Bölüm 56: Ayrılış

 

Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab.

Keyifli okumalar.


—----------------


Tüm yolculuk boyunca tek kelam edilmedi.


Hana dönüp, kapıyı kapatıp, lambaları yaktıktan ve banyosunu yaptıktan sonra Fu Shen sersemlemiş bir halde sandalyeye oturdu. Yan Xiaohan kısa süre sonra geldi ve ona arkasından sarılıp çenesini diğerinin nemli kafasına dayadı. “Mutsuz musun?” Diye sordu usulca.


Fu Shen sıkıntıdan saçlarının döküleceğini hissederek onun parmaklarını gevşekçe çevrelemişti. “Bu ne anlama geliyor? Adamı ben öldürmedim, fakat benim yüzümden öldü.”


Yan Xiaohan mırıldandı.


Fu Shen onun cevabı yapıştırmasını bekledi ancak hiçbir şey gelmeyince başını hafifçe kaldırmadan edemedi. “Bir şey söylemeyecek misin?”


“Sence ne söyleyeyim?” Diye aheste aheste yanıtladı Yan Xiaohan. 


“Kadınca bir yardımseverliğim olduğunu, kendimi günah keçisi yapmak için çırpındığımı, her şeyi kendi üzerime yığdığımı, vesaire.”


Yan Xiaohan alçak bir sesle kıkırdadı. “Bu işlerin nasıl yürüdüğünü bildiğinden, ağzımı açmama lüzum yok. Bahsetmek istediğim mevzu bu değil.”


“Ne öyleyse?”


“Burası başkent değil. Sırtını dayayacağın Marki Malikanesi yok.” Dedi Yan Xiaohan onun talihsizliğinden hoşnut olarak. “Cömert davranışınla yardımsever olmaya daldın gittin Marki, bu yüzden de elindeki tüm seyahat paranın o kadar olduğu unuttun.”


Aslında unutmamıştı!


“O kadar para, senin çalışma tarzına dayanamayıp yitti… Doğru demişler para kahramanı bozar diye.” Yan Xiaohan bir yas gösterisi sergiledi. “Lakin, bu alçak gönüllü kişininki seninkiyle kıyaslandığında sönük kalabilir ve bir dou¹ önemsiz pirinç için kesinlikle belini kırmazsın, hm?”


¹pirinç için kullanılan bir ölçü birimiymiş, sanırım?


Fu Shen gözlerini kıstı, ölüm saçan aurası her yöne yayıldı. “Yine servetinle gösteriş mi yapıyorsun?”


“Öyle ya da böyle.” Yan Xiaohan acelesizce yanıtladı. “Şu anda bana dik dik bakman boşuna. Sadece yalvarmalısın, ben de sana biraz ödünç vermeye razı olabilirim.”


Fu Shen “Bay Dongguo ve Kurt”² deneyimini şahsen yaşıyordu. Onu besleyen eli ısıran koca kuyruklu kurt, tıpkı bir tilki ruhu gibi sırıttı, kulağına hafifçe öpmek ve onu ayartmak üzere yaklaştı. “Yahut, bedenini satabilirsin…”


Zhongshan Kurdu (Çince :中山狼傳; pinyin: Zhōngshān Láng Zhuàn), bir yaratığın kurtarıldıktan sonra nankörlüğünü konu alan popüler bir Çin peri masalıdır.


“Bedenimi satmıyorum.” Fu Shen parmağını onun uzun, aşağı sarkan bir tutam saçına doladı ve dudaklarına çarpmak için başını çevirdi. “Yalnızca senin zenginliğini yağmalıyorum.”


Yan Xiaohan oldukça sıkıntılı bir edayla iç çekmiş gibi göründü, onu kucağına almak için eğilmiş ve yatağın yanına yürümüştü. “O halde beni yol boyunca yağmalayabilirsin değil mi?” Dedi hafiften sinirle. 


Dışarıdaki gökyüzü karardığında ancak yatak perdelerinin içindeki hızlı soluklar ağır ağır azalmıştı. Fu Shen o kadar dermansız kalmıştı ki uzandığı anda uykuya daldı. Düşler diyarına batmadan evvelki son düşünceleri, beynini tilki tapınağında düşürmüş ve geri getirmemiş olabileceğiydi.


Bu ne çeşit boktan bir “yağmalama”ydı böyle? Yan Xiaohan aslında sadece onu yemiş ve sonra da ellerini yıkamamış mıydı?! Bunun bedenini satmaktan ne farkı kalmıştı be?!


