Bölüm 52: İyileşmek

Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab.


Keyifli okumalar.

-----------

Güya sonbahar gecesi bağımlılığında ilk üç gün en tehlikeli ve zor olan günlerdi. Yan Xiaohan yaşlı doktorun felaket tellallığı tarafından kandırılmıştı bu yüzden de kendini bıçaklı bir merdivene çıkmayı ve ateşten bir denize atlamayı hazırlamıştı. Ama kim bilebilirdi ki, “her şeye kadir” Jing Ning Markisinin elinde olacağını? Dehşet ve karanlık olması gereken bu hatıralar tam aksine tatlılıkla sarılmıştı ve o kadar acı verici görünmüyordu. 

Gelgelelim, yoksunluğun getirdiği alevlenmeler onu aptallaştırmıştı. Çok fazla şey istememe konusunda kendini defalarca kez tembihlemişti ancak bazı zamanlarda uyandıktan sonra Fu Shen’in enerjisinin bedeninden delice sömürüldüğünü fark etti. 

Birkaç gün geçtikten sonra, Yan Xiaohan, her şeyi kuşatan karanlık durumunun ve bir şeyleri birbirinden ayırt edememe halinin yavaş yavaş zayıfladığını hissetti. Böylece Irmaklı Tepe ve ölümsüz tilki tapınağına geri dönüp oralara biraz bakınmalarını teklif etti.

Bu günlerde Fu Shen güneş gökte tepeye gelene kadar uyuyordu. Son derece etkili iyileştirici toniği su içercesine dikleyip onu tembelce yanıtladı. “Bunun başında bana ne söz vermiştin? Çabuk unutmuşsun.”

Yan Xiaohan dudaklarını büzdü. “Bununla ne kadar çabuk ilgilenirsek o kadar çabuk geri dönebiliriz. Bu mesele sonsuza kadar geçiştirilemez.”

Fu Shen alayla gülümsemiş, çenesini tutmaya uzanmıştı. “Sana zorbalık yapıyormuşum gibi davranma. Kim bu zavallı halini görecek?”

Yan Xiaohan onun elini tutup bir öpücük için dudaklarına çekti. “Her kim bunu görünce üzülürse.” Diye yanıtladı ciddiyetle.

“Şımarığın tekisin.”

Bunun üzerine Yan Xiaohan ne moralini bozdu ne de itiraz etti, yalnızca ona su kadar nazik bir bakış attı. Fu Shen tartışma olsun diye onunla tartışmaktan korkmuyordu, sadece kanına girmek için cazibesini kullanacağından korkuyordu. Bilhassa hasta bir güzelliğin benzersiz tadıyla. Çok geçmeden buna direnemedi ve iç çekti. “Peki, peki. peki. Bir yere gitmek istiyorsan git öyleyse. Hepsi sana bağlı olacak.”

Geçen günki “ailemizde son sözü ben söylerim” şeklinde gözüpek, kahramansı sözler işitilebilir bir şekilde yere çakılmıştı. Şimdi o “aile reisi” halleri iyileştirici tonik sayesinde çoktan sarhoş edilmişi. 

Irmaklı Tepe dağlara yakındı ve bir su kütlesinin karşısındaydı. Tablo güzelliğindeki manzarasıyla rahat ve sessiz ütopya olmalıydı, ama kimsenin beklemediği şey, yüzden fazla hanesi olmayan bu küçük köy aslında pek çok karanlık sırla sarmalanmıştı.

Buradaki köylülerin yabancılara karşı fazlasıyla tetikte olması yüzünden Yan-Fu çifti özellikle dikkat çekiciydi. İkisinin de kılık değiştirme yeteneği olmayınca köyün arkasındaki dağ ormanına çömelmekten ve köyle onları ayıran nehirle uzaktan gözlemlemekten başka çareleri kalmamıştı. Alacakaranlıktan güneş batıncaya kadar, bütün gün boyunca çiftçilerin ekip bitmesini ve kadınların sebze yıkamasını izlediler. Fu Shen’in sıkıntıdan birkaç taş fırlatması dışında iki kumrunun başka hasadı olmadı. 

“Bu böyle olmayacak Bay Yan.” Dedi Fu Shen. “İkimiz burada ölene kadar çömelsek de gözetlememiz bir neticeye varmayacak. Sorgulaman için gidip birini yakalasam daha iyi.”

