Bölüm 63: Sürgün Sarayı

 Önceki | İçindekiler| Sonraki Karakter Tab.


Keyifli okumalar.




Yirmi yılı aşkın vakittir yaşıyordu ve ancak bugün öğrenmişti ki bu dünyada tek bir cümle, sadece birkaç kelime kişinin içini parçalamaya yeterdi.


Kaskatı kesilmiş, ödü patladığını düşünmüştü. Bu bana mı yazılmış?


Kutuplarda kalmış, adeta donarak ölmek üzere olan biri gibiydi ve tam da ümidini yitirmenin ucuna gelmişken ansızın bir ışık yandığını görmüştü. Bunun bir serap yahut bir kıvılcımın parıltısı olup olmadığı mühim değildi; ikisi de son hayat kurtarıcı örümcek ağından ipliğe tutunmakla eşdeğerdi. 


El yazısının asıl hali bulanıklaşmıştı, üstüne durulacak karakteristik bir ayrıntısı yoktu. Gel gelelim, hala bu dört kelimeye yılmaz bir biçimde dik dik, aşındırıcı bakışlar atıyordu sanki o beyaz ipekte bir delik yakacakmış gibi. Fu Shen yanında olsaydı, bu çılgın enerjisinin eskiden Kuangfeng Şehrinde yaşadığı yoksunluk semptomlarının tıpa tıp aynısı olduğunu fark edebilirdi muhtemelen.


Güz gecesi beyazı arzusu çoktandır dağılmıştı ancak yüreğinde büyüyen Fu Shen arzusu gün geçtikçe ağırlaşıyor gibi görünüyordu.


Dondurucu rüzgar kemiklerine akın etmiş ve zaman içinde, soğuk esintinin okşamasından dolayı coşkun ruh hali sükunete geri dönmüştü. Yan Xiaohan uzunca iç çekti, gergin omuzları ansızın gevşedi. Nitekim figürü sarsıldı ve eli ayağı boşanıp az daha yere yığılıyordu. Sabit durmak için aceleyle duvara dayandı, ancak o anda farkına varmıştı bu dondurucu günde aslında sırtından ter attığının.


İpeği dikkatlice katlayıp kıyafetine sakladı. O nesneden biraz güç ve ısı kazanmışçasına konutuna doğru yürüdü yavaş yavaş.


Bir göz açıp kapamaya Yeni Yıl gelip çattı. 


Geçen yıl yer yere yayılmış kaotik savaşlar, şu anki hükümetin bir hengame halinde olması ve milletin musibetlerle karşı karşıya olmasından mütevellit bu yıl saraydaki tüm kutlamalar ve törenler basitti. Changzhi İmparatoru Cennete dualar etmiş ve kurbanlar vermiş, sonrasında krallıkta genel af çıkararak Jiangnan’ı yıllık mahsul vergisinden muaf kılmıştı. 6 Ocak’ta, Naif Görünümlerden bir Metres olan Leydi Xue hamile kalmış; bu, yeni hanedan ve yılın ilk çocuğu, çok hayırlı bir haber olarak kabul edilmişti. İmparator havalara uçmuştu ve Leydi Xue’yi Erdemli Cariye olarak terfi ettirmiş, keza babasına, kardeşlerine ve ailesine cömert ödüller bağışlamıştı. 


Bu havadisleri işitince Yan Xiaohan pek rahat hissetmedi, böylece İmparatoriçenin yanında hizmet eden bir imparatorluk hadımını sorgulamak için özel olarak araştırdı. Şu anda kağıt üstünde İmparatorluk Muhafızları Komutanıydı ancak gerçekte İmparatorun kullanacağı kimse olmadığı için iç işleriyle ilgilenen görevlilerini denetleyecek yaşlı bir hadım yoktu ve dış işleri hala Yan Xiaohan’ın emirlerine göre yürütülüyordu. O, bir zamanlar hizmetkar, hizmetçi ve işçileri yöneten hemen hemen İmparatorun arka bahçesinin baş kahyasıydı. Bu konuda hoşnutsuz ve isteksizdi ancak elden bir şey gelmiyordu. 


