Bölüm 64: Kavuşmak

Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab.


Keyifli okumalar.




Yan Xiaohan, Leydi Xue’yi tez elden halletmeyi bitirdiği gibi, Changzi hemen arkasından havadisleri aldı. Müthiş bir şekilde delirmişti, sonra onu şiddetli bir biçimde azarlamaya niyet ederek birine adamı saraya çağırmasını emretti. 


O bir dış yetkili mahiyetindeyken, aslında İmparatorun burnunun dibinde onun gözde cariyesini öldürmüştü, hem de kadının babası onunla aynı Mahkemede memur arkadaşıyken. Ne taraftan bakılırsa bakılsın, bu defa Yan Xiaohan ateşle oynamıştı. Buna karşın hiç de oralı değildi ve istifini bozmadan saraya girmiş, “Majesteleri çok yaşa,” demiş ardından itaatkarca İmparatora eğilmişti. 


Karşısındakinin yüreği kavrılıyordu. Normalde ona aceleyle bir koltuk bahşetmesinin aksine, onu kasteden salonda kurumaya asmıştı*. “Yan Xiaohan, yetkisiz bir şekilde hareme giren ve bizim Cariyemizi ölüme zorlayan bir dış yetkili olarak, oldukça yürekliymişsin!” dedi buz gibi bir şekilde.


*Bu bir Çin deyimiymiş araştırdığıma göre, orijinali bozmamak için böyle bıraktım tam anlamıyla, “acıma yetime döner koyar götüne” veya “besle kargayı oysun gözünü”.


Yan Xioahan etkilenmeyerek diz çöktü. “Bu kulunuz günahkardır. Lütfen beni İmparatorluk Muhafızları Komutanı görevimden azledin ve bir sivile alçaltın, Majesteleri.”


“Sen…!” İmparatorun kalbi hopladı. İlk başta adamı azarlamayı, sanki hükümdarın gücünü umursamıyormuş gibi o kadar vicdansız olmamasını sağlamıyı ve ardından meseleyi nazikçe kenara bırakmayı planlamıştı. Gittikçe azıtmadan evvel küçük bir cezalanmadırma, bugüne kadar her şeyin üstesinden gelmek için kullandığı taktikle aynı şey. Buraya görevlerini bırakmak ve evine geri dönmek için gelmekte bu denli kararlı olacağını beklememişti. 


Yan Xiaohan, şu yahut bu hatayı yapmış olsa da, en dip noktadayken Changzhi’nin adına diğerlerinin karşısına çıkmak için olabilecek her şeyi yapan ve tek başına bu konuma yükselmesine yardım eden kişiydi. Hanedanlığın ilk inşa edildiği vakitlerde, gidip pek çok Eyalet Valilerinin bağlılığını kazanan da oydu. İmparatorluk Muhafızları Komutanı olarak atanmıştı, ancak uygulamada gerçek konumu, Büyük Şeref Salonunda “Dokuzuncu Büyük Yetkili” idi. İki tarafa da bel bağlamamış, her zaman Changzhi adına Jiangnan sonradan görmeleri ve eski Kuzey yetkileri arasındaki dengeyi yönetmiş ve böylece hanedanın sarsıntısız ve istikrarlı bir şekilde sürdürülmesine imkan sağlamıştı. Şimdi görevini terk edip eve geri dönmeyi isteyince, İmparator ilk başta vereceği tepkiyi hiç de yapmak istememişti.


Bir müddet öfkeye tutulan Changzhi, sonrasında ağırca soluk vermişti. “Kulumuz Yan, sen… Bu kadarı kafi,” dedi bıkkınca. “Görevini bırakmayı gündeme getirme bir daha. Gel, sana oturacak bir yer veriyoruz.”


Yan Xiaohan içinden onu alaya alırken dışarıdan hiçbir tepki göstermedi. 


Oğul, babası gibi değildi. 


Yuantai aşırı şekilde güçlüydü ve itaat etmesini sağladığı birkaç oğul ya serkeş ya da güçsüzdü. Veliaht Prens her fırsatta ucuz numaralar kullanmıştı, o aptal Jin Prensinsinden bahsetmeye gerek bile yoktu ve Changzhi’nin dışı sert ama içi yumuşaktı. Görünüşte zekiydi oysa gerçekte ödlekti, sebatsızdı, saftı, genelde karasızdı, yeniyi tercih edip eskiye güceniyordu*.


*Yine bir Çin deyimi: Yeniyi beğenip eskisinden nefret etmek (deyim); incir. yeni insanlara aşık (örneğin yeni kız arkadaş), eskisinden sıkılmış.


