Bölüm 53: Kurban

Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab.

Evet çevirirken kriz geçirdiğim bölüme hoş geldiniz.

Keyifli okumalar.

------------------

Hasta adam atalar salonuna teslim edildikten sonra, Irmaklı Tepe’de tekrardan barış sağlandı. Yan Xiaohan ve Fu Shen köydeki bütün köpekler tarafından kovalanma riskini göze almış, kimseye çaktırmadan ailenin bahçesine girmişti. Uzunca bir müddet duvarın altında kulak kabarttılar ve nihayetinde burada ne meydana geldiğini az çok kavrayabildiler. İddia edildiğine göre, hasta adam devası olmayan bir illete yakalanmıştı. Bütün köylüler bunun kötüye alamet olduğunu düşünmüştü, böylece yarın gece vakti nehir kenarında, şerri def etmek için bir kurban ayini gerçekleştireceklerdi.

Fu Shen’in beli ve sırtı ağrıyordu. Keza yorgun ve bitkindi. Neredeyse bu çömelmiş vaziyette duramıyordu; biraz öne sarsılmış, Yan Xiaohan’ın açtığı kolları arasına düşmüştü. Sonra, adam onu doğruca köyün dışına taşırken kendini hiç de yürüme zahmetine sokmamıştı. İkisi atlarını geri şehre mahmuzladı, ardından handa hizmetçiden yiyecek ve sıcak su getirmesini istediler. Yemek yiyip temizlendikten sonra General Fu belini desteklemek için yatağın üzerine sırt üstü yattı. Bay Yan tam bir bağlılık ve hamaratlıkla yatağın yanına oturdu, diğer adamın bacaklarını kucağında dinlendirmek ve masaj yapmak için hareket ettirdi. 

“Sence o “illet” bir veba mı?” Diye sordu Fu Shen. “Şayet öyleyse, köylüler bu konuda pek sakin duruyor. Veba bir defa yayıldığında, sadece bir köyün ölmesi hafif kalır.”

“İnsan doğası gereği bunu örtbas ediyor ve bildirmiyorlar.” Yan Xiaohan paçalarını yukarı sıvadı ve baldırlarında birkaç akupunktur noktasına bastırdı. “Bir düşün. Yetki alanındaki her şey güz gecesi beyazıyla boğulmuş olsa bile, bu bölgenin yetkilisi durumu Mahkemeye bildirmeye gönüllü değil. Veba olduğundan şüphelenilen tuhaf bir hastalığın Irmaklı Tepe’de sürekli çıkıp durduğunu bulsaydı, ne yapardı?”

Fu Shen’in kaşları havalandı. Yan Xiaohan, “Onların özgürce dolaşmasına izin vermektense, yanlışlıkla öldürmek daha iyi olurdu.” diye devam etti. “Yani, veba olup olmaması önemli değil, tamamen imha etme gelecekteki sorunları sonsuza kadar men edecektir. Eğer bu mevzu ortaya çıkarsa, tüm köylerinin ölümden kaçmasının zor olacağı köylülerin hepsi biliyor. Yetkili makamlara bildirmekten çekinerek, bunu karanlıkta tutmakta kararlı olmalarının nedeni bu.”

Fu Shen yatağa elini vurdu. “Ne çeşit bir köpekmiş o be? Mantık bunun neresinde?!”

Yan Xiaohan tebessüm edip suskun kaldı.

Fu Shen ona yan yan baktı. “Yo, bu sahiden tuhaf. Nasıl oldu da bugün pireyi deve yapan şımarık bir velet gibi davranmadın?”

Yan Xiaohan yerel yetkilinin muhakeme hattını nokta atışı tespit etmişti ve kendisinin kaçacak hiçbir yeri olmayacağına hükmetmişti. Fu Shen geçmişte ne vakit böyle konuşsa, mutlaka hafif bir şekilde bıçaklanırdı. Gerçi bu sefer, açık yürekli ve asil ruhlu olmak için yıllarca yaşadığı kötü hisleri gerçekten ortaya koymuş gibi görünüyordu, en gözde de olsa, gözden de düşse etkilenmeyeceğini oldukça belli eder bir imayla.