Başkent işgal edildiğinde, Prensin Zevcesi Fu Ling, halen kundaktaki evladını almış ve Prensin Malikanesindeki kiralık muhafızları ile Ying Dükü Malikanesinin koruması altında Jiangnan’a kaçmış, oraya korksa bile zarar almamış şekilde ulaşmıştı. Changzhi’nin tahta çıkışının başlarında, İmparatoriçe olarak taç takmıştı o zamanlar. İlk başta evli çift birbirlerine fevkalade alakadar yaklaşıyordu, ama yeni Hanedanın kurulmasının başındayken İmparator Jiangnan’ın seçkinlerini kazanmak için usule uygun olarak birkaç varlıklı ailenin kızlarını yanına cariye kabul etmişti. Önceden ıssız olan harem hızla görünmez kılıçların savrulduğu bir savaş alanına dönmüştü. İmparatoriçe içten sert ama dışardan yumuşaktı ve biri için kavgaya tutuşmada uzman değildi. Birkaç sefer soğuk muameleyle karşılaştıktan sonra bir şekilde kraliyet çifti yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. 


Yan Xiaohan ilk başta haremdeki hırgüre ehemmiyet vermemişti lakin geçen yılın sonlarında, İmparatoriçeden doğmuş Gao Yang Prensesi ansızın kurdeşen ve yüksek ateşe tutuluverdi. Semptomlar ölümcül olma potansiyalindeydi ve az daha kurtarılamıyordu, bu neden ötürü İmparatoriçe ciddi şekilde hasta düşmüştü. Duyduktan sonra bunu aklına yazdı, sonra insanlara gizli bir soruşturma yaptırdı; İmparatoriçenin sarayından bir hizmetçinin daha sonradan başka bir cariyenin sarayına el atından malumat yolladığı keşfedildi. İşkence edilerek sorgulanan hizmetçi, bir keresinde sarayın dışından getirilen bir çaputla Prensesin elini sildiğini itiraf etmiş, ve sonrasında ifadesi imparatorluk denetimine tabi tutulmuştu. İmparatorun asil çehresi çileden çıkmıştı ama nihayetinde o cariyeyi nazikçe salıvermiş, sadece Sürgün Sarayına* gönderip işi oldu bittiye getirmişti.


*Gözden düşen kraliyet ailesi üyelerinin/harem kadınlarının sürüldüğü saray için kullanılan genel bir terim. 


İşte o andan itibaren Yan Xiaohan İmparatoriçenin saraydaki hayatının nasıl olduğunu anlamıştı. Ying Dükü Fu Tingyi de Jiangnan’a kaçmış olsa bile dünyevi şeylerle arasına daima mesafe koymuştu ve yalnızca hiç yoktan iyidir olarak kabul edilebilirdi. Fu Ling’in doğduğu ev yeterince güçlü değildi ve haremin yöneticisi olduğundan, bittabii tüm cariyelerin hevesli kışkırtmalarının hedefi haline gelmişti. 


O cariyenin görünürde hiçbir sebep olmaksızın kendini asması çok uzun sürmedi. Bunun ardından Yan Xiaohan her ay İmparatoriçenin halini soruşturmak için biraz zaman harcayacaktı. Ne bunu insanlardan özellikle saklamış, ne de diğerleri sorguladığında umuruna almıştı. Fu Shen ve o meşru bir aileydi, dolayısıyla adamın kız kardeşini desteklemesi gerçekten mantıklıydı.


Fu Ling’in haremdeki günlerinin, tek başına bu eylem sayesinde anında rahatladığını söylemeye lüzum yok.


