Bölüm 55: Trajik Kül

Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab. 

Keyifli okumalar.

-----------------

Kadın uyanıp gözlerini açtı. Yan Xiaohan'ı görür görmez alarmla, "Sen?!" diye bağırdı.

Qi Prensi ve grubu Irmaklı Tepedeki nadir, yabancı misafirlerdi ve hemen hemen bütün köy heyecanı görmek için koşmuştu. Yan Xiaohan onların arasında bilhassa kendini belli ediyor, köylü kadın ve erkekler üzerinde daha derin bir izlenim bırakıyordu. Bundan dolayı, kadın hala onu tek seferde tanıyabiliyordu ve hemen tırsmaktan ağlamaya başladı. "Sen... öç almak için mi geldin?" Diye titreyerek sordu. "Onlar ve köy muhtarıydı sana zarar vermek isteyen! Bizim hiçbir şeyden haberimiz yok!"

Fu Shen demiriyle uyuşukça ateşi dürttü. "'Bu titreyişin 'hiçbir şeyden haberin yokmuş' gibi görünmüyor."

Büyüleyici bir çehreye sahip olmasına karşın, heybetli aurası ezici bir nitelikteydi, yegane bir bakış atmayla kışkırtılamayacak bir diken ucuydu. Diğer yandan, Yan Xiaohan'ın görünüşü epey aldatıcıydı; samimiyet maskesini kendi rızasıyla koparmadığı müddet, kusursuz, sıcak bir hayırseverin yüzünü takınabilirdi.

Fu Shen'in kötü gardiyanı oynamak için giriştiğini görünce, diğer adam iyi gardiyan rolü kesmek zorunda kalmıştı. "Kocanı nehirden çıkardım. Korkma, öç almaya falan gelmedim." Dedi avutucu sözlerle.

Ondan böyle bir hatırlatma alınca kadının ruhu olduğu gibi geri gelmişe benziyordu. Yüzü silmek için kol yenlerini kaldırdı, ardından kocasının yanına emekledi, sırtını patpatladı ve onun için ağzıyla burnunu temizledi. Bunları yaparken, bayılmadan evvel vuku bulan olayları bir kez daha hatırladı ve hüznünü içinde tutamayıp gözyaşlarına boğuldu.

İkisi de onu durdurmak için bir şey söylemedi, suskunca feryat ederek ağlamasını dinledi.

Dün geceden bu geceye kadar, kaç sefer ağladığına dair bir fikri yoktu; çaresizce kocasının ansızın bir illete yakalanmasını, ardından nehre atılmasını izlemişti, ve o gece eve geri döndükten sonra kendini ipe asmaya hazırlanmıştı. Şükür ki, Fu Shen saklandığı yerden onun her bir eylemini izliyordu ve en kritik anda onu bayıltıp uzağa çekmiş ve kadının intihar girişiminin başarıya ulaşmasına izin vermemişti.

Belki onların sessiz bekleyişlerinde bir iyi niyet sezdiğinden, bir süre sonra ağlayışı azar azar dindi. Onları çekingen bir şekilde ölçüp biçmek için büsbütün kırmızı olan gözlerini kaldırdı, ardından karşılarında diz çöktü ve ayaklarına kapandı. "Bu engin nezaket ve iyiliğinizi geri ödememin mümkünatı yok."

Yan Xiaohan bunun ne kadar bariz olduğunu düşündü. "Büyük bir çaba değildi, buna lüzum yok." Diyerek elini salladı. "Sana soracak birkaç şeyim var. Sadece onları dürüstçe yanıtlaman kafi."

"Bilip bilmediğim ne varsa söyleyeceğim. Velinimetlerimi kandırmaya asla cesaret edemem." Diye yanıtladı.

Ölüme yakın bir deneyim yaşayınca, kadın Irmaklı Tepe'ye hiçbir özlem durmuyordu artık. Sorulan herhangi bir şey cevaplanacaktı. Ve o, köyün bütün iç sırlarını ortaya döktü.