Hafifçe gülümsedi. “Bir tur daha şımarmaya izin verirsem dayanabilecek misin?”

Sanki Fu Shen kalbinde taklit edilemeyecek kadar sağlam bir şehir kurmuş gibiydi. Bu adamın tüm sevgi ve hoşgörüsünü, dünyanın bu ucundaki tüm canlılara tepeden bakmasına neden olacak şekilde elinde tuttuğunu anladı. Bir kimse kendine güvenme ve cesaret duygusuna sahip olduğunda, artık başarı ve başarısızlık arasında bir sınır kalmaz, doğal olarak başını kaldırır ve göğsünü şişirirdi.

“Böyle bir davranış—” Fu Shen’in uyluk kasları birden bire gerildi. “Hey. Elini nereye sokuyorsun sen?”

“Rahatla.” Diye yanıtladı Yan Xiaohan iyi niyetli bir tavırla. “Niçin bacaklarını böyle sıkıca birbirine bastırıyorsun? Onları biraz ayır… Başka bir şey yapmayacağım. Ağrımıyorlar mı? Senin için onlara masaj yapıyorum.”

Fu Shen tek kelime etmeden onun ciddiyetsizliğine izin vermiş, sadece gözlerini yumup Yan Xiaohan’ın istediğini yapmasına müsaade etmişti, gözleri kapalıydı ve kalbi endişesizdi. Aklından, bu günlerde yaşanan olayları tasnif etti. İlk önce, başkentte peş peşe cinayet vakaları olmuştu, ardından, Jingchu mahsul vergisinde düşüş, Yan Xiaohan’ın Irmaklı Tepe’de uyuşturucuya maruz kalması, ve Kuangfen Eyaleti güz gecesi beyazının akınına uğraması… Bu hadiseler silsilesinin esas noktası tamamıyla daha önce duyulmamış o uyuşturucuya düştü.

Şimdi netleştirilmesi gereken meseleler şunlardı: Öncelikle, Irmaklı Tepe’de hangi sır saklanıyordu, ikinci olarak, Jingchu’nun vergiyi azaltmasıyla güz gecesi beyazının feci tufanın arasında bir bağlantı olup olmadığıydı, ve üçüncüsü, güz gecesi beyazı hakikatte hangi kanal vasıtasıyla ithal edilmişti; doğal yollarla mı yetişiyordu, yoksa insan eliyle mi yapılıyordu? Her yerde biten bu güz gecesi beyazı durumu, yalnızca Jinchu bölgesiyle mi sınırlıydı yoksa çoktan başka bölgelere de yayılmış mıydı?

İlk başta Fu Shen, bu ayak işlerinin sonuna kadar Yan Xiaohan’ gizlice eşlik etmeyi isteyen anlık bir hevese sahipti, ancak aslında şeytani bir entrikayla karşılaşmıştı. Bu çürük şeyle karşılaşınca işin içinden tamamen uzakta kalma isteği zorlaşmıştı, ve bunun sadece bahtsızlığı mı yoksa zahmetli bir hayat yaşamak için mi doğduğunu bilmiyordu.

Kara kara düşündü, yavaş yavaş yorgun düştü ve sonra farkında olmadan uykuya daldı. Yan Xiaohan nefes alıp verişinin gittikçe düzenli bir hale geldiğini işitti, ve böylece bacaklarını usulca yatağa geri yerleştirdi, sonra üzerini örtmek için battaniyeyi çekti. Tam gidip ellerini yıkamak için kalkmak isterken, daha sırtı doğrulmadan ve tedbiri bırakamadan, Fu Shen ayılıverdi.

Tam olarak uyanık değildi, mahmur bakışlı gözleri hala pusluydu, ancak diğerinin gitmek istediğinin apaçık farkındaydı. Eli battaniyeden çıkıp yoklamıştı. “Nereye gidiyorsun?”