Önceki gece çok geç saatlere kadar oynaşmışlardı ve ertesi gün Yan Xiaohan Fu Shen’le anca tembel bir uykuya dalmıştı. Gözlerini açtığında Fu Shen daha kendine gelememişti, uyurken ki hali biraz daha uysaldı. Keza figürü yumuşaktı, kişiyi sadistçe yüzünü çimdikleme isteğine karşı koyamaz bırakıyordu. Yan Xiaohan bir müddet ona bakmaya daldı, ama o uyanmamış, hep tetikte olan mizacı keskin bir şekilde azalmıştı. Açıkça, gerçekten bitap düşmüştü.


ÇN: Olm naptın çocuğa lan bu hale gelecek dkdkdk


Yan Xiaohan onun tüm sıkı çalışmasına minnettar oldu ve böylelikle kendini onunla uğraşmaktan alıkoydu, son derece sessiz bir şekilde yataktan kalktı. Tazelendikten sonra dışarı çıktı, öncelikle Qi Prensine malumat göndermek ve Jing Eyaletinde buluşmalarını ayarlamak için Kuangfeng İlçesinin yerel bankasına gitti, ardından kabinden biraz para çekip bireysel bir sikke kesesini onunla doldurdu. 


Hana dönüş yolunda tüm cadde hala kahvaltılık satıyordu. Birkaç yiyecek seçip aldı, onları hana taşırken ki süre boyunca hala sıcak kalmışlardı. Fu Shen etli çöreklerin kokusu vasıtasıyla uyandı, kalkarken sersemce battaniyeyi etrafına sardı. “Meng’gui?”


“Mhm.” Yan Xiaohan içinde sıcak su olan bir leğen getirdi, sonra onun yüzünü silmek için yatağın yanına oturdu. “Bugün geç oldu. Uygun gördüğün şekilde karnını doyur ve biraz sonra öğle yemeği için kullan.”


Fu Shen savsak bir biçimde diğerinin omzuna yaslandı, bedeni yatağın sarmalamasından dolayı sıcaktı. “Bankaya mı gittin?” Dedi boğuk bir sesle.


Yan Xiaohan’ın eli hareketlerini durdurmadı. “Evet. Nasıl anladın?”


Fu Shen yorgunca gülümsedi. “Leş gibi bakır kokuyorsun.”


Kasten yaramazlık yaparak Yan Xiaohan battaniyenin içine uzandı ve ağza alınmaz belirli bir yere sürtündü. “Kafana neyi takıyorsun? Daha yeni kalktın, kuyruğun ortadan kaybolmuş mu bir bakayım…”


Bir mahremiyet büyüsü yaşadılar. Fu Shen en sonunda rehavetinden ayıldı, adam akıllı kendini düzeltti ve ardından kahvaltı masasına oturdu. Başkentte astlarının önündeyken ikisi de fevkalade bir edep havası taşıyordu. Şu anda ise, bu odada yalnızca onlar vardı, çok fazla komplike etik kuralları yoktu. Fu Shen konuşmadan evvel congee’sini yuttu. “Prense ne zaman katılmayı planlıyorsun?”


Yan Xiaohan tuzlu ördek yumurtasının kabuğunu soydu ve ona uzattı. “Yarın. Irmaklı Tepe meselesi karara bağlandı. Bu görev yarım kalmış olsa bile, geri kalanı yetkililerin nasıl ele aldığına tabi olacak. Ya sen? Benimle gelecek misin yoksa başkente geri mi döneceksin?”


Fu Shen bir miktar parlak tereyağı almak için yemek çubuklarını indirdi, bunu duyduktan sonra kaşlarını kaldırdı. “Birlikte etrafı gezmek için getirdiğin ailen miyim ben, Bay Yan?” Diye geri sordu.


ÇN: Salak mısın? Bi çarpçam…


“Değil misin?” Yan Xiaohan onun statüsünü gözler önüne sermek için eline geçen hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. “Sen gerçekten ailesin.” Diye vurguladı.


Normalde yaptığından kat ve kat daha farklı bakıyordu, ciddi bir halde aptallık ve yanı sıra biraz şirinlik aurası yaydı. Fu Shen’in kalbi yumuşadı. “Pekala, Efendim. Ben maskemi çoktan attım, bu yüzden kesinlikle bu şekilde gidip kimseyle buluşamam. Yoksa beni Jing Eyaletine götürebil diye cebine mi koyacaksın?”


Yan Xiaohan adamın alaylı tonunu duyduğu saniye bunun umutsuz olduğunu anlamıştı. “Birini kurtarmak onu sonuna kadar kurtarmak demektir ve onu Buda’ya göndermek ise Batıya göndermektir. Hasretim daha dinmedi ve sen öylece gidecek misin?” Diye gönülsüzce lafladı.


