Bölüm 57: Hasret

Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab

Keyifli okumalar.


-------------


Kuzey Jing’ten Kui Eyaletine giden resmi yolda, zayıf bir at sallana sallana ağırca yürüdü. Sırtında taşıdığı, kafasında onu güneşten koruyan konik şapkalı bir adam; gevrek, aromatik, lezzetli susamlı kurabiyeleri ağzına atarken manzarayı sıkılmışça seyrediyordu.


Çok geçmeden kurabiye torbasının dibi göründü. Bel çantasından bir matara çıkardı, birkaç büyük yudum aldıktan sonra tiksintiyle tısladı. “Kahretsin ne kadar tuzlu böyle.”


O Fu Shen’di.


Birkaç gün evvel o ve Yan Xiaoan Jing Şehri dışında yollarını ayırmıştı, ancak iki li uzaklaştıktan sonra, dinlenme kışlasının giriş kapısında sadece birine sataşmak için mahsus adımlarını geri çekmişti. Osmanthus şekerini satın aldığında, yanındaki susamlı kurabiyeleri de görüvermiş ve böylece yolculuk için atıştırmalık olması niyetiyle onlardan da bir torba almıştı.


Şimdi düşününce, ağzına hiç de tatlı gelmemişti. Aylarını bir parça dahi şeker yemeyi aramadan geçirmişti ve kurabiyeleri almasının yegane sebebi o anda şekerlerin tatlı kokusunun aklını bulandırmış olmasıydı.


Jing’ten Kui bölgesinin güneybatı ortalarına gitmek pek de uzun sürmezdi ve hızlı sürülürse atla yalnızca üç gün civarı zaman alırdı. Lakin Fu Shen’in varması altı günü bulmuştu. Yıllarca hiçbir kaygı gütmeden acelesizce dünyayı dolaşmamıştı. Hala genç olduğundan, hayatının küçük bir bölümünde bir ağaca sürgün edilmiş ördek gibiydi; sonsuz meşguliyet, bağırış çağırışlar arasında savaşmak ve öldürmek. Narin bir eş, güzel cariyeler, yüksek mevki yahut bol bol maaş sahibi olmak hakkında bir şey söylemeye gerek bile yoktu; yılda birkaç kez eve dönmemişti bile.


Jing eyaletini ziyaret etmek onu ve Yan Xiaohan’ın bir hayli değiştirmişti. Belki de bir başkasına karşı güdülen güven, keza aidiyet duygusunu sonunda bulmuştu ve bu ebedi fani sarmalda yalnız başına yürümediğini anlamıştı. 


Bazenleri, yol kenarındaki köylerin bar ve çay evlerinin içinde; Jing hakkındaki haberleri, Irmaklı Tepe soruşturmasının akıbetini ve yetkililerin nasıl gölden bir sürü beden bulmak için insanları gönderdiğini duyardı. Bazıları derdi ki; içinde ne balık ne böcek yaşamaz, sadece cesetlerin besinlerinden delicesine büyümüş, ölü kemiklerin etrafını sıkıca sarmış ve görünürde hiçbir güneş ışığı olmayan bir ceset ormanı gibi suda sallanan bir çeşit su bitkisi varmış.


Kimisi de derki ki; başkentten bir kraliyet konvoyu gelmiş, yolculukları esnasında şiddetli bir yağmura tutulmuşlar ve böylece geceyi ölümsüz tilki tapınağında geçirmişler. Birden bire, küçük bir tilki rüyalarına girmiş, insan lisanını konuşmuş ve onlara bir insafsızlığın masalını anlatmış. Kafile uyandıktan sonra büyük bir mistiklik duygusu hissetmiş, ardından tilkinin söylediklerine uyarak Irmaklı Tepe'yi aramaya giderek, büyük bir suçu açığa çıkarmışlar. 


Fu Shen kendi kendine gülüp, düşünmüştü. Tilkinin söyledikleri bir avuç saçmalık değil mi?


ÇN: Çevrilemez kelime oyunu; 狐狸说 (húlishuō, tilki konuşması),  胡说 (húshuō, boş konuşmak) ile oynandı. 


Jing Şehrindeki Bay Masalcılardan biri muhtemelen göl kenarındaki tapınağa denk gelmiş, alakasız bir çağrışım yapmış ve sonra hepsini gelişigüzel uydurmuştu. 


Anımsamadan edemeyen “Bay Masalcı” Yan Xiaohan başını yana çevirdi ve hapşurdu. Fırçasının ucu sarsıldı, kar beyazı gevşek sayfanın üzerine bir mürekkep lekesi bıraktı, yarısı yazılmış manifestosu şimdi tamamen mahvolmuştu.