Yan Xiaohan o eli yakalamış ve battaniyenin altına geri sokmuştu, büsbütün pelte olacak şekilde yumuşarken biraz gülme arzusuna sahipti. Öne doğru eğilip onu kaşlarının arasından öptü. “Uyu. Ellerimi yıkayacağım.” Diye yanıtladı hafif bir şekilde.

Fu Shen bunu duyunca gözlerini bir kez daha kapadı, lakin bu sefer uykuya dalamadı. Kısa bir süre sonra, odanın içindeki mumlar sönmüş, perdeler inmiş ve karanlığın içinde kumaş hışırtısı duyulmuştu, hemen takiben yatakta yanına hafif bir dalış geldi. Yan Xiaohan döndü, onu kucağına alırken eylemleri oldukça nazikti. Fu Shen parmaklarının uçlarını onun elinin arkasına kenetlemek için kullandı, gözleri halen kapalıydı, sadece Yan Xiaohan’ın kulağına hafifçe iç geçirdiğini yakaladı. “Sadece çimleri hareket ettirecek bir rüzgar esintisiyle uyanıyorsun. Ne kadar kolayca hasar gören bir zihin.”

Vücut sıcaklığı ve nefes sesleri en iyi hipnotize edici şeydi. Fu Shen’in rehaveti geri döndü, şu anda kulağına gevezelik eden Yan Xiaohan tarafından pek rahatsız edilmedi. Yuvarlandı, Yan Xiaohan’ın beline elini koydu ve bilinçsizce iki kez okşadı. “Uyu,” diye mırıldandı.

Yan Xiaohan kıkırdamış, kendi kendine düşünmüştü: Bu adam nasıl gözünü açan ve annesini bulan, hatta annesi gittiğinde velvele çıkaran bir çocuk olabilir? Battaniyeyi yukarı çekip birbirlerinin omuzlarını örttü. “Mn. Uyuyacağım.” Diye yanıtladı alçak bir sesle.

Ertesi gün erkenden Irmaklı Tepe’nin arka dağına bir kez daha gitmişler, nehir kıyısında gözyaşlarını silip duran bir kadını fark etmişlerdi. Diğer kadınlar teker teker onu teselli etmek için öne çıktı — bu muhtemelen dün gece perişan halde ağıt yakan, Tian Cheng’in karısıydı. Fu Shen’in zindeliği iyice bugüne yönelmişti ve o ocak demirini elinde döndürdü. “Gözünü ondan ayırma. İcap ettiğinde yardım et. Belki birkaç baklayı ağzından çıkarır.”

“Emredersiniz Efendim.”

General Fu’nun ocak demiri az daha elinden fırlayacaktı.

Batıda güneş batıp yorgun kuşlar ormana geri döndüğünde, tarlalarda çalışan köylüler peş peşe evlerine döndü. Yan Xiaohan ve Fu Shen tüm köyü açık biçimde tepeden görecek şekilde, dağın yarısı çıktılar.

Tıpkı o gecenin tekrarı gibi, atalar salonu yolunda birkaç lamba yandı. Sırayla her bir aile ellerinde fenerlerle dışarıya çıktı, kademe kademe köyün sokaklarından kıvrılarak nehir kenarına doğru ilerleyen bir ışık şeridi oluşturdular.

Fenerlerin parıltısı arasından, kalabalığın içinden süslenmiş bir araba az uz kendini belli ediyordu. İçinde ölü ya da diri, beyaz giydirilmiş biri yatıyordu. Bu sahne Yan Xiaohan’ın sırtına bir ürperti gönderdi. Bu o gün atalar salonunda gördüklerini anımsatıyordu; o oldukça tuhaf, cenazevari alayı.

Ani bir sıcaklık patlaması elinin içinden geçti. Fu Shen onu tutmuş, görünen o ki düşünmeden bir şeyi ağzından kaçırmıştı. “Korkma.”