Yan Xiaohan cevaplamadı, düşüncelere dalmış gibiydi.

Fu Shen gidip sırtını sıvazladı. “Meng’gui?”

“Hm?” Sanki ansızın bir tür senaryodan kopmuş, görüşü onun odaksız, boş satırlarından geri dönüyor gibiydi. “Ne dedin?”

Fu Shen’in başka hiçbir şeye aldırışı yoktu, sadece ona dik dik bakıyordu. Onda bir terslik olduğu şiddetle fark etti ve bileğindeki nabzını dinlemek için elini öne uzattı. “Neyin var?”

Yan Xiaohan ne düşündüğünden emin değildi ama doğrusu ondan kaçındı. İşbirliğinde bulunmasına alışan Fu Shen, boş havayı yakaladı ve olmayan bir şey derhal bir şeye dönüştü. “Neden benden sıyrıldın? Elini uzat da bakayım.”

Yan Xiaohan kontrolünden çıkıp seğirirken ellerini kol yenlerinin içine geri çekti ve böyle yapınca durumları daha da şiddetlendi. “...Yok bir şey,” diye direndi. 

“Bir şey yokmuş, hadi ordan.” Dedi Fu Shen soğu bir şekilde. “Samandan bir elek gibi sallanıyorsun hala daha benle taşak mı geçiyorsun?”

Aklından üç kez “o hasta, onunla bir olma” dizesini tekrarlayıp içindeki ateşi güç bela bastırdı. “Bağımlılık yeniden hareketleniyor değil mi?”

Yan Xiaohan’ın benzi attı. İnkar etmedi. 

Fu Shen, alacakaranlığı çevreleyen ve yoğun bitki örtüsünü içine alan etraflarına şöyle bir baktı. Ormanın bu bölümünün tamamı aşırı derece sessizdi, duyulacak tek bir insan yoktu, yalnızca temiz esinti ve kuşların ötüşmesi vardı. İhtiyar yüzünün ısınmasına mani olamadı. “Sen de ne biçim bir yer seçmişsin böyle…” Diye iç çekti.

Yan Xiaohan Fu Shen gibi bir geçmişe sahip ve yetiştirilmiş birinin, gökyüzünü perdeleri ve toprağı yatakları olduğu bu kırsal alanda kendisine yanlış yapacağını hiç de hayal etmemişti. Sözlerinden ifade ettiği fikri duyunca çabucak, “Bu olmayacak… ortalığı karıştırma.” dedi.

Fu Shen karşılık verdi. “Şu anda şehre geri dönmeye dayanabilir misin?” 

Belki yıkıma yol açan yoksunluktu, belki de birikmiş kendini kınama ve suçluluk duygusu nihayet böyle bir anda uçuruma dökülmüştü. Yan Xiaohan nereye gitmek isteğiğinden pek emin değildi fakat yine de biraz geri yaslandı, ses tonu üzgündü. “Jingyuan, kendini zorlamana gerek yok…”

Geri çekilme hareketi herhangi bir sözden daha yaralayıcıydı. Fu Shen öfkeden az daha sırıtacaktı. “Zorlamak mı?” Diye yanıtladı.

“Tamam. Seni anlıyorum.” Yan Xiaohan’ı işaret etti. “Ben senin hastalığını iyileştirmek için çalışma tarzımı değiştiriyorum, sen de beni dikkate alma tarzını değiştir, değil mi?”

Fu Shen orman yolunda volta atmış, büsbütün küplere binmiş ve kendini dizginleyip durmuştu, ta ki artık içinde tutamayana ve dipsiz bir öfkeyle kükreyene kadar. “Yan Meng’gui, ben seni ellerimde tutmayı ve kıymetli bir hazine gibi üzerine titremeyi iple çekiyorum ve bu, senin kafanda altı üstü kendimi “zorluyorum” mu oluverdi? Vicdanını köpekler mi yedi lan?!”

O savaş meydanından çıkmış bir adamdı ve hakikaten sinirlendiğinde sesinin içinde soğuk bir ışık ve kanlı bir aura varmış gibi görünüyordu, azameti Tai Dağının ağırlığıyla insanın tepesine bastırıyordu. Yine de Yan Xiaohan’ın kafasına bu azarlamayı yağdırırken adamın dedikleri aslında kalbe korkunç bir rahatlama hissi veriyordu. 

Ona haksızlık ettim, diye düşündü kendi kendine. 

