Bölüm 54: Göl Suyu

 

Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab.

Keyifli okumalar.

-----------------

Birkaç gündür görülmemiş olan ölümsüz tilkinin tapınağı, baştaki küçük dağ yamacında dimdik duruyordu, sadece akşam karanlığına daha fazla tekinsiz, bir yığın harabe gibiydi. Dağın arkasından nehir geniş sulara akıyordu.

Bu akşam yağmur yahut rüzgar yoktu, ay ışığı parlaktı. Gölün kıyısını sarp kayalar sarmıştı, suyu derin ve dalgasızdı, tabirsiz derecede ürkünç bir soğukluk sinmişti. Yan Xiaohan atından inmiş, sonra gölün yanında uzun bir süre dikilip, az buçuk bilinçli şekilde derin mavi suya dikmişti gözlerini. Ancak o zaman, bu yerde neyin ters gittiği hususunda bilgi sahibi olmuştu.

O gece gök yırtılır gibiydi, bu nedenle dikkatle bakmak için göle pek yaklaşmamışlardı. Yan Xiaohan ve Qi Prensinin alayı, güney tabiatına yabancı olan kuzeylilerdi, dolayısıyla sıradışı bir şey fark etmemişlerdi; bu göl el değmemiş doğada, aktif bir su girişi bulunduruyordu lakin, kenarında tek bir yaprak ot büyümemişti. Ne sazlık, ne su bitkileri, ne de tüneyen su kuşları vardı; hata balık ve karides bile çok seyrekti. Tüm göl, birazcık bile canlılıktan yoksun ölü bir su havuzu gibi görünüyordu.

Köylülerin bu akşamki eylemlerinden bir iştirak kuran Yan Xiaohan, ansızın korkunç bir hissikablelvuku uyandırdı.

Çok geçmeden, nehrin içinden su sesi işitildi. Yan Xiaohan dikkat kesildi ve beklendiği gibi, nehrin derinlerde orta yerinden beyaz bir gölge dalgalanmıştı.

Irmaklı Tepe’nin ikametgahı suyla karşı karşıyaydı ve köylüler yüzmede mükemmeldi. Belki de karısı birden atlayıp işlere köstek olduğu için adamın bedenindeki taş çok sıkı bir şekilde bağlanmamıştı. Suya girdikten sonra biraz gevşemişti, böylece şu anda bile dibe batmamış, ve tek bir nefese güvenerek akıntı boyunca gölün kenarına sürüklenmişti.

Yan Xiaohan dış cübbesini çıkardı, suya atlarken ince bir biçimde giyindi ve tüm gücünü nehrin ortasına yüzmek için kullandı. Parmak uçlarındaki bıçağın gümüş kenarıyla birkaç kenevir halatı kesti, kaya parçası nehir yatağına düşerken ipi beraberinde sürüklemesine izin verdi, ardından hala mücadele eden adamı çekintisizce bir yumrukla sersemletti, onu kaptı ve kıyıya doğru yüzerek suyun yüzeyine çıktı.

Onu tam vaktinde kurtarmıştı. Adam suda boğulmuş olmasına rağmen, hala nefes alıyordu. Yan Xiaohan onu kıyıya fırlattı. Bir anlık gözlemleri ona, adamın sadece su tükürdüğünü ve kaçmaya dermanı olmadığını söylemişti, arkasını döndü ve tekrar suya dalarak pek uzakta olmayan göle yüzdü.

Yüzeyin üzerindeki loş hava zaten derindi ve gölün içi daha da bulanıktı. Yan Xiaohan yalnızca bir chi kadar kendisinin ötesindeki mesafeyi görebiliyordu. Nehrin gölle birleştiğini akıntıdan algılamış, nefesini tutarak aşağı dalmış ve gölün merkezinin derinliklerini araştırmaya devam etmişti.

Yüzdükçe yüzdü, sonra görünüşe göre bir şeye rastladığını hisseti. Balık olduğunu sanmıştı ancak sonra, o şey onu arkasından sürekli dürtmeye devam etti. Geriye uzandı ve onu yakaladı; dokunulduğunda yumuşak ve kaygandı, ve bakmak için yakına çekince, bir nilüfer kökü parçası kadar beyaz, keza sonunda bir çatallanma…

Bu bir insan eliydi.

Gölün bir sakiniyle el ele tutuşuveren Bay Yan, neredeyse ondan hemen ayrılamadı, ucu ucuna yoksunluğunun tekrar ortaya çıktığını ve halüsinasyonlarının yeniden baş gösterdiğini düşünmüştü. Şok geçirmiş gibi hissederek, bir dizi baloncuk tükürdü. Ağzında kalan hava, hiçbir şekilde, bir sonraki dehşet dalgasıyla karşılaşmaya maruz kalacak kadar yeterli değildi, böylece azimli bir biçimde kuyruğunu çevirdi, bacaklarını tekmeledi ve yukarı yüzmek üzere döndü.