Böyle bir adam tam olarak, “yoksullukta yüz değiştirebilir, zenginlik nedeniyle yozlaşabilir ve kudret vasıtasıyla eğilip bükülebilir”* modeliydi. Önceden güçlü babası ve ağabeyleri tarafından kuşatılmıştı, böylelikle hayattaki kaderini bilen bir Prens rolünü sessiz, çabasız bir şekilde oynayabilirdi. Bir kez ağır yükü tek başına omuzlamak zorunda kalınca İmparator olarak omurgası hemen yumuşamıştı.


*Meysiyüs’ün bir soyluya dair sözünün bir varyasyonu: zenginlik yozlaştırmaz, yoksulluk değiştiremez, kudret eğilemez.


Bu mizaçtaki bir İmparatora sahip olmak, Mahkemede efendinin zayıf ve hizmetkarların güçlü olma eğilimi pratik olarak kaçınılmazdı. İşte bu nedenle Leydi Xue cariye olarak epey kayırılıyor olsa bile, Yan Xiaohan ona bir tomar beyaz ipek verebilirdi nitekim. Sonucu eyleme kalkışmadan çok evvelden tahmin etmişti: Changzhi Leydi Xue hatrı için İmparatoriçeyi hor görebildiğine göre, bittabii önemli memuru olan Yan Xiaohan hatrına da Leydi Xue’nin ölümünü nazikçe açıklayabilirdi. 


“İmparatoriçenin kimi dertler çektiğinin farkındayız.” Diye kalbinin derinliklerinden endişelenerek mırın kırın etti İmparator. “Lakin biz ona hiçbir şey de yapmadık. Sadece ev hapsi, ve istikbalde onu fevkalade rahat ettireceğiz. Fakat, sen doğruca Leydi Xue’yi kendine kıymaya zorladın. Önümüzdeki günlerde Kulumuz Xue bu hususu sorduğu vakit, nasıl cevaplamamızı istiyorsun?”


Eşinin hatrına kendi başını yakan horoz gagalı bir adam olan Yan Efendi, elbette İmparatorun muhakemesini idrak edememişti. Sadece “ev hapsi” demesi kolaydı. Sırf gözde bir cariye için İmparatoriçenin haysiyeti tüm zamanların en dip noktasına inmesine neden olmuştu. “Ona hiçbir şey yapmadık” dediği bu muydu? Ya gerçekte Leydi Xue’nin çocuğunun icabına İmparatoriçe bakmış olsaydı, o zaman da hiçbir şey yapmaz mıydı?


Yan Xiaohan taburesine otururken kendi kendine sessizce birkaç dize okumuş, kalbindeki ateşi yatıştırmış ve konuşurken mümkün olduğunca ılımlı olmaya çalışmıştı. “Majesteleri, siz muhterem olansınız. Yaşam yahut ölümü niçin verdiğinizi ya da aldığınızı açıklamanıza lüzum yoktur.”


İmparator bir an sessiz kalmış, tereddüt etmişti. “Lakin, Xue Sheng…”


“Majesteleri, Bay Xue neden kızını saraya göndermek istedi? Neden Leydi Xue’nin rastlantısal bir yıldız falı olduğunu insanların gizlice bilmesini sağladı? Jiangnan aristokrasisine olan büyük güveniniz yanlış değil ancak Bakan Xue, Hanedanı Jiangnan Hanedanı olarak değiştirmek istiyor. Yalnızca önünüze bakmamanız icap eder, Majesteleri. Büyük Zhou her yönden dağlar ve nehirler arasında oturmaktadır. Yegane toprağı Jiangnan değil.” Diye yanıtladı Yan Xiaohan derin bir sesle. "Orta Ovaları kalkındırmanız ve gelecekte başkenti geri almanız gerekli. Ne vakit ki ulusun insanlarının parlak umutlarını boşa çıkarmadız, işte o zaman dünyayı yahut atalarınızın salonunu utandırmazsınız.”


Beklendiği gibi, Changzhi’nin yüzü bocaladığını ifşa etmişti. Şu anda çoktan Yan Xiaohan’ın sınırlarını aşması suçunu unutmuş, adam düşüncelerini tamamıyla dağıtmıştı. “Kuzey seferine çıkmak istemiyoruz değil, ancak Hanedanın temelleri henüz sağlamlaştırılmadı. Birliklerde, erzaklarda, para kaynaklarında ihtiyacımız olan şey elde mevcut değil. Neyle sefere çıkabiliriz ki?”


