Bölüm 46: Yağmurdan Korunmak

Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab.

Keyifli okumalar.

----------

Başkentin banliyöleri, Kırılmış Söğüt Köşkü.

Dağın bitki örtüsü canlı renklerle bezenmişti, kavak ve söğüt yaprakları esintide dalgalanıyordu. Köşkten çıkan yolcuların az miktarda olması ne yazıktı. Onların arasında saçı sakalı tamamen ak olan bitkin görünümlü yaşlı adam, tam olarak birkaç gün önce kraliyet hapishanesinden yenice serbest bırakılan Zheng Guang idi. 

Öğrencisi Gu Shanlu tarafından desteklenmiş, tekerlekli sandalyede oturan adamla yüz yüze gelmiş, kenetlenmiş elleriyle ona doğru eğilirken titremişti. 

Fu Shen kabul edemeyerek bir yana dönmüş, diğerinin geri doğrulması için mütevazı bir tavırla elini kaldırmıştı. “Buna hacet yok, Bay Zheng.”

“Adaletin idamesini üstlenmemiş olsaydınız Efendim, bu sıradan kimsenin yaşlı kemikleri şu anda büyük ihtimalle kraliyet hapsinde çürüyor olacaktı. Hayat kurtarıcı kibarlığınıza şükranla hürmet edilmelidir.” Diye yanıtladı Zheng Guan.

“Elbette öyle olmamalısınız.” Fu Shen gülümsedi. “Cennet sizin gibi değerli insanlara yardım ediyor ve Gu Shanlu gibi iyi bir öğrenciye sahipsiniz. Bu Marki bir tek dudaklarını oynattı o kadar; asıl işi yapan kişi evde. Bu Fu doğrusu bunun için meziyet almaya cesaret edemiyor.”

Kuangshan Koleji hukuki olayı Fu Shen’in bir süre önce duyduğu bir şeydi ve Zheng Guang hakkında bir iki şey biliyordu.

 Zheng Guang gençliğinde dahi bir çocuk olduğu için ünlü olmuştu. Bu hususta test edildikten sonra yerel bir yetkili olmak üzere atandı, ancak bir amirinin baskısı dolayısıyla terfi etmesine izin verilmedi. Doğasında ateş gibi şiddetli olan Zheng Guang, şapkasını alıp gitmiş, bir keşiş olarak yaşamak üzere memleketine geri dönmüş ve o andan itibaren bir daha Mahkemeye adım atmamıştı. Kendini uzun yıllar boyu bilimsel araştırmalara adamıştı, eserleri dünyaca ünlü hale gelmişti ama sözleri çarpıcıydı. Günün sorunlarını eleştirdi, sık sık geleneklere aykırı hareket etmeyi iddia ediyormuş gibi yaftalandı. Geçen kış, Karlı Erik Kulübesi Denemelerinde yazdığı görüşleri “dünya içinde yaşayanların hepsine aittir” yüzünden, ilgili bir şahıs onu Mahkemeye rahatsızlık çıkarmakla suçladı. Böylece Zhen Gunag “kitleleri yalanla aldatma” ve “Hanedan hakkında ölçüsüz yorum yapma” esasında suçlu bulunmuş ve hapse gönderilmişti. 

Kuangshanlılar daima gereksiz çocuksu velveleler çıkarmakla daha çok ve gerçekten bir şey yapmakla daha az ilgili olmuşlardır. Zheng Guang’ın hapsedilmesinin ardından, yüzlerce öğrenci kuşlar ve kemirgenler gibi dağıldı, yakın arkadaşları zehirli bir belaymış gibi ondan kaçtılar. Sadece Gu Shanlu peşinden koştu, onun adına yalvardı, fakat insanların nasıl kayıtsız kaldıkları düşünüldüğünde sonuçları çok az oldu.

Gel gelelim, Zheng Guang’ın kaderi kısa kesilmemişti yahut ilginç bir şekilde Cennetin iradesine sahipti. Çalışmaları Fu Shen’in zevkine uyuyordu, bu yüzden Fu Shen’in onun hakkında izlenimi vardı. Kuangshan olayı vuku bulduğunda, Yeni Yıl ile çakışıyordu bu nedenle şimdiki yıla kadar sürüklenerek gelmişti. Yıldönümünü Gu Shanlu ve Fu Shen’in konuştuğu Engin Uzun Ömür Festivali takip etti ve ancak o zaman Zheng Guang’ın aslında onun hocası olduğu ortaya çıktı. Fu Shen Jin Yunfeng davasının gerçeğini yıllar önce öğrenmişti- tam da Yan Xiaohan’ı konuşturmak için bir bahane bulmaya çalışırken Kuangshan davası çıkıvermişti karşısına.

Fu Shen ve Yan Xiaohan’ın onun şans yıldızları olduğunu söylemek abartı olmazdı. Eğer bu ikisi aylaklık etmek istememiş olsaydı, Bay Zheng o hücrede daha ne kadar çömeleceğini bilemezdi. 