Bir dakika sonra, gölün yüzeyinde geniş bir çiçek şekli oluştu. Yan Xiaohan onu yarıp geçmiş ve tam derin bir nefes aldığında, kenara gelen toynak sesleri akınını duymuştu.

Fu Shen atın sırtından atlayıp göle doğru hızlı adımlar atmadan evvel sabit durana kadar beklemedi. “Meng’gui!”

Yan Xiaohan ona elini sallayıp iyi olduğunu belirtmiş, ardından gölden nehre geri yüzmüş, kendini temiz suda durulamış da durulamıştı. Mizofobisi yoktu, fakat ceset suyunda bu kadar uzun süre yüzen herkes ister istemez rahatsız hissedecekti. Fu Shen göl kenarından nehir kıyısına kadar kıvrılan yolda onu takip etti, sonra gidip sırılsıklam olan Yan Xiaohan’ı çekti, dış cübbesini kaparak başının üzerine örttü. “Ne diye kendini bu kadar paralıyorsun?”

Yan Xiaohan onun elini kavradı ve gitmesine izin vermedi. “Söylemiyorum, yoksa sana dokunmama kesinlikle izin vermezsin.”

Fu Shen itiraz eder biçimde alayla güldü. “Tam bir baş ağrısısın.”

Suyun kenarında rüzgar güçlüydü. Yan Xiaohan iliklerine kadar ıslanmıştı, hem de rüzgar çarpmıştı - az evvelki sahneyle birleşince, saçları diken diken halde zangır zangır titremeye karşı koyamamıştı. Fu Shen kendi dış cübbesini çıkarıp ona vermeye niyetlenmişti ancak Yan Xiaohan onu sıkı bir şekilde kavramaya devam etti, bırakmadı. Fu Shen bir an için kurtulmaya çabaladı, sonra başarısız oldu. Küplere binmiş bir şekilde, “Hala bırakmıyor musun?” diye sordu.

“Hayır.” Yan Xiaohan ürperdi, her daim yaptığı gibi gülümsedi. “Çok korkuyorum. Beni tutmana ihtiyacım var Marki.”

Fu Shen, bu titreyen “zavallı ufaklığa” tarif edilmez bir şekilde kısaca baktı. “Neden ölesiye korkmadın ki?”

Böyle söylemiş olsa dahi, yine de Yan Xiaohan’ı kucaklamak için kollarını kaldırdı, onu rüzgardan korumak için kendi bedenini kullandı. İkili, et ve tırnak gibi dip dibe vaziyete gölün kıyısından ayrıldı, sonra bağlanmış olan ata baktılar. Sırtında, sade kıyafetleri olan baygın bir kadın yatıyordu. Yan Xiaohan afallattığı adama bakmış ve kafasını çevirip ikisinin tam olarak aynı kabalıkta olduklarını keşfetmemiş gibi davranmıştı. “Onları tapınağa taşıyalım mı?” Diye önerdi.

Her biri binaya birer kişi taşıdı. Fu Shen bahçede birkaç kırık odun buldu ve bir kamp ateşi hazırladı, Yan Xiaohan’ı pişene kadar kurutmak için yanına oturmak üzere çekti. Yan Xiaohan diğer adama göl yatağında ne gördüğünden biraz bahsetti, onu korkutma niyetiyle. Beklediğinin aksine, Fu Shen onun kaldırabileceğinden daha fazlasını kaldırabilirdi ve bunu duyması üzerine yalnızca kaşlarını çatmıştı. “Köylülerin davranışlarına ve geleneklerine bakılırsa, muhtemelen dibinde sadece bir ceset yok. Köyde bu kadar fazla ziyan edilebilecek kaç insan var?”

“Bu çok uzun süredir devam etmiyor.” Yan Xiaohan açıkladı. “Sanırsam başkentte beyaz çiğin yayılmasıyla aynı zamanda başladı.”

“Bu dediklerini biraz daha aç.”

“İlk olarak, Rahip Chunyang’ın başkente girmesi ve Saf Boşluk Manastırını mesken tutması aşağı yukarı üç buçuk yıl önceydi, yani Yuantai’nin yirmi ikinci yılının sonu. İkincisi, Jingchu’nun tahıl vergisindeki düşüş. Bu borcun geçen yıl ödenmesi lazımdı, fakat bu bahara kadar uzadı. Şayet tarım, güz gecesi beyazı dolayısıyla düştüyse, o halde Yuatai’nin yirmi beşinci yılının sonbaharından önce burada çıkmıştır.”

“Güz gecesi beyazı ve mahsul vergisi arasındaki ilişki nedir? İkinci kısım biraz gelişigüzel.”