Leydi Xue’nin babası, Büyük Şeref Salonundaki müzakerelere katılan dört Jiangnan Yüksek Akademisyeninden biriydi ve üstelik kadın cariyeler içinde en çok tercih edilendi. Sarayda henüz ana eşin bir oğlu yoktu ve Leydi Xue şu anda hamileydi; eğer kız çocuk olursa mesele yoktu lakin eğer en büyük oğul doğarsa, bu Yuantai Mahkemesinin eski yetkilileri için hiç de iyi bir haber olmayacaktı. Yan Xiaohan hadımı sorgulamış, adamın açıklamasına istinaden İmparatoriçenin sadece hoşnutsuz olduğunu ve sonrasında başka planları olmadığını dinlemiş, böylelikle Fu Ling adına işleri tomurcuk halindeyken kesme eğilimi de sönmüştü. Yaptığı yegane şey, hizmetkarlara biraz daha ihtiyatlı olmalarını, böylece insanların çevirdiği entrikalara karşı gözü açık olmalarını söylemekti.


Gel gör ki, dünyanın gidişatını tahmin etmek zordu nihayetinde. 12 Şubat Çiçek Festivalinde Sarayda aniden bir yaygara koptu. Söylenene göre Cariye Xue bahçede biriyle çarpışmış ve ne yazık ki düşük yapmış, çocuk kurtarılamamış. Onunla çarpışan kişi ise İmparatoriçenin sarayından bir temizlik hizmetçisiymiş. 


Yargılamasında tek bir kelime söylememiş, lakin İmparatoriçeye karşı dönmüş ve secde etmiş, hemen ardından başını salondaki bir sütuna vurmuş, olay yerinde ölmüştü.


İmparatoriçe nasıl konuşursa konuşsun kendini savunamamıştı. İmparator çileden çıkmıştı fakat her şeye karşın karı koca olarak karşılıklı duygularını önemsiyordu. Onu şiddetli bir cezaya tabi tutmamıştı, sadece bir aylığına ev hapsine koymuştu böylece zatı üzerine düşünmek maksadıyla kendini sarayına kapatacaktı. Altı harem sarayının işleri şimdilik Cariye Jing’e vekilen tahsis edilmişti. 


Cariye Jing hamurdan yapılma bir heykelcikti. Arka bahçede çok yükselmemişti ve ta en başından Leydi Xue’nin yardımına bel bağlıyordu. 


Changzi, birilerinin İmparatoriçeye suç atması ihtimalinin oldukça yüksek olduğunun farkında olmayabilirdi fakat sahiden hakikati bilmeye ihtiyacı yoktu. Leydi Xue’nin arkasında Jiangnan’ın elitleri -yeni Hanedanlığın göğünün yarısı- duruyordu ve hala o insanların kendisine kulluk edeceğine bel bağlıyordu. Öte yandan İmparatoriçeyi destekleyen Fu ailesi zaten boş bir kabuktu. İki tarafı karşılaştırdığı zaman, hangisinin güçlü hangisinin zayıf olduğu apaçık ortadaydı. Genel olarak şartların gerektirmesiyle, fedakarlıkta bulunarak sadece İmparatoriçeden vazgeçmeyi seçebilirdi. 


Halbuki, Mahkemede soyadı Fu olmayan bir “Fu” olduğunu unutmuştu.


14 Şubat İmparatoriçenin ev hapsinin ikinci gününde, hala sıhhatine kavuşmakta olan Cariye Xue, yatak odasından sürüklenmiş ve yaka paça Sürgün Sarayına getirilmişti. Avlunun bu tarafı bakımsız ve tenhaydı. Ağzına bir mendili tıkanmış, toplu saçları tiftik tiftik olmuş, feryat figan etmiş ve iki tane kuvvetli imparatorluk hadımınca boş bir odaya fırlatılmıştı. 


Burası Prensese zarar veren cariyenin bulunduğu yerdi ve öldükten sonra, hizmetçiler ve hadımlar içeri kolay kolay ayak basmaz, uğursuzluğundan kaçınır olmuşlardı. Birkaç aydır kimse temizlememişti burayı, örümcek ağları her yerdeydi ve avluyu yosun bağlamıştı. Cariye Xue buz gibi, pislik içindeki yere fırlatılmış, yeşim misali teni ve narin bedeni ansızın kir tabakasına sürtünmüştü. Ne acıklı bir görüntü.