Irmaklı Tepe, aşağı yukarı yüz haneye sahipti, bunların da çoğu Tian klanına mensuptu. Nehre atılan adamın adı Tian Cheng'ti. Kadının soyadı Ou idi; farklıydı çünkü buraya başka bir köyden gelin gelmişti.

Leydi Ou'nun kelamlarına göre, Irmaklı Tepe sırtı dağa yüzü suya dönüktü ve dünyayla bağları kopardığı söylenemese de, oraya az uz yabancı gelirdi. Yaklaşık bir yıl önce, güz gecesi beyazı Jingchu bölgesinde yayılmıştı. O zamanlar köydeki bir ailenin küçük oğlu ilçe merkezindeki bir okula gidiyordu, ve "gözleri açılsın diye" sınıf arkadaşları tarafından çiçekli bir sokağa gitmeye ayartılmıştı. Meraklılığı yüzünden fazla dikkatli davranmamış, uyuşturucuya bağımlı olmuştu. Sonra, aynı yaş grubundaki oyun arkadaşlarına güz gecesi beyazı dağıtmak için eve dönme arasının fırsatından faydalandı. Ailesi bunun farkına vardığında, çocuğun bağımlılığı çoktan derinleşmişti ve uyuşturucudan uzak durmayı düşünmek adeta imkansızdı.

Ailenin maddi durumu iyi değildi, ama özellikle çocuğa harcanıyor, bir dediği iki edilmiyordu. Hayatı boyunca sigara içmesi için ona uyuşturucu almalarının çok büyük bir sorun olmadığını iddia ederek, ilk başta güz gecesi beyazını ciddiye almadılar. Gel gelelim, arzu derinleştikçe, bir uyuşturucu kullanıcısı daha fazla güz gecesi beyazı ihtiyaç duyacaktı. Uyuşturucu Kuangfeng ilçe merkezinde bile nadir bulunan, yüksek talep gören bir maddeydi, dolayısıyla sıradan bir köylü evini bırakın, normal ileler bile bunun sefasını süremiyordu. Nitekim, ailenin en küçük oğlanın ihtiyaçlarını hiçbir şekilde karşılayamaz duruma gelmesi çok uzun sürmemişti. Yoksunluğun katlanılması güç acısı alevlendiğinde, olgunluğa erememiş bedenindeki işkenceye dayanamadı, bu yüzden yağmurlu bir gecede evden kaçmış, kendini suya atıp intihar etmişti.

Bunu söylemişken, köylülerin gizli muhabbetlerindeki tüm dedikodular, onun aslında kendini öldürmediğini, ancak ailenin bu yükü taşımaya içtenlikle artık gücünü yetmediğini ve onu boğduktan sonra nehre attığını, kendini nehirde öldürmüş gibi gösterdiğini söylüyordu.

Bu dersi vaktinden evvel aldıkları için, başta temasa geçen birkaç çocuk dışında geri kalan bütün köylüler güz gecesi beyazına dokunmaya asla cesaret edemediler. Ancak bu, insanların yüksek fiyatında gözü kalmasını engelleyememişti ve evlerinde gizli saklı birkaç bitki yetiştirdiler.

Geçen sonbaharda da talihsiz bir olay yaşanmıştı. Bir gün gezgin bir rahip köye gelmişti, seyahati sırasında kuvvetli bir yağmurla karşılaşmış ve barınacak bir yeri olmadığından kalacak yer talebinde bulunmuştu. Köylüler onu hevesle ağırladı, boş bir evde kalmasına izin verdi ve iyileşmesi için yiyecek ile çay gönderdiler.

O gece yarısı, birinin yoksunluk krizi tuttu. Durum son derece vahimdi, büyük bir keşmekeş bütün köyü alarma geçirdi. Taoist de irkilerek uyanmıştı ve neler olup bittiğini görmeye gitti. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmurda her yeri kan içindeki birinin yerde yuvarlandığına şahit olunca, rahip, akupunktur noktalarından birkaçına basmak için güçlükle oraya ilerlemiş, çabucak onu bayıltmış, sonra köylüleri onu geri eve götürmesi için çağırmıştı.