O akşam, bir zat köyün derinliklerine bir başına girmiş, onu kabustan çekip, yumuşak, keyifli  bir rüyaya göndermişti. 

Yan Xiaohan sessizce elini çevirdi, ikisinin parmaklarını birbirine kenetledi. “Mhm. Korkmuyorum.”

Fu Shen dişleri ağrımış gibi bir soluk çekmişti. Pek çok mahrem şey yapmışlardı, gel gelelim bu çocuksu el ele tutuşma vaziyeti tarafından bozulduğunu hissetti. Ancak bilmediği bir akıl yürütmeden yola çıkarak onu başından savmadı. Köylüler nehir kenarına varıp, süslü arabayı kenardaki boş bir yere yerleştirip, sonra zemininde su kabağı ve meyvelerden oluşan bir adağı düzenleyene kadar onu bu şekilde çekmesine izin verdi. 

Ak sakallı yaşlı bir klan mensubu cemaatten çıktı. Evvela nehrin akıntılarına ağırbaşlı bir şekilde üç kez secde etti, derhal takiben kol yeninden titrek bir halde sarı bir kağıt tılsım çıkardı, bir büyü okudu, sonra tılsımı bir tütsü çubuğuna geçirip tutuşturdu. Tılsım uçuşan küllere döndüğünde, elinde bir zil salladı ve yüksek sesle dua etmeye başladı. Fu Shen belli belirsiz duyabilmişti; mantra, bir topluluğun merhamet, günahkarların aydınlanması, güzel havalarla kutsanmak, bir salgının bitmesini istemek üzerine gibi görünüyordu.

“Şu anki hanedan çoktan Nehir Kontu’na kurban adanmasını hepten kaldırıp, Su Görevlisi ve Ejder Kral için toprağa şarap dökme olarak değiştirmişti. Bu aptallar sürüsü neden nehri insanlarla doldurmaya cesaret ediyor?” Diye merak etti Fu Shen.

Önceki Hanedanın eski geleneklerinden bahsetmişti. Önceden, kötü bir hava ve sel ile karşılaşıldığında, vatandaşlar Nehir Kontu’nun kızgın olduğuna ve kurban verilmesi gerektiğine, ancak o zaman yatışacağına inanıyordu. Adak için domuz ve koyun gibi çiftlik hayvanlarını kullanmak iyiydi, ancak bakire oğlanlar ve kızlar yahut güzel görünen bir kadın çok daha iyiydi. Sayısız, suçsuz günahsız kadın ve çocuk bu uğurda hayatlarını yitirmişti. Mevcut Hanedanlığın kuruluşunun başlangıcında, Büyük Ata bu geleneklerin kesin suretle ortadan kaldırılmasını emretmişti. Ülkenin her yerindeki Kont’un tapınakları yıkılmış, canlı kurbanlar yasaklanmış ve yeni bir uygulamaya geçilmişti. 

Bugün, bir asır sonra, o kabusun tekrar peyda olacağını, eski bir olayın tekrar vuku bulacağını kim düşünebilirdi?

Yan Xiaohan elini ona koydu. “Bekle, acele etme. Nehir Kontu sadece havayı kontrol eder; hiç vebaları kontrol ettiğini duymadım. Üstelik, eski zamanlardaki kurbanların hepsinin bakire çocukları hedef aldığı söylenir, ve arabadaki kişi bir adama benziyor. Bunu muhakkak Kont’a kurban sunulması olarak göremeyiz. Şimdilik sessizce değişiklikleri izlemeye devam edip bundan sonra ne yapacağını görelim.”

Yaşlı adam ilahisini okumayı bitirdiğinde, sıkı bir şekilde bürünmüş iki adam arabadaki beyazlı kişiyi kaldırdı, ardından karnına iri bir taş bağladı. Bir saniye içinde, kalabalığın içinde duran bir kadın, yürek parçalayan, kederli bir feryat kopardı ve diğer herkesin engellemesine inat, onlarla savaşmak için kendini iki adama attı. “...Bırakın öleyim! Bırakın onun için öleyim!”