Baba evindeyken adeta üzerine titredikleri, çok değerli bir Genç Hanımdı; daha önce ne zaman böylesine kötü bir muameleye maruz kalmıştı ki? Şu anda aman dilemenin hiçbir işe yaramayacağını bildiğinden korkmuş, dehşete düşmüştü ki ağlamaktan kendini alamıyordu.


Puslu görüşünde dışarıdan gelen ışığı kesecek bir zat dikildiğini seçmişti. Hafif lakin sabit adım sesleri uzaklardan geldi, sonra yaklaştı ve kısa bir müddet sonra bir çift siyah bot durdu gözlerinin önünde. Alçak, çekici bir erkek sesi duyuldu başının üzerinden. “Bu o mu?”


Onu yakalayan hadımlardan birinin suratı gaddar bir eşkiya gibiydi ancak ona karşı özellikle saygılıydı. “Size cevaben Efendim, bu Leydi Xue’nin ta kendisidir.”


Adam kısık bir onaylama sesi çıkarmış, sonra onun önüne gelmişti. Birisi evvelden adam için masa ve sandalyeleri temizlemişti; işlemeli, koyu kırmızı cübbesinin ucunu kaldırmış, bir imparatorluk ustası sandalyesi çekmiş ve onun önüne oturmuştu. Astına, “Kalkmasına yardım et, ağzındaki kumaşı da çıkar.” diye emir verdi. 


Mendil çıkarılmış, gözyaşlarından durmadan nefesi kesilmiş, acının ortasında zar zor ayağa kalkabilmişti. Önünde oturan şahsa iyice bakabildiği vakit, istemsizce duraksamış ve gözlerini dikmişti. 


Önceden gördüğü erkek sayısı iki elin parmağını geçmemişti ama her biri genç ve seçkin, görünüşleri sıradışı kimseler olmuştu. Gel gelelim, bu adam, küçüklüğünden bu yana gördüğü en çarpıcı şekilde yakışıklı kişiydi.


Görünüşü barışçıldı, gülümsemiyor olsa dahi, nazik, uysal bir ses tonuna sahipti. Leydi Xue’nin ona bakarken aklı başından gittiğini fark edince gözlerinin köşesi hafifçe kıvrılmıştı. “Benim kim olduğumu biliyor musunuz?” Diye sordu. 


Leydi Xue bir anda edebini yitirdiğini kavramış ve hızla başını eğmişti. “Ben… Ben bilmiyorum,” diye mırıldandı. 


“Bu yetkilinin soyadı Yan. İmparatorluk Muhafızlarını yönetme emriyle mükellefim. Babanız Bakan Xue ile bir nevi dostuluğumuz var.”


“Yan” ve “İmparatorluk Muhafızları”ndan oluşan üç kelime başından aşağı dökülen bir kova buzlu su gibiydi. Bir ürperti çabucak kalbinin içini sardı ve aklında yalnızca iki kelime kaldı: Ben bittim.


Geçen yıl beklenmedik bir şekilde Prensesin ölümün eşiğine gelmesini takiben, haremdeki cariyelerin çoğu kendilerini biraz yatıştırmıştı. İmparatoriçeye karşı biraz daha hürmet gösteriyorlardı - ona saygı duyduklarından değil, perde arkasında onu destekleyen, Prensesin hayatına kasteden cariyeyi de öldüren bir şahsın varlığından korktukları içindi. 


Cennetin Oğlu’nun yakın hizmetkarı ve güvenilir sırdaşı, İmparatorluk Muhafızlarının Komutanı, Büyük Şeref Salonunun bakanlarından biri: Yan Xiaohan.


Yuantai Mahkemesi esnasında Uçan Ejderha Muhafızı, korkusuzca gözü dönmüş bir şekilde saldırmıştı, tüm toplum tabakalarını tersyüz etme otoritesine sahipti ve namlarını duyduğu gibi insanların beti benzinin atmasına neden olmuştular. Bu adam onların patronuydu ve hareketlerinin tuhaf, yöntemlerinin vahşi olduğu ve kim bilir kaç tane sadık kula tuzak kursa da baştan sona azalmadan bilakis dik durduğu söylenirdi, hatta yeni Hanedanda Changzi için önemli bir kullanım olarak kalmıştı. 