Fu Shen’in onu sevdiğini biliyordu, fakat sıradan zamanlarda birini şımartmak ve hoşgörüyle yaklaşmak farklıydı, elinini ılıktan soğuğa vurmamış bir Genç Efendiyi ona uyum sağlaması için alıştığı şeylerden vazgeçirmek farklıydı. Başlangıçta aynı ormanın kuşları olan karı ve koca, büyük bir musibetin başında ayrı yollara uçacaklardı ve bu cümlede yanlış bir şey yoktu. Bir kişi çoktan uçurumdan aşağı düşmüştü; diğerini de aşağı çekmek, derin bir sevgi denizinde birlikte batmak şart mıydı?

Fu Shen kükremesini bitirdi. Ateşi henüz dinmemişti ancak başı soğumuştu. Yan Xiaohan’ın bakışlarında hem üzüntü hem sevinç gibi müphem bir şey belirdi. Fu Shen az çok uyuşturucunun etkisinde olduğunun farkındaydı, ve ne zaman akıl sağlığı zayıflasa, nefret ve antipati duyguları sanki zehirli otlar gibi büyüyordu. Fu Shen yalnızca onun fiziksel arzusunu tatmin etmekle kalmayıp ruh halindeki değişimleri de sık sık dikkate almak zorundaydı. 

Anlamadığı yegane şey… Yan Xiaohan neden daima kendisini onun yüküymüş gibi hissediyordu?

Bu kadar düşününce o kadarını yüksek sesle sordu. Görünen o ki Yan Xiaohan onun bu konuda o kadar açık sözlü olacağını tahmin etmemişti, konuşmadan önce bir anlığına şaşkın şaşkın baktı. “Benim… zehirlenmem kendi tedbirsizliğim yüzünden oldu, yine de zihnini ve enerjini tüketerek yıpranan kişi sensin. Bacaklarındaki yaralanma daha tamamen iyileşmedi, bü yüzden başkentte kalıp istirahat etmen lazımdı. Ama sırf benim için oradan oraya koşturup duruyorsun… sana doğru dürüst bakamayıp tam tersine sürekli yükün olan benim.”

“Bu yorumuna göre kimsenin kimseye borcu yok, o halde bana düzgünce bakman için ortada ne sebep var?” Fu Shen konuşmayı devraldı.

“Bay Yan, seninle evlenmemin bitmek bilmez servetin için mi yoksa zatının yüksek, üçüncü derece yetkili memurluk konumu için mi olduğunu düşünüyorsun?” Gülümsemesi soğuktu. “Böyle bakacak olursak, ne gücü ne de rütbesi olan, sakat olan benim asıl, senin yükün olmam gerekir. Ne diyorsun buna?”

Ağzından çıkan “sakat” kelimesi Yan Xiaohan’ın duymaya en az katlanacağı şeydi. Bütün düşünceleri bir anlığına dumura uğradı. “Saçma sapan konuşma.” Dedi kısık bir sesle.

Kızgın yağa su dökermiş gibi, Fu Shen’in yüzündeki alaycı tavır sertleşti, hüsranı onu büsbütün ele geçirdi.

“Sen…” Kalbine hafif baskıcı bir ateş hücum etti. Yan Xiaohan’ı asmak ve aklını başına getirmek için bir müddet dayak atmak istedi. “Her neyse… bu saçmalık hakkında konuşmayalım, ama önce arzularına bir çözüm bulalım, tamam mı?”

“Meng’gui, sana uyuşturucu verilen gün, gelip seni bulduğumda ne yaptığını hatırlıyor musun?” Fu Shen aniden gündeme getirdi.

Her nasılsa, sesi bir anda yumuşadı ve hata hoş bile denebilirdi. Yan Xiaohan bir müddet düşünceli bir şekilde kaşlarını çattı ancak gerçekten de aklına getirememişti, reddederek başını salladı.

“Ben hatırlıyorum. Geçen bugünler içinde, gözlerimi kapatır kapatmaz görebildiğim tek sahne bundan ibaret. Ömrüm boyunca unutamayabilirim.” Fu Shen aşağıya doğru baktı. “O zaman hala “Ren Miao” idim. Sana yaklaştığım anda, bir cun’luk bıçağı kaptın ve koluna saplamaya davrandın. Bana gerçeği söyle. O gün aslında orada başka bir insan olsaydı, ne yapacaktın?”