İmparatorluk bildirgesini bir yana fırlattı, sonra yeni bir sayfayla değiştirdi. Jing’in Sulh Hakimi hızlı davranmıştı ve dava aşağı yukarı altı gün içinde karara bağlanmıştı. Sözlü beyanlar, deliller ve bunun gibi şeyler dosyalanacak, ardından yargılanmak üzere Adalet Bakanlığına tebliğ edilecekti. Yaklaşık iki gün sonra başkente varacaktı. Manifestoda Fu Shen ile ilgili kısmı gizlemişti, yalnızca tapınağa az daha yıldırım çarpacak olduğundan ve böylece şans eseri Irmaklı Tepe'ye girdiklerinden bahsetti. Yan Xiaohan tapınağın folklorunu duymuştu ve bir tür ruhun onlara rehberlik ettiğinden şüphelenmişti, dolayısıyla Qi Prensini uğurladıktan sonra keşfe çıkmak için Irmaklı Tepe'ye geri dönmüştü. Güz gecesi beyazına bulaşmış olsa da, hala kaçıp başka bir gün daha yaşayacak kadar talihliydi. Sözün özü, gerçeği başarılı bir şekilde öğrenebilmeleri ve o şeytani, entrikacı katilleri infaz edebilmeleri tamamıyla cennetin kutsaması sayesinde vuku bulmuştu.


Bay Yan saçma sapan yazısını düz bir suratla bitirdi, sonra manifestoyu başkente götürmesi için bir astına emir verdi. Qi Prensi de nerede olduğu hakkında kendi bildirgesini sunmalıydı, ancak Kraliyet Müfettiş Temsilcisinin meseleleri İmparatora doğrudan nakletme yetkisi olduğu için, ikisi aynı yolları kullanmadı ve Yan Xiaohan onun ardından daha fazla soruşturma yapmayacaktı. Pencerenin önüne yürüdü, dışarıdaki alabildiğine gölgeli ağaçlara baktı ve yavaşça uzun bir iç geçirdi. Ellerinin tekrar titrediğini hissetmiş, keseden bir şeker çıkarmış ve dilinin ucuna bastırmıştı.


Osmanthus'un tatlı kokusu etrafa yayıldı. Bu muhtemelen yoksunluğun bir tesiriydi, ancak daha önce hiçbir zaman birini bu denli özlememişti, öyle ki hasreti yüreğini sızlatıyordu.


Yalnızca altı gün ayrı kalmışlardı.


Fu Shen’in olağanüstü öngörüsü yeniden kendini göstermişti. Yan Xiaohan'nın arzuları henüz tam olarak durulmamıştı. Ciddi değillerdi fakat Fu Shen gidince güvenecek hiçbir şeyi kalmamıştı ve alevlenmeleri ne zaman nüksetse üstesinden gelmesi zor bir hal almıştı. 


Şükür ki, onun için geride bırakılan osmanthus şekeri torbası dikkate değer bir nebze rahatlık sağlıyordu. Yoksunluğa karşı korunmak için şeker kullanma huyu edinmişti, ancak gerçek maddeyi yiyen ve tadının nasıl olduğunu bilen vücuda sahip biri için, azgın bir ateşe bir kap su atmaktan farksızdı. Akli ve bedeni acının birleşmesiyle, güneybatıya koşturma şansı yakalamak için Qi Prensini öylece boş verebilmeyi diledi. 


Tek umudu, burada, Jing’teki davanın çabucak hallolması ve başkente geri döndüğü zaman onu güneybatıda yolculuğa gönderecek bir görev bulabilmesiydi.


Müthiş bir fikir, ancak acı gerçekler ona dedi ki: Aynen öyle.


İki gün geçmemişti ki, başkentten özel bir ulak, bir imparatorluk fermanı iletmek için Jin’e koştu. İlk olarak il ve ilçe sulh hakimleri ve oradaki birçok yetkili siyah şapkalarını çıkaracak ve cezaları için bekleyeceklerdi. Ardından, Irmaklı Tepe'deki birkaç suçluya silahlı korumalar altında başkente teslim edilmeleri emredildi. Son olarak da, Yan Xiaohan ve Qi Prensi için özel bir kararname daha vardı. 


Beyaz çiğ mart ayından beri defalarca kez ortaya çıktı, berbat trajedilere sebep verdi: Evvela başkentte, ardından Jing’te. Yan Xiaohan, Altın Karga Muhafızı davası kadar çabuk bir şekilde, gelecekteki felaketleri önlemek için raporlarında İmparatordan beyaz çiğ araştırması hususunda derhal her bölgede sıkıyönetim yürütmesini talep etmişti. Gel gelelim kabağın başına patlayacağını tahmin etmemişti. 