Güzellikten geçirdiği şok dağılmış, yalnızca alarm kalmıştı geriye. Leydi Xue ondan kaçınmak için geriye doğru atıldı. “Ne yapacaksın?” Diye titredi. 


“Cariye Hanım,” diye aldırışsızca karşılık verdi. “Neyi neden yapacağıma dair hiçbir fikriniz yok mu?”


“Yok!” Sertmiş gibi gözdağı vermeye kalkarken, güç bela sahte bir sakinliğe, ağzı sıkılığa sahipti. “Bir dış yetkilinin bu yasak alanlara şahsen öylece dalması ölüme çarptırılacak bir suçtur. İmparatorun bana nasıl muamele etmeye cesaret ettiğini araştırmasından korkmaz mısın?”


“Bu yetkiliye yasak alanları muhafaza etmesi emredildi. Bittabi öylece arkama yaslanıp, siz vahşi, yürekleri zehir bağlamış kadınların kendi hükümdarını enayi yerine koymasını seyredemem. Dolayısıyla bu, benim görev alanıma ve sorumluluğuma düşen bir şeydir. Görünüşe bakılırsa beni duymuş olmanız lazım Hanımım, ve kim olduğumu bildiğinize göre, hem siz hem de babanız bu hususta hatasız olarak tutuklanacak.”


Leydi Xue’nin sesi şok içindeydi. “Sen… Ben İmparatorun Cariyesiyim, bana işkence etmeye vasfın yok… Onu görmek istiyorum!”


Sanki bir şaka duymuş gibiydi. “Size Hanım diye hitap ettim oysa, ama hala kendinizi biricik mi sanıyorsunuz?” Diye alay etti. 


Gülümsemesine rağmen gözlerini öldürme niyeti bürümüştü. “İmparatoriçeye iftira atmak, imparatorluk varisinin hayatına karşı kumpas yapmak; hala daha bugün bu Sarayın kapısından yürüyüp gideceğiniz kanısında mısınız?” Diye sordu buz gibi bir şekilde. 


“Sen İmparatoriçenin adamısın… niçin ona yardım ediyorsun?” Leydi Xue nihayetinden onun yüzünden gözyaşlarına boğulacak kadar korkmuş ve rastgele şeyler çığırmıştı. “Sana ne verdiyse, ben de verebilirim! Sen-”


“Soyadı Fu olduğu için,” diye Yan Xiaohan epey hafifçe onun lafını kesti. “Ona Çiçek Festivalinde iftira attınız, ki bu benim kendi yasağımı da ihlal ettiğiniz manasına geliyor. Bu ölümle dans etmektir.”


Çiçek Festivali mi? Bununla ne alakası vardı?


Leydi Xue öyle bir dumura uğramıştı ki suratı ifadesizdi. Onun yanında aylak aylak bekleyen imparatorluk hadımlarından biri Kuzeyden gelmişti ve “Çiçek Festivali”nin aklına getirdiği düşünce vasıtasıyla tezce kavrayıverdi: Vay be, bu tam da geçen yılki Efendi ve Jing Ning Markisinin evlendiği gün değil mi?


Şu anda Marki Fu’nun nerede olduğu meçhuldü ve İmparatoriçe tek kandaşı, kız kardeşiydi. Yan Efendinin böylesine sinirlenmesine şaşmamak lazım. Leydi Xue cidden bahtsızca onun ellerine düşmüştü. 


Yan Xiaohan’ın Jiangnan’a varmasının ardından, insanları Batı Cennetine* göndermek için yapacak daha az iş vardı, ancak göreve atanması durumunda gittikçe daha nahoş ve kötü niyetli görünmüştü. Bu tür bir dışavurum hiçbir işe yaramazdı gerçekten; sadece yarasına basılmıştı ve kendi acısını suçlulardan kesinlikle çıkaracaktı. 