Taoist tıp bilimine epey aşinaydı, ve tek bir bakışla bunun güz gecesi beyazı yüzünden olduğunu söyleyebilirdi. Ancak, bağımlının ailesinin uyuşturucu almaya parası yoktu ve kasabada güz gecesi beyazı yetiştirilmesine rağmen işlenmesi zaman alıyordu. O, onların merhametini aldıktan sonra, şefkat hissetmiş ve içeri girip bir takım bilinmeyen takırtı sesleri yapmak için arkasını dönmüştü. Dışarı çıktığında, içinde biraz kahve rengi toz bulunan bir kese kağıdı taşıyordu, ve şimdilik uyuşturucu yerine bunu kullanmalarını sağlamıştı.

İyi niyetliydi ancak eski zamanlardan bu yana "kişinin servetini açığa vurmaması" ve "bir hazineyi el üstünde tutmak için başına dert açmanın" ikisi de ahlak kanıydı.

Bilinçli olan köy halkı, güzelce işlenmiş, paha biçilmez, bulunması zor beyaz çiğ olduğundan onu tanımışlardı. O zamanlar Kuangfeng ilçesinde "bir tael beyaz bir tael altındır" sözleri kol geziyordu. Onun küçük, yarım tael değerinde güz gecesi beyazı elde ettiğini gördüler, bu nedenle üzerinde muhakkak daha da fazlasını sakladığını biliyorlardı. Zenginlik düşüncesiyle kötülük büyümüş, herkes eve dönüp derin bir uykuya dalana kadar beklemişler, ardından Taoistin evine sızmışlar, ve o hala nefes alırken bıçaklarla öldüresiye kesmişlerdi.

Bunu duyunca, Fu Shen aklına ne geldiğinden emin değildi lakin sağ eli ansızın biraz titredi.

Yan Xiaohan gözünü bile kırpmadan onu tutuyordu.

Köylüler sonra Taoistin bedeninde bir kadının yumruğu kadar irilikte bir güz gecesi beyazı keşfettiler. Rengi ve parıltısı, kehribar-vari bir şekilde, saf ve saydamdı, ve bir köşesi kanla lekelenmişken, bir o kadar farklı güzellikteydi. Değeri altın ağırlığını bile gölgede bırakıyordu, o birkaç kişinin etekleri zil çalıyordu ve onu adam akıllı zulaladılar. Daha sonra, Taoistin bedenini köyden dışarı taşımak için geceyi kullandılar ve onu nehre attılar.

Ne işi ne de ailesi olmayan avare bir Taoist ortadan yok olmuştu, ve kimse bunu fark etmeyecekti bile.

O akşam, Irmaklı Tepe sakinleri, bıçaklar ve baltaların doğrayışını, kanın fışkırmasını ve geceleyin katillerin vahşi bağırış ve gülüşlerini dinlemişlerdi, lakin kimse gıkını çıkarıp buna bir son vermeye cesaret edememişti.

O akşam, her biri yalandan uyuyormuş gibi yapan, uyanmamış insanlardı.

Nehir çağlayarak akmış, yıllarca birikmiş eski maddeler ve beyaz kemik kümeleriyle birlikte, sefilce öldürülmüş leşi sürüklemiş, ardından hepsini ölümsüz tilki tapınağının dışındaki tenha, karanlık göl yatağına batırmıştı.

Lakin, asıl intikamın başlaması eli kulağındaydı.