Yuantai’nin hastalığı, güz gecesi beyazı bolluğunun çoktan Jingchu’nun mahsul vergisini etkileyecek dereceye ulaştığı gerçeğini anlamasını engelliyordu. Jinchu’nun doğusunda Huguang ve iki Jiang ilçesi vardı; krallığın mahsul limanları ve zengin, önemli toprakları. Böyle izlenmeden bırakılmaya devam ederse, bu kötü entrikalardan kaçmakta güçlük çekeceklerinden korkuyordu. Bundan dolayı ikisi görevlerini bitirdikten sonra, başkente geri dönmemelerini emreden başka bir ferman çıkardı. Onun yerine Yantze Nehri boyunca doğuya gidecekler, Jingnan bölgesinde devriye gezecekler ve güz gecesi beyazının olası tehlikelerinin bertaraf edildiğinden emin olacaklardı; kriz anında bastırıcı güç kullanmalarına izin verildi ve önce hareket etmeli, sonra rapor etmeliydiler.


Nereden geldiği belli olmayan ve havada parlayan bir yıldırım gibi, gürültüyle aşağı çarpmış, Bay Yan’ın hayallerini yıkmış, gözyaşları akmış ve Jing Eyaletinin sıcak bahar rüzgarında ölmüştü. 


Güneybatı, Kui Eyaletinde.


Fu Shen cılız atını aheste aheste şehre sürdü. Orada çoğunlukla Han, yanı sıra Miao, Bai ve diğer bu tarz etnik kökenler ikamet ediyordu, estetiği ve atmosferi Orta Ovalarınkinden kayda değer şekilde farklıydı. Fu Shen başta Xiping İlçe Prensiyle buluşmak için çeşit çeşit yöntem kullanmayı düşünmüştü, ama hanesinin kapısına ulaştığında binbir fikrinin hepsini aklının bir köşesine attı ve, başını hafifçe eğerken bir eliyle şapkasını tuttu, kapı bekçisine kendini beğenmiş, kasıntı bir edayla yürüdü. “Sizi bir istekle rahatsız etmek zorundayım, zira bu mütevazı kişi Eyalet Prensiyle görüşmek istiyor.”


Söylenenler doğruydu: Bir başbakan bile birinin kapı eşiğinin önünde yedinci seviye rütbeli bir memura indirgeniyordu. Malikanenin kapıcısı başkentteki bekçi köpekleri kadar burnu havada değildi, ancak Fu Shen baştan ayağa çulsuzun teki gibi görünüyordu ve yüzünü konik bir şapkayla gizlediğinden Efendisiyle iletişim kuracak seviyede biri gibi görünmüyordu. Adam ilgisizce bakmış, elini uzatmıştı. “İsim levhası.”


Fu Shen’in daha önce bu tip hizmetkarlarla çok ilişkisi olmuştu. Para kesesinden bir parça gümüş çıkardı, sonra kapı bekçisinin kaba avucunun içine koydu, gülümsedi. “İsim levham yok. Sadece Kuzey Yan Hekimi Du Leng’in ziyarette bulunduğunu söyle.”


Gümüşü avucunda tartarken adamın yüzünden bir parça neşe geçti. Tavrı daha az kibirli değildi, ama ses tonu yumuşamıştı. “Bir dakika bekleyin, Prense haber vermeye gideceğim.”


Kısa süre sonra, gergin bir suratla çıktı. Bu sefer osurmaya bile cesaret edemez haldeydi, Fu Shen’i kafasını eğerek selamlayıp içeri buyur etti ve onu ana avlunun batı tarafındaki kabul salonuna götürdü.


Odada zaten onu bekleyen biri vardı. İlçe Prensi Duan Guihong, şu anda kendi sonuna bir yıl yaklaşıyordu, ancak kendine iyi bakmıştı. Figürü uzun ve gözüpekti, görünüşü sanki hala hayatının baharındaymış gibiydi. Gözlerini konik şapkalı siyah giyimli bu adamda tuttu, kılıç misali kaşları biraz çatılmıştı. “Kimsin sen?” Diye sordu kuşkuyla.


Fu Shen şapkasını çıkardı, başını kaldırdı, nazikçe ve samimiyetle gülümsedi. “Lütfen seni rahatsız etme cüretimden ötürü beni suçlama Prens.”


“...”


İlk başta dumura uğradı, hemen ardından tüm hizmetçileri acilen kovdu ve kapılarla pencereleri sıkıca kapattı, kaşları neredeyse sıkı bir düğüm halinde birbirine karışacaktı. “Ansızın mütevazı evimi onurlandırdığın için, General Fu, bana tavsiye etmek istediğin bir şey olabilir mi?”


“Burada tavsiye yok.” Fu Shen bir sandalye çekti ve oturdu. “Böyle yabancılıklara lüzum yok Prens. Sen benim büyüğümsün, bana nezaket ismimle hitap edebilirsin.”