*Sukhavati, Mahayana Budizminde saf bir Amitābha ülkesidir. Aynı zamanda Mutluluk Ülkesi veya Batı Saf Toprakları olarak da adlandırılır ve Saf Toprak Budizminin Doğu Asya'daki popülaritesi nedeniyle Budist saf topraklarının en tanınmışıdır. Kısaca, kocasının hasreti yüzünden gittikçe sinir küpü olurken millete de gün yüzü göstermiyomuş. 


Bir hadımağa ona iki eliyle beyaz bir ipek parçası uzattı. “Müsaadenizle, Hanımım.” Diye belirtti yumuşak bir sesle. 


Göz çukurları yarılmak istercesine, buna inanmaya cesaret edemeyerek Yan Xiaohan’a baktı. Öyle olsa da adam ona bakmadı ve kim bilir neye dalıp gitmiş bir vaziyette pencerenin dışındaki bir grup beyaz çiçeğe baktı. 


Onun feleği şaştığını ve hareket etmediğini görünce hadımağa kasten müphem bir üslupla konuştu. “Eğer kendiniz yapmamakta kararlıysanız Hanımım, o zaman bu köle sizin adınıza sizi yolculuğunuza zorlayacaktır.”


Yan Xiaohan o anda başını çevirdi, sesi ilgisizdi. “Sizin iyi bir geçmişiniz olduğunu, gençliğinizden bu yana hararetle kitap okuduğunuzu ve dans edip şarkı söyleyebildiğinizi işittim. Bir çehre okuyanın iddiasına göre, değerli bir yıldız falına sahipmişsiniz ve iyi bir koca bulacakmışsınız.” Böyle söyleyince kendini tutamayıp iğneleyici bir tutumla sırıtırken burnundan soğuk bir nefes verdi. “Jinling Şehrinin her yanında bu söylentiler geziyor. Belki siz de onlara inandınız Hanımım, ve kendinizi sıradaki Wei Zifu* kefesine koydunuz. Bu ipek parçası zaten yeterince yüz veriyor size.”


*Ölümünden sonra Filial Wu'nun İmparatoriçesi Si veya Wei Si Hou olarak bilinen Wei Zifu, antik Çin'in Han hanedanlığı döneminde bir imparatoriçe eşiydi. 49 yıl boyunca ünlü İmparator Wu ve eşinin ikinci eşiydi. Çin tarihindeki en uzun ikinci yıl olan 38 yıl onun imparatoriçesi olarak kaldı.


Sandalyenin kolçaklarından tutunarak ayağa kalkmış, ona tepeden bakan bakışlarını sabitlemişti. “Biraz kendinizin farkına varmanız sizin yararınıza olur Hanımım. Doğruyu yanlışı seçemiyorsanız şayet, bu yetkili sizi sıradaki Qi Hanım haline getirecek.” dedi ürkütücü bir tavırla. 


Bir anda, Leydi Xue zehirli bir yılanın kendisine dik dik baktığını hissetmişti, nitekim tüyleri diken diken oldu. Yüzeysel olarak edebiyat bilgisi vardı ve tarih kitapları çalışmıştı; anında adamın niyetini kavrayıvermişti. Bu felaketten kurtulmanın imkansız olduğunu ve şüphesiz suretle öleceğini gayet biliyordu. 


Han’ın Gaozu’sunun* en sevdiği cariye Qi Hanım idi ve Liu Ruyi’yi doğurmuştu. Çocuk kutsal bir lütuf almış ve birçok durumda Veliaht Prens Liu Ying’i gölgede bırakmıştı. Gaozu’nun ölümü üzerine, Liu Ruyi İmparatoriçe Lü tarafından saraya çağırılmış ve sonrasında zehirlenerek suikaste uğramıştı. Sonrasında İmparatoriçe, annesinin de bacaklarını kestirmiş, gözlerini oydurmuş ve kulaklarını kestirmişti, ardından zehir içerek dilsizleştirilmiş ve sonra “insan domuz” olarak yaftalanarak zorla tuvalete kapatılmıştı**. 