“Sana borcum var mı? Sana epey iyi davrandım. Ayrıca, yoksunluğun çoktandır kontrol altına alınmış durumda, ve tek bildiğin tüm gün boyunca utanmaz ve şımarık davranmak oldukça iyileşmeyecek.”


Tonu ayıplıyordu ama hoşgörülü, sevecen iması açıkça bunu sular altında bırakmıştı. Yan Xiaohan onun tarafından eleştirilmek konusunda tamamıyla rahattı ve haksızlığa uğramış gibi davranmamıştı bile. “O zaman nereye gideceksin? Kuzey Yan’a mı?” Diye sordu özenli ve fazlasıyla alakadar bir üslupla.


“Rahip Chunyan’ın infaz edildiği gün, bazı şeyleri kontrol etmeye başlamak için güneybatıya gitmek istediğimi söylemiştim. Sen de buraya geldiğinden, hazır buradayken bir göz atacaktım.”


Yan Xiaohan hemen gerildi, sesi kararlıydı. “Olmaz. Eğer güz gecesi beyazının menşei gerçekten güneybatıdaysa, tek başına gitmen çok tehlikeli…”


“Geçen sefer, yazın olan şeyleri konuşmuştuk ve sonradan biraz daha üzerine düşündüm. Majesteleri apaçık Demir Süvarileri hedef almasına karşın, bu dört sınırı savunan ordulara gözdağı vermekle aynı şeydi. Bu birkaç yılda güneybatı kendi başına bir bütün haline geldi ve İlçe Prensinin soyadı da farklı, ancak hala eski bir Kuzey Yan astı. Eğer güz gecesi beyazı Hanedana karşı güneybatının geri atağı olarak görülüyorsa, o zaman taşlar yerine oturuyor. Bu noktada, o ve ben aynı geminin yolcularıyız ve bana bir şey yapmayacaktır. Endişelenmene gerek yok.”


Fu Shen bir şeyi kafaya koyduysa, yalnızca nezaketen bildirir ve asla diğerleriyle bunun üzerine tartışmazdı. Yan Xiaohan onun karakterini biliyordu, bir kolun, bir bacağın gücüyle boy ölçüşemeyeceğini, böylece bundan kaçış olmayacağını derinden hissetmişti. Yanıt olarak tek yapabildiği “Başkentte ne olacak peki? Bunu çoktan ayarladın mı?” diye sormaktı.


“Hastalığımın iyileştiğini belirtmiştim, ve beni taklit edecek başka birini buldum.” Fu Shen dudaklarını soğuk bir biçimde yukarı kıvırdı. “Yuantai muhtemelen beni dert edecek zamana sahip değil - hem, onun hastalığı da pek iyi değil.”


Ertesi gün kuru yiyeceklerini ve yolculuk için paralarını topladılar, handan ayrıldılar ve Jing Eyaleti yönüne rüzgar gibi dört nala sürdüler.


Fu Shen güneybatıya gitmek durumundaydı, bu nedenle Jing Şehrinin dışında Yan Xiaohan’la ayrıldı ve batı yönüne devam etti. Yan Xiaohan tek başına sürdü, atını direkt Prensin kaldığı hükümet dinlenme tesisine bağladı. 


Yüz yüze görüştüler ve her biri diğerini durumuyla doldurdu. Yan Xiaohan Kuangfeng İlçesinde güz gecesi beyazından bir hayli eziyet çekmişti, böylece belli bir miktar kilo kaybetmişti, Prens onun zayıf görünüşünü görür görmez söylediği maddenin ne olduğunu anlamıştı ve her türlü vahşi sefaletten bahsederek Irmaklı Tepe masalını gündeme getirmesini dinlediğinde, adaletli öfkenin göğsünü doldurmasını engelleyememiş, ayağa kalkarken elini masaya vurmuştu. “Bir hayalete kurban verilen canlı insanlar… Bu topraklarda böylesi cüretkar, bağnaz bir ayak takımı var!”


“Güz gecesi beyazının sonsuz sonuçları var.” Yan Xiaohan cevap verdi. “Bu sadece Irmaklı Tepe davası değil; ayrıyeten Jingchu’nun tahıl vergisindeki azalmanın sorumluluğundan da sıyrılamaz. Yerel yetkililer neler döndüğünü biliyor yine de rapor vermiyor ve vatandaşlar uyuşturucuyu yetiştirmek için toprağı sürmeyi bıraktı. Bataklığı kurutmak için bu davaları kullanmalısınız Majesteleri ve güz gecesi beyazını büsbütün yasaklamalısınız.”