“Bu büyük bir mesele değil. Şayet Mahkeme Orta Ovaları geri kazanmayı isterse Valiler destek niyetine kendi birliklerini göndereceklerine dair söz verdiler. Yine de, Hanedanın bu görevin altından kalkabilecek rütbede bir tümen oluşturması gerekli ve her konuda bir tek Valilere bel bağlanmamalı. Ayrıyeten…”


“Ayrıyeten ne?” Diye üsteledi İmparator.


Yan Xiaohan sesini alçaltmadan önce bir saniye durakladı. “Majesteleri, asker tutan bir Valinin kibri, kendi bölgesine çekilen bir vasal Prensin kibirinden pek farklı değildir. Eğer Orta Ovalar gerçekten bir gün alınacaksa, Hanedanın da çeşitli Valilerin gözünü korkutmaya vakıf bir ordusu olması gerekir.”


Bu konuya değinince, şaşırtıcı bir şekilde aklına Demir Süvariler… ve Komutanı gelmişti. 


İmparator bunu enine boyuna düşünmüş ve başını sallamıştı. “Söylediklerin makuldür. Bu düzenlemeler tez elden yapılmalı. Zaten aklında plan ve hazırlıklar var mı?”


Yan Xiaohan cevaben ayağa kalktı. İmparatorun anıları görünüşe göre onunkiyle bir olmuş, adam pişmanlıkla iç çekmişti. “Şayet elimizde Demir Süvari gibi elit bir şubeyi tutsaydık, Orta Ovalar için bir daha zinhar endişe duymazdık! Ne büyük utanç ki Jing Ning Markisi…”


Başını sallayarak vicdan azabı içindeki konuşmasını yarıda kesmişti. 


Saraya girdiğinden beri Yan Xiaohan’ın bıyık altından küçümserce gülüşü sekteye uğramamıştı ve nitekim bu noktada kendine hakim olmayıp şahsi fikrini eklemişti. “Eğer o burada olsaydı, çok daha gözü pek bir Leydi Xue dahi kesinlikle İmparatoriçeyi kışkırtmaya korkardı.”


Changzhi utanmış gibi görünüyordu. “Pekala,” dedi hoşnutsuca. “Dürüst olmak gerekirse, Kulumuz Yan ve Markinin arasının su sızmayacak kadar iyi olduğunu beklemiyorduk, öyle ki bu, İmparatoriçe adına mütemadiyen aracılık yapmana değer.”


Yan Xiaohan bunu bir müddet düşündü. Fu Shen ve kendi zatının her daim ters düşüyormuş gibi davranmayı sürdüremeyeceğini, dolayısıyla eninde sonunda bir çift olarak açıkça ortada olcakları günün geleceğini hissetti. İmparatora şimdi dürüst olmak, ilerde “hükümdarı dolandırma” ithamını almaktan çok daha iyiydi. 


Ellerini birleştirdi. “Umuyorum ki Majesteleri bu raporu mazur görür. Bu kul, Emekli İmparatorun evlilik yaptırımını kabul ederken ona dahilen başka bir gizli niyet bulundurmaktaydı.”


İmparatorun gerçekten merakı kabarmıştı. “Detaylandır.”


Yan Xiaohan suçu eski Veliaht Prense attı, ardından Yuantai’nin evlilik yaptırımı uygulamasıın gerçek nedenini biraz süsleyerek herşeyi en ince ayrıntısına kadar anlattı. Changzhi dinlerken kaptırmıştı kendini. “İmparator Babam aslında… böyle söyleyince, Marki ve sen işin aslı gerçekten evli bir çift değilsiniz ve sadece Kuzey Yan gücünü elde etmek içindi, lakin sen bu vakte kadar hep ona göz kulak oldun, öyle mi?” Diye sordu hayretle. 


“Majesteleri, Markinin bacak yaralarının tüm hayatı boyunca iyileşmesi zor olacaktır. Devamlı olarak birliklere önderlik etmesi mümkün değil, ancak Demir Süvari daima onun kontrolü altında oldu.” Diye ima etti Yan Xiaohan gözünü kırpmadan. “Ana İmparatoriçe onun yegane kız kardeşi. Eğer ona iyi muamelede bulunursanız, başka yollardan istifade etmenize gerek kalmayacak, zira Demir Süvari bittabii Mahkemeye muazzam bir yardımcı olacaktır.”


“Nihayetinde, Fu Shen ve senin aranda neler oluyor?” Diye sormayı esgeçmedi İmparator.