Güz gecesi beyazı bulunduran o birkaç kişi, aceleci davranmanın diğerlerinde şüphe uyandıracağından korkmuştu. Müzakerelerden sonra, küçük parçalara ayırarak bölmek ve sonrasında onları ayrı ayrı satarak kazanma kararı aldılar. Umulmadık şekilde, içlerinden biri pat diye garip bir hastalığa yakalanıverdiğinde daha harekete geçmemişlerdi. İlk önce kalıcı ateşi, öksürükleri, hızlı kilo kaybı ve hezeyanı vardı. Sonradan, bedeninde farklı derecelerde kırmızı döküntüler ortaya çıkmaya başladı, öyle ki et çürümüş, ölüm yaşama yeğlenir olmuştu.

Sadece bununla bitmiyordu. Kısa bir süre sonra, o geceki şiddet eylemine katılan diğer insanlarda da aynı belirtiler görüldü.

Köylüler en sonunda paniklemeye başlamıştı. Ancak, servetini elde etmek için birinin canına kıymayı kendini överek sergilemek, daima büyük, telafi edilemeyen iğrenç bir suç olmuştu ve onları barındıranlar da suç ortağı sayılacaktı. Köy muhtarı yetkililere haber vermekten korkmuştu, bundan dolayı, klanın erkek büyüklerini ortak bir müzakere için toplamaktan başka şansı yoktu. Ruhları çağırabilen bir klan büyüğü, atalar salonunda bir ayin gerçekleştirmiş, Tian klanının atalarının kendisini ele geçirmesini istemişti. "Atalar" şöyle belirtmişti; köylüler zenginlik için dolap çevirip birinin hayatına kast etmişti, ve böylesine trajik bir şekilde ölen mağdur ruh huzur içinde değildi, hayatlar isteyen habis bir hayalete dönüşmüştü. Bu cennetin cezasıydı; suçlular günahlarını kefaretini ödemek zorunda kaldı ve onların suç ortakları bu kini yatıştırmak zoruna kaldı.

Bu doğaüstü konuşma alarma geçmiş köylüleri enayi yerine koymayı başarmıştı. Reis insanların adaklar sunmasını sağlamış ve birkaç hasta katili süslü arabalara kaldırmak için bazı köylüleri bir araya getirmişti, böylece Nehir Kontuna yapılan antik kurban törenini taklit etmişti. Haksız yere öldürülen rahibin kinini teskin etmek için suçluları suya atmışlardı.

Kurbanın neticelenmesinden sonra köylülerin huzursuzluğu hala dinmemişti, bu yüzden uğursuz güz gecesi beyazını da nehre attılar. Ondan sonra her şeyin tümden sakinleşmesi gerektiğini düşündüler, fakat birinin aynı belirtileri tekrardan göstermesi çok uzun sürmemişti!

Nehir yatağındaki mağdur ruh hala onlara rahat vermiyordu.

Bir yanlış adım daha fazla yanlış adıma yol açtı. Kabahatlerini düzeltmek maksadıyla, daha bile affedilmez kabahatler işlediler. Her bir insan, ipin üzerine sıralanmış bir çekirgeydi, ve hiçbiri tek başına atlamak istemiyordu.

Cennetten bir köşe olan köy, o andan sonra cehennemden farksız hale gelmişti. Ne vakit biri hastalansa, köylüler onu nehri doldurmaya götürürdü. Günden güne nehrin suyu, ne zaman doyacağı bilinmeyen, er ya da geç kasabada kimse kalmayana kadar herkesi yutacak olan bir ağız gibi oluvermişti.

Gece, dünyada sınır tanımıyordu, bu yıkık dökük tapınakta yalnızca küçük bir parça değerli alev ışığı yanıyordu.

Fu Shen epey bir süre sessiz kaldı. Yan Xiaohan o gece putu ikiye bölen yıldırımı düşündü. Belki de kavrayamadıkları nedenler sebebiyle onlara yol gösteren göklerin iradesine hakikaten sahiplerdi. O fırtına olmasaydı, bir süreliğine bu küçük köyde kalmak yerine tapınakta kendilerine geldikten sonra doğrudan Jing Eyaletine gidecekler, köylülerin bu ağzı sıkı sırrı hiç keşfedilemez hale gelecekti.