Prens ve tayfası Jing Eyaletindeki son birkaç günde boş durmamıştı. Yani Xiaohan’ın söylediği her şeyi zaten biliyordu; bilgisi dışında olan şey tam olarak Irmaklı Tepe kozuydu. Bu hadise mahkemeye bildirildikten sonra Jingchu’nun resmiyeti ortadan kaldırılacak ve tamamıyla bir kargaşa içine atılacaktı.


Onlar başkentten ayrılmadan önce, İmparatoriçeye kendini öldürmesi emredilmişti, Veliaht Prens gözden düştü ve Zevcesi Leydi Cen’in babası Cen Hongfang, Jingchu Eyalet Valisi olmuştu. Tahmin edilebildiği üzere, Jing Eyaleti davasından sonra, görevden alınması şiddetli olacaktı. 


Qi Prensi derhal Jing’in Sulh Hakimini onu görmek üzere çağırttı, bunu en üst makama ibraz etti ki tüm en alt yetkililer arasında yayılsın. O akşam Irmaklı Tepe temizlenmiş, her bir köylü gözaltına alınıp Kuangfeng İlçesinin hukuk bürosuna bir gecede sorgulanmak üzere refakat edilmişti. İlçenin kendi Sulh Hakimi onun katı kontrolü altında değildi, bu nedenle memurluk şapkasını başında tutmaya devam edeceğini garanti etmek zordu. Jing’in Sulh Hakimi usule uygun olarak Prense açıklama yapmış, mahkemenin kapalı kapılar ardında yapılmasına cesaret edememiş ve bundan mütevellit, cesurca onu ve beraberindeki Uçan Ejderha Muhafızlarını, Kuangfeng İlçesindeki duruşmaya katılmaları için Jing’in yetkileriyle koordine olmaya davet etmişti. 


Prensin kan beynine sıçramıştı ve zalimlerin infazını kendi gözleriyle görmeyi diliyordu. Yan Xiaohan köylülerin içinde hala hastalığı taşıyanlar olduğundan endişelendi, bir şeylerin kötüye gideceğinden korktu. Usturuplu bir şekilde onu kararından vazgeçirmeye çalıştı ama Prens bir yük yemiş ve şahsen gitmekte ısrar ederken kalbini çelikleştirmiş gibi görünüyordu. Yan Xiaohan’ın yapacak bir şeyi yoktu, ilçeye geri dönüş yolunda ona takip etmekten başka. 


Herkes dinlenme tesisinden ayrıldığında, ne tesadüftür ki dışarıda bir sürü yaya vardı ve şamata yapıyorlardı. İmparatorluk Muhafızları hemen bir hat oluşturmaya çalıştı. Yan Xiaohan aniden birinin sırtına hafifçe tosladığını hissettiğinde, sırtı caddeye dönük bir şekilde yan duruyordu. 


İlk tepkisi bunun küçük bir hırsız olduğuydu. Otomatik olarak onu zapt etmek niyetiyle uzandı ancak boş havayı yakaladı. Kısa süre sonra, küçük bir kese avucuna düştü ve arkasından düşük, manyetik bir ses geldi. “Eşyanızı düşürdünüz, Bayım.”


Yan Xiaohan çabucak başını çevirdi, neredeyse boynunu arkasında bırakacaktı.


Adam siyahlar içindeydi, yüzünün üst yarısını örten konik bir şapkası vardı sadece pürüzsüz boynu ve çenesinin akıcı hatlarını açığa vuruyordu. Bakışlarını fark edince hafif bir gülümsemeyle dudaklarını kaldırdı ve selam sabah vermeden, ani bir şekilde arkasında iz bırakmadan, sinsice kalabalığa döndü.


Yan Xiaohan: “...”


“Efendim.” Bir astın seslenişi ruhunu geri bedenine çekmişti. “Yola çıkma vakti.”


Cevap olarak bel bel bakar halde kafasını sallayıp atına bindi. Yolda bir bakış atmak için küçük keseyi sessizce açtı - bir paket dolusu parlak, yarı saydam osmanthus şekerleriydi. Güneybatıya gitmemiş miydi o?!


Aslında güpegündüz, herkesin bakışları altında böyle gizli bir hediye alışverişi yapmak, gerçekten-


Gerçekten… fena değildi aslında, zira böylece kendini, ona nasıl tapması gerektiğini merak eder halde bulmuştu.

-------------


Bölümün sonu.


Oy verip yorum yapmayı unutmayın.





Yorumlar