“...” Yan Xiaohan, daha kendi meselelerinin hakkından gelemeyen İmparatorun, onun aile hayatına bilhassa özenli olmasını beklememişti. Açıklamaktan başka şansı yoktu. “Majesteleri, bu kulunuz tabii olarak bir kesik kolludur, ve hayatında mirasçıya sahip olmayacak. Marki genç ve bir asker, ve ben onun elindeki ordu gücünü istiyordum. Bu süreçte onunla evli olmak, çıkar ilişkisinden ibaret değildi.”


Sevdaydı, lakin sevdaya ket vurulmuştu, ve güç sevdadan bile ağırdı. Buna karşın, o bölümü ortadan kaldırınca genel olarak hala sevdaydı.


Kendini tarif edişi neredeyse Changzhi’nin bir taklidiydi. Sempati duymuştu ve üstü kapalı vaadi “mirasçıları olmayacak” kelamını duyması üzerine nezaketinden memnun kalmıştı, vakur hali hafifçe dağıldı. Leydi Xue ile ilgili konuyu araştırmayacaktı bile, yüce gönüllü bir şekilde elini salladı. “Mesele değil. Çekilebilirsin, İyi Kul.”


Yan Xiaohan eğilmiş, kalbinde soğuk bir gülümseme barındırmaktan başka hiçbir şey yapmayarak gitmişti. 


Yan Xiaohan’ın sözlerini doğrularcasına, yeni haberler gelmesi çok uzun sürmedi. Gan Eyaletini zapteden Demir Süvariler Ning’e asker sevketmişti ve şanssız Ning isyancıları, bir kez daha Yeni Yıl şansı yakalayarak, sefer şeridinden tazece fırlayan vahşi Kuzey Yan kaplanları tarafından bir demir hurdaları diyarına süpürülmüşlerdi. Beş gün sonra, tüm Ning sınırlarına yeniden hakim olmuşlardı.


Aynı anda hem yeni Güney Hanedanına hem de tüm bölge valilerine savaş raporu gönderilmesinin yanı sıra, Kuzey Yan Komutanı ve Jing Ning Markisi Fu Shen’den el yazması bir mektup gelmişti. 


Sabah Mahkemesi esnasında Yan Xiaohan’ın elleri, geniş kol yenlerinin altında zangır zangır titriyordu, fakat ne kimse onun anormalliğini ırgalamış, ne de herhangi biri mektupta ne yazdığını merak etmişti. 


Her bir zat, fevkalade şok geçirerek aynı gerçeği sindirmişti: Fu Shen geri dönmüştü.


O el yazısının sadece kılıçvari vuruşlarına bakmak bile, ebediyen akıntıya karşı yüzen ve kaynayan, vahşi gelgiti tersine çeviren adam Fu Shen’i görebilmeleri sağlıyor gibiydi. Kıyamet gününün ardından, krala yardım bayrağı altına ilk giren, Ning'i ilk kurtaran ve tüm valilerden yabancı düşmanları derhal hep birlikte kovalayıp, ardından Orta Ovalar halkını refaha ulaştırmayı rica ederek her tarafa bildirim yapan oydu.


Ülkenin askeri güçlerinden sadece Demir Süvari, şu dört kelimeye çağrı yapmıştı: “Vatanı ve ülkeyi savunmak” 


Jiangnan Hanedanı halkın ortak bağlılığına göre yaşıyor olsa bile, böyle bir sebepten ötürü insanları toplayacak güce sahip görünmüyordu. Valiler, yarım aydan kısa bir süre içinde birbiri ardına yanıt vermişti. Huainan ve Xiang Eyaleti, peşpeşe adam sevkederek, Tatar-Jhe ordularını, Han nehrinin kuzeyinin gerisine püskürttü. Fu Shen’in dümenindeki Demir Süvari durdurulamaz bir güçtü ve Chang’an’ın batısındaki her Eyalet ve İlçe seri bir şekilde geri alındı.


Nisan ayında Jiangnan Mahkemesi, iki ayrı bölük olarak, ayrı rotalarda Kuzeye gitmek üzere asker gönderdi. Biri Huainian ordusuyla aynı safta birleşerek Xu Eyaletine hücum etmeye gitmiş, diğeri Xiang ve Kuzey Yan ordularıyla birlikte Chang’an’ı kuşatmaya gitmişti. 