Duan Guihong’un görüşü aşağı kaydı, bacaklarına ölü gibi baktı. “Sen… Jingyuan, sen başkentte yaralanmadan dolayı istirahat etmiyor muydun? Neden güneybatıya geldin?”


Fu Shen ona çizmelerini göstermek için cübbesini yukarı çekti. “Şimdi gayet iyi.” Diye yanıtladı umursamazca. “Burada neden kendimi gösterdiğime gelince… bu hususta senin benden daha net olman gerekmez mi?”


Duan Guihong’un gözlerindeki ışık soğudu. Tüm bedeninden abartısız bir itibar yayıldı ve Fu Shen’e karşı yükseldi, ikisi arasında en ufak bir boyun eğme yoktu. “Neden bahsediyorsun sen?” Diye sordu soğuk bir şekilde. 


“Oh, bu doğru değil. Sadece Jing Eyaletinde olduğumu bilmen gerekiyordu.” Fu Shen baldırına vuruverdi. “Şu aklım yok mu. Du Leng’e sadece Yan Xiaohan’ı bulmak için Jing’e gideceğimi bildirmeliydim, ama hazır oradayken Kui’ye de yolculuğa çıkacağımı söylemeyi unuttum.”


Hafifçe gülümsedi. “Ne o, bu mütevazı kişiyle görüşmek için hevesli değil gibisin, değil mi Prens?”


Duan Guihong kısa bir süre sessiz kaldı. Görünen o ki, yapmacık nezaketini terk etmişti. “Ne buldun?” Diye sorguladı açık açık.


Fu Shen’in yüzündeki tebessüm değişmedi, yine de gözlerinde hiç bir suretle yoktu, hatta sesi fark edilmesi kolay olmayan bir soğukluk taşıyordu. “Neler bulmadım ki? Hangisinden bahsediyorsun? Du Leng’in benim yanıma atanmasından mı, yoksa Rahip Chunyang’ı Uzun Ömür Festivalinde İmparatora suikast düzenlemesi için göndermekten mi?

…Yoksa, Jingchu’ya kasten beyaz çiğ yaymak, satranç tahtasını devirmeye niyet etmek ve Jingnan bölgesini tamamen keşmekeş içine düşürmek mi?”


Her bir kelimesi, Duan Guihong’un sessiz toleransının sınır çizgisine saplanan bir bıçaktı.


Prens senelerce birliklere önderlik etmişti, mizacı ciddi ve sadıktı. Kimseye karşı ayrım yapmaksızın, çilecilik konusunda kendini kısıtlamada tecrübeli olsa bile, Fu Shen görünüşe göre bunların hepsinden tamamıyla bi' haberdi, akılsızca yaşlı kaplanın bıyıklarını çekiyordu.


Duan Guihong dişlerini gıcırdattı. “Fu Shen, hiç korkmuyor musun… bugün giriş kapısından geri çıkamayacak olmadan?”


“Ya, şu tesadüfe bakın? Ben de bugün ayrılmayı planlamıyordum.” Diye yanıtladı Fu Shen tam bir güvenle. “Yalnız kaldığım için Kui’ye geldim ve yolculuk hiç de keyifli değildi, bu yüzden burada kalacak bir yer var mı diye merak ediyordum. Birkaç gece geçirmek için meşhur Malikaneni ödünç almayı istiyordum, gerçi izin verir misin bilmem Prens?”


“...”


Duan Guihong’un lafını ağzına tıkmıştı. Fu Shen düşmanca tavır almamış olsa bile, hala kendini patlamanın eşiğinde hissediyordu. Öfkesini muazzam bir güçle düzelterek, sükunetle sohbet etmeye çalıştı. “Madem bu meseleleri biliyorsun, o halde sana herhangi bir zarar vermeyeceğimi de bilmen gerekir.”


“Bittabi. Yoksa bugün burada kendimi göstermezdim.”


Duan Guihong’un ifadesi biraz gevşedi ve gidip onun karşısına oturdu. “Yaptıklarım, İmparatorun Demir Süvarilere yaptıkları ile kıyaslandığında, dokuz inekteki bir kıldan farksız.” 


Çn: Bu “dokuz inek ve bir tel inek kılı” olarak çevrilir. Denizde bir damla ile bağlantılıdır. Yani çok fazla olan bir şeyin içinde minik adet bulunması gibi. Bknz; senin yaptıklarının yanında benimkisi hiç kalır.


“Kuzey Yan’ın Kumandanı şu anda önünde oturuyor.” Diye cevapladı Fu Shen soğuk bir tavırla. “Topal olabilirim, ancak hala ölmedim. Ordu için intikam almak istiyorsun, Prens, lakin hiç bana fikrimi sorma zahmetinde bulundun mu?”


------


Bölümün sonu.


Oy verip yorum yapmayı unutmayın.

Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab

Yorumlar