Tapınağın efsanesinde, tilki bir seli kehanet ettiği için cennetin gazabına uğramıştı. Yoksa bu sefer de mi onları uyarmıştı? Yaklaşmakta olan devasa gelgitleri önlemek için onların gerçeği öğrenmelerine izin mi vermişti?

"Hayat isteyen habis bir hayaletle falan başlamadı bu olay, sadece bir veba. Belki katiller Taoistin kanına dokundukları için hepsi aynı hastalığa yakalandı ve sonra diğer köylülere bulaştırdılar." Dedi Fu Shen soğuk bir edayla. "Etme bulma dünyası. Suç işleyenler yaşamamalı."

"İlaçların kocanın hastalığına hiçbir yararı dokunmaz, sadece ölümü bekleyebilir. Önünde hala uzun bir hayat var. Yetkililer bu olayın izini Irmaklı Tepe'ye kadar sürdüklerinde, kimse kaçamayacak. Sen yine de bize rastladığından, önünü açabilir ve hayatta kendi yolunu çizmene izin verebiliriz. Buna ne dersin?" Diye sordu Yan Xiaohan Leydi Ou'ya.

Yerlere kapanırken ağladı. "Bu aşağılık kadın ve kocası saçlarımızı bağladığımızdan beri evli¹. Hafife almaya cesaret edemediğim uzun yıllık bir sevgimiz oldu. Kurtarıcılarımın bu konuda da cömert olmasını diliyorum."

¹Saçını toplamak (kadınlar için saç tokası, erkekler için guan/taç) kişinin reşit olduğunu gösterir.

Fu Shen onun acınacak haline baktı ve tam kabul etmek üzeydi ki, Yan Xiaohan'ın manalı bir bakışıyla engellendi. "Hastalığı bulaşıcı, haline acıdın diye yaşamasına izin verilemez."

Sesini alçalmamıştı, bu yüzden Leydi Ou onu yüksek ve net bir şekilde duymuştu. Yüreği çaresizlikle doldu ama nihayetinde duygusuz Uçan Ejderha Muhafızının fikrini değiştiremedi ve Yan Xiaohan ateş yakmak için kuru odun ve kıyafet aramaya başlarken elinden hiçbir şey gelmeyerek bakmış, Fu Shen tarafından zorla dışarı çekilmek zorunda kalmıştı. Kısa bir süre sonra, tapınak bir alev denizine dönüşürken yoğun dumanlar gökyüzüne yükseldi.

Leydi Ou boş bakışlı gözlerle yere diz çöktü, çoktan ağlamaktan göz pınarları kurumuştu. Gözleri koyu kırmızıydı ancak artık bir damla yaş akmıyordu.

Fu Shen onun kollarına gelişigüzel şekilde bir para kesesi fırlattı, ağırlığı hiç de hafif değildi. "Önünde hala uzun bir yol var. Git herhangi bir yerde hayatını tekrar yaşa. Onu unutabileceğin bir gün gelecek."

Bunu söyleyip, Yan Xiaohan ile birlikte döndü, sonra sınırsız geceye girdi.

Leydi Ou elindeki cüzdanı sıkıca kavradı, kırmızı-altın alevler gözbebeklerine yansıdı. Sonunda bir yanıt mırıldanana kadar ne kadar zaman geçtiği kestirilemiyordu. "Onu unutamam ki..."

Bir trajediden sonra, hayatın geri kalanı nasıl olurdu ki? Geride sadece bir avuç yanmış kül kalıntısı bırakarak, bir kenara atılan o kişiyi bundan sonra renksiz bir gölgede yaşatırdı.

-----------

Bölümün sonu.

Oy verip yorum yapmayı unutmayın.

Yazar diyor ki: Tamam, o tuhaf hastalığı ben uydurdum. Yargılamayın beni, mua mua~

┗(•ˇ_ˇ•)―→

Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab.

Yorumlar