*İmparator Gaozu veya asıl adıyla Liu Bang, Çin'in Han Hanedanı'nın kurucusu ve ilk imparatorudur. Saltanatı MÖ 202'den MÖ 195 yılında ölümüne kadar sürmüştür. Gaozu, Çin tarihinde mütevazı köylü sınıfı kökenli az sayıdaki hanedan kurucularından biridir.

**Bu gerçek bir hikayedir. Mete Han’ın Çin'i küçük gördüğü ve evlilik teklif ettiği İmparatoriçedir kendisi. Bölümün sonuna eklicem^^ 


Erdemli Cariye ve İmparatoriçe arasında sadece harem kavgası değil, aynı zamanda gelecekteki varisin belirlenişi kavgası, keza eski Kuzey yetkilileri ve Jiangnan sonradan görmeleri arasında kılıçların sakince çekilmesi vardı. 


Yan Xiaohan kollarını savurup gitmişti. 


Changzhi’nin ilk yılında 14 Şubatta, Cariye Xue düşük sonrası cinnet geçirdi, akli dengesi bozuldu ve kendini Sürgün Sarayında astı. 


Tam da o gece, gökteki yıldızlar kar gibi dağıldı. Ebedi Güz Sarayı acilen bir imparatorluk hekimini muayeneye çağırdı ve koyduğu teşhise istinaden, İmparatoriçe Leydi Fu hamileydi. Toplumun herhangi bir düzeyinde bunun iyi bir alâmet olduğuna inanmayan kimse yoktu.




Bölümün sonu.


Oy verip yorum yapmayı unutmayın.


İmparatoriçe Lü: Lü Zhi (Çince: 呂雉; pinyin: Lǚ Zhì; MÖ 241-18 Ağustos MÖ 180) veya İmparatoriçe Gao (汉高后; Hàn Gāo Hòu), Çin'in Han Hanedanı'nın imparatoriçesi.[1] Saltanatı MÖ 195'ten MÖ 180 yılında ölümüne kadar sürmüştür.

Lü Zhi, Han Hanedanı'nın kurucu İmparator Gaozu'nun imparatoriçe eşiydi. Liu Ying ve Prenses Yuan olma üzere iki çocuğu bulunmaktaydı. Li Zhi, Çin imparatoriçesi unvanını ve olağanüstü gücü üstlenen ilk kadındı. Gaozu'nun ölümünden sonra, İmparator Hui ve halefleri İmparator Qianshao ve İmparator Houshao'nun kısa saltanatları sırasında imparator naibi olarak onurlandırıldı.

Eşi İmparator Gaozu ve onun kurulu hanedanının yükselişinde ve kuruluşunda ve Gaozu tarafından belirlenen bazı kanun ve geleneklerde rol oynadı. Lü Zhi, başkentten kocasının yokluğunda bile, Gaozu'nun iktidara yükselişinde önemli rol oynayan iki önde gelen generali, Han Xin ve Peng Yue'yi aristokrasiye ve diğer generallere bir ders olarak öldürdü. MÖ 195 yılında Gaozu'nun ölümüyle Lü, merhum imparatorun dul eşi ve yeni imparatorun annesi olarak oğlunun yönetiminde liderlik rolü üstlendi. İmparator Hui'nin MÖ 194'te tahta çıkmasından bir yıldan kısa bir süre sonra, Lü, derinden nefret ettiği Cariye Qi'yi acımasız bir şekilde ölüme mahkum etti. Ayrıca Cariye Qi'nin oğlu Liu Ruyi'yi zehirleyerek öldürttü. İmparator Hui, annesinin zulmü karşısında şok oldu ve bir yıl boyunca hastalandı ve bundan sonra artık devlet işlerine karışmadı ve annesine daha fazla güç verdi. Sonuç olarak İmparatoriçe Lü sarayı yönetti, hükûmeti dinledi, imparator adına konuştu ve her şeyi yaptı. 22 yaşındaki oğlu İmparator Hui'nin zamansız ölümüyle sırasıyla iki bebek oğlu İmparator Qianshao ve İmparator Houshao'yu ilan ederek her zamankinden daha fazla güç kazandı. Bu iki genç imparatorun tarihte imparator olarak hiçbir meşruiyeti yoktu ve bu 8 yıllık dönemin tarihi İmparatoriçe Lü'nün saltanatı olarak kabul edilir ve tanınır. Lü, MÖ 180'deki ölümüne kadar 15 yıl boyunca siyaset sahnesine egemen oldu ve aslında Han Hanedanı'nın İmparatoriçesi olarak hüküm sürdü. Genellikle Çin'i yöneten ilk kadın olarak tasvir edilmekte olup Fu Hao, Yi Jiang, Nanzi ve Xuan'dan önce dört kadının politik olarak aktif olduğu belirtilirken, Lü birleşik Çin'i yöneten belki de ilk kadındı. Kynk. https://tr.wikipedia.org/wiki/L%C3%BC_Zhi