“Jingchu, iki Jiang bölgesiyle aynı şekilde zengin ve önde geliyor olmasa da, hala verimli bir arazi. Geçen yıl, ne sel, kuraklık, yahut afet, ne de insan kaynaklı bir hadise veya savaş olmadı. Yine de tahıl vergisi yüzde yirmi oranında azaldı. Bu genel mantığa meydan okuyor.” Yan Xiaohan ona açıkladı. “Buna Kuangfeng İlçesinde de şahit oldun. Güz gecesi beyazına bağımlı olmak kolay ve fiyatı da tuhaf bir şekilde yüksek. Bağımlılar çoğunlukla yoksulluğa düşüyor ve hastalıkla boğuşuyor. Bu, çiftçilerin alt kümesinin iflas etmesine neden olmaz mı?”

“Üstelik, güz gecesi beyazının kendi içinde hızlı, büyük kazanımları var. Aralarından birinin kâr elde etmesi koşuluyla, her bir aile aynı şekilde takip edecekti, ve durum bu günü çağrıştırır nitelikte gıda mahsulleri yetiştirmek yerine güz gecesi beyazı yetiştirmeye dönüşecekti. Eğer biri önemserse, bu fikrin doğrulanması da kolay. Nihayetinde tarlalarda neyin yetiştiğine bakmak için başka bir gün Jing dışına tura çıkacağız.”

Fu Shen başını sallayıp anladığını belirterek ona konuşmaya devam etmesini işaret etmişti.

“Üçüncüsü, Yi Siming’in verdiği ifadeye göre, beyaz çiğ başkentte peyda olduğu zaman geçen yılın sonbaharı veya kışıydı. Bu, sen Mavi Kum Geçidi’nde yaralandıktan ve Majestelerinin bize evlilik yaptırımı uyguladıktan hemen sonraydı. Rahip Chunyang birkaç yıldır başkentte kendi yuvasına çekilmiş ve o vakitler hiçbir harekette bulunmamıştı. Tesadüfe bakın ki, Güney, güz gecesi beyazının uyuşturucu niteliklerini elde etti, böylece senden öç almak için onu düzenli bir şekilde başkente getirdi.”

Mevzuyu toparlamadan önce bir dakikalığına durdu. “Şimdiye kadar bulduğumuz ipuçlarına dayanarak, güz gecesi ilk önce Güneyde yayıldı, sonra Rahip Chunyang başkente getirdi. Bu hususta itiraz edilmemelidir.”

“Yine işleri varsayarak ele alıyorsun. Senin fikrine uyarsak, güz gecesi beyazı uzun zamandır var, fakat biri onu sakladı ve mühür vurup çıkarmayı reddetti. Lakin daha sonra, bir tür fırsat yakaladıkları için Jinchu bölgesinde yayıldı ve ardından Rahip Chunyang başkalarına zarar vermek için ondan biraz aldı. Güz gecesi beyazı böylesine kârlı olduğuna göre, neden kendine yüklü miktarda para kazandırmak için daha önce getirmedi? Neden bu kadar prensipli olmakta ısrar ediyor ve bunu ancak ben yaralandığımda kullanmak istiyor?”

“İşleri varsayarak ele almıyorum.” Yan Xiaohan başını salladı. “Vaktinde, perde arkasındaki kişinin kimliğinden çıkardığımız sonucu unutma, Jingyuan.” Diye hatırlattı.

Öldürmek için bir bıçağı kavramak, ancak onu kullanmaya yönelememek. Bunu başka birinde uygulamak tuhaf kaçabilir, fakat ya karşı taraf Demir Süvaridense?

Şayet derin bir düşmanlık ve sınırlı kişisel tolerans için olmasaydı, düşmana doğrultulmuş kasap bıçağını nasıl döndürebilir, ardından savunmak için etten ve kemikten vücutlarını kullandıkları diyarı nasıl hedef alabilirlerdi?

Fu Shen şu andan ölümüne kadar bir kalleş grevi başlatamayabilirdi, ama Süvarinin eski mürettebatının bunu yapması gerçek bir olasılıktı.

ÇN: Yani burada anlatılan şey, Demir Süvarilerin eski mensupları olan rahip Chunyang ve şu an adını unuttuğum yaşlı bi Prens, Fu Shen’in aksine kesinlikle bir darbe başlatabilir. Çünkü FS imparator veya halk ne yaparsa yapsın isyan etmiyor, ama onlar için bu geçerli değil.

Yan Xiaohan diğerinin kalbinin bunu kaldırmakta kesinlikle zorlanacağını sandı ve onu omzundan tutmak için kolunu kullandı. Fu Shen bir müddet enine boyuna düşündü. “Hala anlamadığım bir şey var: Eğer güz gecesi beyazı Güneyde Kuzeyden daha erken ortaya çıktıysa, o zaman bu fırsat benim yaralanmam değil, bundan önce başka bir hadise olurdu.”