Yan Xiaohan’ın gözleri onun gözlerinin içine baktı, cevabı apaçık ortadaydı.

O bıçak elbette tam içine saplanacaktı. 

Fu Shen onun önüne yürüdü, sonra yüzünü hafifçe okşamak için elini kaldırdı, sanki  var olmayan göz yaşlarını siliyormuş gibi. “Buraya, bunca yolu o kadar uzaktan kimin için geldim sanıyorsun? Konuşmaktan dilimde tüy bitti Meng’gui. Sana düşkün olmak için yeterince vaktim olmamışken, neden kendini bir yük olarak görüyorsun? Eğer bir gerekçe üzerine diretirsen,” ses tonu açıkça şaka yapıyordu, ancak tavrı kusursuz bir şekilde ciddiydi. “o zaman beni yeşimden yapılmışım gibi koruyabilirsin, ben de ne istersen yapmana izin veririm. Ne istersen o verilecek. Anlaşıldı mı?”

Güz gecesi beyazıyla vurulmasından şimdiye kadar, Yan Xiaohan kalbinin içinde doğruca bir uçuruma yön veren büyük, ağzı geniş bir delik açıldığı hissetmişti ve sanki ebediyen tatmin bilmeyecekmiş gibi tüm vahşi fantazileri, takıntıları ve arzuları o uçurumun içinde bulunuyordu. Aklı selimken kendini tutabiliyordu ancak değilken, uyuşturucunun getirdiği kontrol kaybı ile kendi iğrenç gerçek renklerini birbirinden ayıramıyordu. 

Şimdi ise Fu Shen tereddüt etmeden o uçuruma atlamıştı. Onu karşılayan şey, haşin bir canavarın saldırması değil, iyileşmenin ortasında hala yaralı bir kalpti.

Yan Xiaohan nihayet “mükemmellik” damgasının, Fu Shen’i kucağında himaye etmek için kanatlarını açma anı değil, ne zaman düşecek olsa bir anda ona yardım etmek için bir çift el ortaya çıkması olduğunu anladı. 

Hafifçe eğildi, Fu Shen’i belinden tuttu, ardından onu en yakın ağaca bastırarak konuşmaktan bitap düşmüş ağzını tıkadı.

Soğuk rüzgar esip geçerken ağaç yaprakları hışırdadı. 

Gökyüzü zifiri karanlık olduğu an ancak o zaman iki derli toplu adam korudan yürüyüp çıktı. Birisinin yürüyüşleri apaçık zayıf ve dengesiz, her adımda üç kez sarsılıyordu ve böyle devam etmesine seyirci kalamayan diğer adam, onu belinden tutup atın sırtına kaldırdı.

Tam gitmek üzereydiler ki, Irmaklı Tepe’de uzak bir yerden ani bir curcuna koptu. Bir kadının feyat çığlığı gece havasını deldi. Pek çok hanenin fenerleri arka arkaya yandı ve bir sürü insan camlarını açarak boğazlarından bir soru çıkardı: “Tian Cheng’in karısı… ne oldu?”

Neyse ki saat bir hayli geç olmuştu ve pek çok hane kapılarını kapatmıştı. Konuşmalar büyük ölçüde bağırıştan ibaretti ve dağ yamacındaki ikilinin bunu kabaca tahmin edecek kadar duymalarına izin veriyordu. Biri yanıtladı. “Tian Cheng konusunda yapacak bir şey yok! Onu atalar salonuna taşımamız ve yarın uğurlamamız gerekecek!”

Kadın göğsünü yırtacak kadar sertçe haykırdı. “Amcalar, teyzeler, o hala kurtulabilir! Şehirde bir doktora göstereceğim onu! Atalar salonuna göndermeyin… Size yalvarıyorum…”

Kaba bir erkek sesi bağırdı. “Olmaz! İlçe merkezine gidemezsin! Bir adam için bütün köy bulaşacak mı?!”

Fu Shen ve Yan Xiaohan aynı anca birbirlerine baktılar. 

Bu Irmaklı Tepe’de sahiden bir bit yeniği vardı. Nasıl hasta bir adamın tıbbi tedavi için ilçe merkezine gitmesi bütün köyü kapsayabilir?

Fu Shen’in düşüncelerinde ansızın uğursuz bir tahmin fitillendi. “Yoksa… bir veba olmasın?”

-------------

Okuduğunuz için teşekkürler.

Oy verip yorum yapmayı unutmayın. 

Yorumlar