Mete Han ile ilişkisi.


İmparator Gaozu 漢高祖 (Gerçek adı 劉邦 Liú Bāng), aslen soylu bir aileden gelmemiş, sıradan biri olarak doğmuştur. (庶民 shùmín: halk, sıradan insanlar) Qin Hanedanlığına hizmet etmiştir. 呂后 İmparatoriçe Lü ile (O zamanki adıyla 娥姁 Éxǔ) evlenmişlerdir. Qin hanedanlığının yıkılışı ardından Han hanedanlığını kurmuştur. Qin sonrası oldukça kötü bir durumda olan Han hanedanlığını olası tehditlerden korumak adına güçlenmekte olan Xiongnularla Héqīn 和親 politikasını uygulamaya geçirmiştir. (Evlilik yoluyla ittifak, kan bağı kurma) Gaozu’nun ölümü ardından dul kalan İmparatoriçe, 皇太后 Huángtàihòu (dul kraliçe) olarak anılmaya başlamıştır. Bunun ardından İmparatoriçe saraydaki siyasi gücünü sağlamlaştırmak için ilgisini sarayın iç işlerine vermiştir. Bu durumun doğal bir sonucu olarak da hanedanlığı saraya hapsetmiş ve dış politika ile ilgilenmemiştir. Bunun en güzel örneği, Hun (匈奴 Xiōngnú) lideri Mete Han (冒頓單于 Màodùn Chányú) liderliğinde güçlenen ve devlet olarak teşkilatlanan Hunların Çinlilere karşı tehdit oluşturmaya başlamasıdır. Han tarihi kayıtlarında (漢書 Hàn shū, bölüm 94) geçen Mete Han’ın İmparatoriçe Lü’ye yazmış olduğu mektup Çin-Hun ilişkilerinde gelinen noktayı özetlemektedir. Mete Han, kendisini o kadar güçlü görmeye başlamıştır ki İmparatoriçe Lü’ye evlenme teklifinde bulunmuştur. İmparatoriçe ise mektuptaki teklifi mütevazi bir şekilde reddetmiştir.

Mektuptaki metin ve çevirileri şu şekildedir:

[Han shu, 94. Bölüm]

Çevirileri:


Mete Han’ın mektubu:

“Ben bataklıkların ortasında doğmuş, sığırlar ve atların diyarında, vahşi bozkırlarda büyümüş, yalnız dul bir hükümdarım… Majesteleri (siz) aynı zamanda yalnız yaşayan dul bir hükümdarsınız. İkimiz de mutlu değiliz; zevk alabilecek hiçbir şey kalmadı. (Dolayısı ile) bende olup sizde olmayanı vermek istiyorum.”


(Atama bak bee taşaktan yürüyemiyo gel seni(Çin’le birlikte) karım yapayım diyo resmen)


İmparatoriçe’nin cevabı:

“Yaşım ilerledi ve yaşama gücüm azalıyor. Hem saçlarım hem de dişlerim dökülüyor, sabit bir şekilde yürüyemiyorum bile… Ona [Maotun’a] layık değilim. Ama ülkem yanlış bir şey yapmadı ve umarım [Maotun] bunu bağışlar” kynk. https://bilimdili.com/arkeotarih/mete-hanin-imparatorice-luye-mektubu/

 

 Önceki | İçindekiler| Sonraki Karakter Tab.


Yorumlar