermişti ki arkasında toz bulutu bırakmıştı.


çn: gerizekalı fsgbxfbnxdbnö


“Şu gerizekalı yok mu…” Fu Shen başını iki yana sallayıp alayla güldü. Aniden yakası sıkışmış, ve şimdiki zamana dönerken belini eğmekten başka seçeneği olmamıştı. “Ne oldu?”


Yan Xiaohan çileden çıkmış bir kirpi balığı gibiydi, öfkeyle tüyleri diken diken olmuştu. “Neden odaya girerken kapıyı çalmadı o?”


“...”


Yan Xiaohan ağzını haşince tıkamadan evvel, haksız yere suçlandığı iddia edecek zamanı olmamıştı. 


Nehir suyuyla ıslanan o dudaklar biraz soğuktu, ve çok yumuşaktı, ancak pek sürmeden gaddarlaşmış, birini yiyip bitirme konusunda haklı olmanın enerjisini taşıyordu. Fu Shen tekrar tekrar geri çekilmeye çalıştıysa da, belinin altı ve başının arkası bağışlama göstermez bir tavırla tutuldu. Yan Xiaohan'ın kulağının yanına dayadığı koluna nitekim bu garip pozisyondan kramp girmiş, bacakları titremişti. Yan Xiaohan'ın göğsünün üstüne düştü, sonuç olarak birleşen dudaklarını ve dişlerini ayırmaya zorladı, hemen takiben Yan Xiaohan onu kucakladı ve yatağa doğru yana döndü. Ters çevrilmişler, böylelikle aşağı baskı yapan taraf o olmuştu ve bir kez daha dudaklarını onunkilere bastırdı. 


Aşina bir nefes onu kuşatmış, Fu Shen öpüşmeden dolayı allak bullak olmuş, kendisi de soluk soluğa kalmıştı. “Sirke canavarısın sen…” Demişti boğuk bir sesle. 


Yan Xiaohan'ın boğazından kısık bir gülüş kaçmış, hemen arkasından enerjisine hakim olmuş ve hükmedici olmamaya karar vermişti. Sadece aşkla adamın dudaklarının üzerini gagalamıştı. Tam konuşmaya kalktığı sırada, aniden kapı tıklandı ve bir askerin sesi geldi. “General, sıcak su geldi!”


Fu Shen doğrulmuş, sudan çıkardığı sirke kavanozu yüzünden altı üstüne gelmiş yatağa bir bakış atmış ve onu tehditkarca dürtmüştü. Kendisi de kalkıp kapıyı açmış ve büyük su kovasını içeri almıştı. Yan Xiaohan uyum sağlayarak küçük bir tabure getirdi. Fu Shen suyun sıcaklığına bakmak için kollarını yukarı kıvırmıştı. “Pekala, gel yıkan. Ben kapıyı beklerim.”


Yan Xiaohan sessiz kalmıştı, kemerini çözdü ve ıslak giysilerini çıkararak omzundaki beyaz bandajın köşesini ortaya çıkardı. Fu Shen gözünün ucundan onu gördüğü gibi hemen adamı tutmak için uzanmıştı. “Nasıl oldu bu? Yara nerede?”


“Önemli bir şey değil. Dikkatli olmadım ve yüzeysel bir yara aldım sadece, muhtemelen çoktan kabuk bağlamıştır. Ordu hekimi bu küçük şeye büyük bir yaygara çıkarıp sarmam konusunda ısrar etti.”


Fu Shen hiç de rahatlamamıştı. “Dön arkanı, bir bakayım.”


Yan Xiaohan itaatkar bir şekilde sırtı ona dönük biçimde tabureye oturdu, üst bedeni çıplaktı ve vücudundan akan suyu silmek için nemli bir havlu kullandı. Fu Shen omzundaki bandajı titizlikle çıkarmış, keskin bir kılıç tarafından yatay olarak açılmış pürüzsüz cildi incelemişti. Üç cun’dan uzun, kızarmış kesik çoktan kapanmış olsa da, kabuğu çok inceydi ve her an tekrar açılabilir gibi görünüyordu.


Fu Shen her yerde sefere çıkmıştı; bundan çok daha vahim vaziyet ve yaralar almıştı. Başına böyle bir yara gelseydi muhtemelen kaşlarını bile çatmazdı ama Yan Xiaohan'ın omzundaki yarığa baktığında, kalbi çarptıkça içindeki gerilim büyüyordu.


Bir an sus pus kalmış, parmağının ucuna sardığı kuru bir keçeyle yarasının kenarına hafifçe dokunmuştu, henüz iltihabı geçmemişti. “Acıyor mu?”


Yan Xiaohan gülümsedi. "Öyle dersem, yiyecek şekerin var mı?"


Fu Shen belirsiz bir imayla ohlamış, ansızın başını eğmişti. Yan Xiaohan, kısa bir an için yaranın üzerinde yumuşak, sıcak bir dokunuşun durduğunu hissetti. Yeni, hassas et son derece duyarlıydı; o hissiz gıdıklama, kızgın yağ ve kuru yakacak oduna karşı cereyan eden bir alev gibiydi, hararetli bir arzu patlaması tüm bedenini yutmuştu. Her yerindeki kaslar ve kemiklerin ürpermesine ramak kalmıştı. Bir saniye içinde ses tonu inanılmaz biçimde boğuklaşmıştı. “Jingyuan… ne yapıyorsun?”


“Banyonu yap.” Fu Shen belini doğrultmuş, bir elini kaldırmış ve sanki hiçbir şey olmamış gibi çıkışarak onun çıplak sırtına hafifçe vurmuştu. “Yaralı halde nehre atlamaya yüreğin varmış demek. Sonradan kabarırsa çok ağlarsın.”


Yan Xiaohan usanmış bir edayla bezi kovaya fırlatmaya yeltenmiş, ancak Fu Shen elinden almıştı. Onu sıcak suda ıslattı, ardından yavaş yavaş adamın ensesini sildi. “Kıpırdama," diye emretti alçak sesle.


Şayet onu bulmaya gelmemiş olsaydı, Yan Xiaohan'ın Jiangnan'ın küçük Hanedanlığı'ndaki statüsü ve kimliği gereğince ön saflardaki angarya hiçbir şekilde onun sorumluluğunda olmayacaktı. Bu yara… onun için alınmıştı.


“Yüreğin mi sızlıyor?” Yan Xiaohan yavaş yavaş farkına vardı ki, eğer arkasında bir kuyruğu olsaydı şu anda muhtemelen gökyüzüne doğrulurdu. “Bu küçük kesik bir öpücükle değiştirilebilseydi eğer, o zaman..."


"Sahiden üsteleyecek misin o mevzuyu?"


“Yok yok üstemeleceğim.” Yan Xiaohan vücudunu yana çevirdi, ona sabitlediği gözlerinin içinde bir tebessüm vardı. "Bu naçiz kimse için endişelendiğini biliyorum Marki. Gelecekte kesinlikle daha ihtiyatlı olacağım.”


Fu Shen, bundan sonra ne olacağını tahmin ederek ona şüpheyle baktı.


Bittabii, Yan Xiaohan çabucak bileğini yakalamış, başını eğmiş ve elinin üzerini öpüp, gözlerini kaldırırken sıcak bir ses tonuyla konuşmuştu. “Ben de yüreğini sızlatmaktan nefret ediyorum.”




Bölümün sonu.


Oy verip yorum yapmayı unutmayın.


Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab.


Yorumlar