16 Mayıs, Rooster’s Crow Dağının eteğinde, Süs Armudu.


Burada Tatar-Jhe ordusunun sadece küçük bir birliği vardı ve Kuzey Yan'ın onları temiz bir şekilde yok etmek için fazla çaba harcamasına gerek kalmamıştı. Süs Armudu kasabasının yakınında, Ziyang olarak bilinen ve doğuya doğru Han Nehri'ne akan büyük, çok derin bir nehir vardı. Fu Shen, etrafta pusuya yatmış mağlup düşman kalmadığını garantilemek amacıyla devriye gezen bir süvari bölüğüne liderlik etmekteydi. Uzaklara baktığı vakit, karşıdaki ormanın içinde dalgalanan bir zatın figürünü seçmişti, ve sanki nehir kıyısından at toynakları sesi geliyordu. Bunun üzerine küçük bir askeri başıyla işaret ederek yanına çağırdı. “Karşıyı keşfe çık. Kimin nesiymiş öğren.”


Tam da asker aldığı emri yerine getirmeye gidecekti ki, karşı taraf bekleyememiş olsa gerek, kişi peşinen atını mahmuzlayıp ormandan çıkıvermişti. Fu Shen gürültüyü duymuş ve başını çevirmişti. Tam yayına davranmaya girişecekti ki, karşı kıyıdaki zatla göz göze geliverince hazırlıksız yakalanmıştı. 


Zihninde bir uğultu peyda oldu.


Onun karşısındaki Yan Xiaohan oracıkta buz kesmiş, iri bir kütük parçasına dönüşmüştü. Farkında olmadan atının dizginlerine uzanmış ve onları şaklatıp, savaş atının uzun bir kişneme bırakıp az daha onu üstünden atmasına neden olmuştu. 


Ruhu benliğinden dışarı çekilmişti. Tıpkı uyurgezer misali, ağzı genişçe açık kalmış lakin hiçbir ses çıkmamıştı. 


Fu Shen ise tamamıyla mantığına güvenmişti. Bacakları atın karnını hafifçe sıkmış ve nehir kenarına yaklaşmıştı. Kim olduğundan emin olmak maksadıyla seslenmeye niyet etmişti ki, avare bir ruh misali Yan Xiaohan’ın atıyla kıyıya fırladığını ve suya birkaç adım kaldığını fark etmişti. Çok geçmeden at derinlikten ürkmüş, ileri gitmeye korkmuştu, böylece adam atın üstünden atlamış, üstündeki tüm ağırlığı etkili bir şekilde çıkarmış ve nehrin akıntısına karşı balıklama dalmıştı. 


Emin olmaya hacet kalmamıştı. Böylesine bir budalalık ailelerindeki belirli bir kişide mevcuttu ve muhtemelen dünyada bir ikizi bile olmayacaktı.


Fu Shen anında aklını kaçırmıştı. “Yan Meng’gui! Ölmeye mi çalışıyorsun?!”


Atından inmiş, kıyıya koşmuş ve yanındaki askerlere kükremişti. “Halat getirin buraya!”


Şükür ki şu anda yaz değildi o yüzden su seviyesi yüksek değildi. Yan Xiaohan kötü bir yüzücü değildi ve nehrin ortasına geldiğinde Fu Shen’in ona fırlattığı halatı kapmış, ardından diğeri onu çekerken kıyıya ulaşmıştı. Gücü tükenmiş, göğsü sürekli yükselip alçalıyordu. Bırak konuşmayı nefes almak bile zordu onun için, ancak sanki delirmiş gibi Fu Shen’e ölü gibi bakıyordu, gözleri büsbütün kan çanağına dönmüştü, öyle ki sanki kan ağlayacakmış gibi kırmızıydı.


Fu Shen daha hoşça şaşırmamıştı bile, diğeri onu korkuttuğu vakit. Daha önce hiçbir yerde ve hiçbir şekilde böyle pervasız bir karar alış görmemişti, küfürler çoktan boğazına kadar gelmişti. Tahminine karşın, zar zor hareket edebilmişti ve Yan Xiaohan sanki kaçabilirmiş gibi aniden üzerine çullanmış ve sırılsıklam benliğiyle sımsıkı bir biçimde kucaklamıştı onu. 


Gökyüzüne yükselen öfke ateşi bir anda güçsüz beyaz bir dumana dönüştü.


“...”


Fu Shen gözlerini sıkıca yummuştu, zihni laçkalaşmıştı. Uzun bir süre sonra, adamın hafifçe titreyen sırtına sarılmak için ellerinin kaldırmış, parmakları birbirine kenetlenmişti. 


Duymuştu ki, kendi sesi de titriyordu. 


“Gece gündüz bunu düşledim… bu defa, gerçek olmuş gibi geliyor.”




Bölümün sonu.


Oy verip yorum yapmayı unutmayın.



Önceki | İçindekiler| Sonraki Karakter Tab.

Yorumlar