Bu gerçek bir soruydu. Yan Xiaohan kaşlarını çattı, mırıldandı. “Geçen yılın yazı… o dönem Güneyi etkileyecek nasıl bir etken vardı?”

Birbirlerinin gözlerinin içine baktılar, gayet iyi hatırladıkları bir durum aynı anda zihinlerinde parladı. 

Yan Xiaohan, “Geçen yılın haziranında, bir sabah Mahkemesinde münakaşa etmiştik, ve Majesteleri ikimize de yarım yıllık maaş kesintisi uygulamıştı.” diye başladı.

Fu Shen, “Onun sebebi, Mahkemenin dört sınırın hepsine de Askeri Denetçiler sevk etmek istemesiydi, ve bir zat bunun için en uygunun Uçan Ejderha Muhafızı olduğunu söyleyerek çanak yalayıcılık² yaptı.” diye düzeltti.

ÇN: ²Yalakalık, dalkavukluk. FS hala adam olamamışsın yaa ben bile burdan onu seninle daha yakın olabilmek için önerdiğini anladım. 

Tüm bu geçmiş olaylar, sanki üzerinden bir ömür geçmiş gibiydi. 

O zamanlar, Mahkeme salonunda çirkin bir curcuna koparan ve ellerindeki hu tabletlerini diğer kişinin köpek kafasına vurmak için canı çıkan bu bir çift düşmanın, bugün yıkık dökük bir tapınağın içinde, ateşin önünde birbirlerinin yanına sokulurken tatlı tatlı cıvıldaşacaklarını, kim tahmin edebilirdi ki?

Açıkçası, dünyanın düzenine akıl erdirmek hakikaten zordu. Ömrü yeterse, kişi her türlü mucizeyi görecektir.

“İmparator’un dört taraftaki askeri gücü zapt etme fikri, öyle birkaç günde ortaya çıkmadı.” Dedi Yan Xiaohan. “Yazın bu soruşturma, senin durmadan dır dır etmen yüzünden reddedildi, bu yüzden yolculuk başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak mesele sabah Mahkemesinde gündeme getirildiğinden, bu İmparatorun, dört garnizon ordusunun üst amirlerinin kuyruklarını kıstırmalarını ve uslu durmalarını istediğini dünyaya açıkça bildirmekten farklı değildi.”

Fu Shen hiç de mutlu değildi. “Hey. Ne dedin sen? Kim durmadan dır dır ediyormuş?”

Onun konuyu değiştirmesi, bunu hem eğlenceli hem de garip bulan Yan Xiaohan’ın düşünce hattını bozdu. “Kabul etmiyor musun? Aslında mantıklı konuşuyordun. İmparatorun asıl niyeti, ülkenin her yerine Orta Ovalardan Askeri Denetçiler göndermekti. Fakat “Uçan Ejderha Muhafızı” kelimelerini zikretmekten başka hiçbir şey yapmadan, buna sıkıca tutundun ve bırakmadın, sonra benim kusurlarımı seçmeye başladın. “Durmadan dır dır” dediğin şey bu değil mi?”

Yan Xiaohan o gün şükür ki birkaç doğaçlama yapmıştı. O sırada, kasıtlı olarak konuyu asırlık bir mevzu olan “neden Uçan Ejderha köpekleri sürüsü sadık kulu tekrar yaralamak istiyor”a çekmişti, meselenin o keşmekeşte ucu açı bırakılmasına izin vermişti. Jing Ning Markisinin bir sayfa çevirir gibi yüz çevirip, şimdi boş yere kabul etmeyeceğini kim bilebilirdi?!

ÇN: Bu çocuk FS’e ne zaman yakınlaşmak istese, bilerek diğerlerine ona garezi varmış gibi göstererek kendini kötü adam yerine koyuyor… Ah başım…

Fu Shen ona başını salladı, kurt kılığına girmiş bir koyun edasıyla. “Bir kaplanın suç ortağı olmak, beş para etmez olmaktır.”

“Artık işe yaramadığı zaman bir katırı öldürmek, vahşi bir canavardan daha beter olmaktır.” Diye dalga geçerek geri dönüş yaptı Yan Xiaohan.

İkisi gözler önünde bir ağız dalaşına girmek üzereydi ki, arkalarından aniden ince bir inilti geldi. Aynı anda başlarını çevirdiler, eski bir çuval gibi köşeye attıkları kadının parmaklarını hafifçe oynattığını, yavaş yavaş kendine geldiğini gördüler.

--------------

Bölümün sonu.

Oy verip yorum yapmayı unutmayın.

Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab.


Yorumlar