Köy muhtarı eliyle birkaç kadına gelip onu uzağa çekmelerini işaret etti. Kadın baştan ayağa zayıftı, ağlayıp lanetler savururken yere karın üstü yatmış ama herkes sağırmış gibi davranmıştı. İki adam beyaz giysili adamı kaldırdı ve nehrin taşkınca akan suyuna fırlattı. Bunu takiben yaşlı biri “Gerçek Ölümsüze saygılar sunulur” diye horoz gibi öttü ve herkes ahenk içinde yere diz çöküp, inançla nehre üç kez secde etti.

Fu Shen’in yüzü su kadar çöküktü, ve keskin gözleriyle, içine atıldığı anda adamın kol ve bacaklarının hala durmaksızın mücadele ettiğini bile görmüştü. “Bu nehir ölümsüz tilki tapınağının arkasındaki o küçük göletle birleşiyor. Oraya bakarsak hala onu kurtarma şansımız olabilir. Gidelim,” diye fısıldadı.

Ancak Yan Xiaohan karşı koydu. “Kocasının ölmesiyle karısı da geceyi sağ geçiremeyebilir. Adamı aramak için ben göl kenarına gideceğim, sen kadını takip et. Duruma göre eğer kocasını kurtarmak için zaman kalmazsa, canlı bir tanığa ihtiyacımız var.”

Fu Shen bir an için mırıldandı. Bu pek emin olamayan halini görünce Yan Xiaohan ne konusunda endişelendiğini anladı. “Sakin ol,” diye yatıştırdı. “Yüzmede kötü değilim, eğer bir şey olursa herşeyden evvel önce kendimi korurum ve bir yabancı için tehlikeli bir risk almaya değmez.”

“İhtiyatlı olmalısın. Geçen ki eşi benzeri görülmemiş cinsten bir yıldırım bir saniyede durduramayacağım bir şey.” Fu Shen, Yan Xiaohan’ın vaktinde kendini sakatlamaya çalıştığı bıçağı kol yeninde hissetti, sonra onu kollarına attı. “Birazdan kadını tilki tapınağına getiririm.”

Yan Xiaohan bıçağı aldı, hünerli bir numarayla parmakları arasında döndürdü. Atına bindi ve bir gülümsemeyle rüzgarı karşıladı, gecenin alacakaranlığında yüz hatları parlıyormuş gibi göründü. “İyi. Orada görüşürüz.”

—---------------

Bölümün sonu.

Oy verip yorum atmayı unutmayın.

Yazar diyor ki: Karanlıkta parlayan? Bay Yan ateş böceğine dönüşmüş bir ruh olabilir mi, eh? (eatswatermelon.jpg

Yorgun, acıların evladı Berry: Biz ne bilelim amığaniyum yazar sensin…

Arkadaşlarım fark ettiğim üzere kitabın bitmesine az kalmış. Hızlı olmak istiyorum ama bu yazar! …Ama bu yazar bazen öyle yazıyor ki kimin ne sikim konuştuğunu hiçbir şekilde anlamıyorum o yüzden tercüme de edemiyorum, eğer sorun yazar değil de çevirmendeyse… küfür etmeyecem şimdi neyse. O yüzden tercüme etmek için çok uğraşsam da bazı yerler göt gibi kalıyo ne yazık ki, ona yapacağın bir şey yok ne görürsem onu çeviriyorum artık. Mesela cümlede hasan çok konuşkan değildir diyosa ben onu ağzından cımbızla laf alırsın diye bize uygun olarak çevirmekten hoşlanıyorum, olduğu gibi aktarınca google translate gibi oluyo çünkü. Ama bazı yerlerde cidden bu mümkün olmuyo ve çok sinirlenip mutsuz oluyorum… Neyse bays :* 


Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab.


Yorumlar