Yan Xiaohan Fu Shen’e razı olduktan sonra, ilk başta Zheng Guang’ın kaçması için ona sahte bir ölüm ayarlamayı planlamıştı. Beklenmedik şekilde, nisanın 4’ünde başkent ani başlayan, şiddetli bir kar yağışına uğradı. Şehir gümüşi beyazla örtülmüştü, saraydaki Yuantai İmparatorunu bile içten içe panikletiyordu. 

Uzun Ömür Festivali’nde bayıldığından beri hastaydı, Mahkeme kurulu üç günde bir toplanmak üzere değiştirilmişti ve milletin işleri yönetime yardımcı olmak amacıyla Yüce Zafer Salonuna bırakılmıştı. İmparatorluk bakım evi onunla her türlü yöntemi kullanarak alakadar oluyordu ancak başından sonuna kadar ilerleme yoktu. İmparatorun eylemleri Cenneti kışkırtmış, kendine şöyle bir bakması ve davranışlarını gözden geçirmesi için yukarıdan bir uyarı çekilmiş olabilir miydi?

[ÇN: Ettiğini buluyor işte oh olsun ohh]

Yalnızca Mahkeme yetkilileri öyle düşünmekle kalmıyor, İmparatorun kendisi de buna inanıyordu ve hasta bedenini bizzat imparatorluk atalar salonunda saygıyla diz çökmek için sürükledi. Yan Xiaohan demir tavında dövülür diyerek Kuangshan Koleji olayını onun huzurunda gündeme getirme şansı yakaladı. Bittabi İmparator söylediklerinden etkilendi ve ertesi günü bir lütuf fermanı çıkardı ve genel af verdi. 

Şimdi adam Qi Prensi ile güneye gitmiş olduğundan, Fu Shen şahsen Zheng Guang’ı uğurlamaya gelmişti. Sadece veda etmek için değil, kasıtlı olarak diğerinin başarısını o alimler grubunun önünde göstermek içindi. 

İki kelime olan “evdeki kişi” kelimeleri Denetçi Gu’nun suratına çarpmış ve ona yıldızları gösterip dişleri acımış misali ağzını seğirtmişti. 

“Her halükarda, Marki ve Efendi Yan’ın kurtarma girişimi sayesinde benim hocam ölümcül tehlikeden kaçabildi.” O da Fu Shen’e bakarken eğildi. “İkiniz de ziyadesiyle onurlu ve adilsiniz. Bu yetkilinin minnettarlığı ebedidir ve ölünceye kadar mutlaka nezaketinizi geri ödeyeceğim.”

“Karım gitmeden önce, Bay Zeng’e ayrılık yemeği vermek istediğimi duydu ve bana özellikle şunu iletmemi tembih etti: Gerçekten ona geri ödemenize gerek yok. Yalnızca umuyor ki gelecek günlerde, sizlerin şu ağızları merhamet eder ve onu “Mahkeme uşağı” diye daha az ayıplar. Sadece bununla memnun olacak.” Diye şaka yaptı Fu Shen. 

Krallığın bilginleri Uçan Ejderha Muhafızına karşı aralıksız bir suçlama içindeydiler, onlardan korkunç bir şekilde tiksiniyorlardı - özellikle de Zeng Guang gibi yaşlı bir hoca. İlk başta Fu Shen’in adaletsizliği fark ettiğine, her taraftan gelen Uçan Ejderha Muhafızlarıyla yiğitlik ve zeka savaşında ter döktüğüne ve ancak o şekilde onu öbür dünyayı boylamaktan kurtarabildiğine inanmıştı. Ancak, hiçbir suretle beklememişti ki, Jing Ning Markisi Mahkemenin kan tazısından bahsetmeyen üç cümle kurmamış, kendisine yapılan hayrın tamamını ona meyletmişti. Hapse girdiğinden beri zaman nasıl değişmişti öyle? Kendini cinayete değil de hayırseverliğe adamak… buna hala Uçan Ejderha Muhafızı denebilir miydi?

Denetçi Gu ondan daha hevesliydi. Hocasının hala tam bir şokta olduğunu görünce, Fu Shen’e çaresizce gülümsedi. “Öyleyse, bir usta ve mürit olarak bizim adımıza lütfen yardımları için Efendi Yan’a şükranlarımızı sunun.”

Fu Shen onun olayların işleyiş biçimini tam olarak anladığını söyleyebilirdi ve memnun bir halde başını salladı. “Ağzınıza sağlık.”

Çok geçmeden Gu Shanlu Zheng Guang’a arabasına binmesinde yardım etti ve veda ederek el salladı. Onun gidişini seyretti, ardından Fu Shen’le vedalaştı ve atını geri şehre sürdü. Fu Shen bunun üzerine kendi arabasına bindi ve Eversong Dağı’ndaki villaya yönelerek diğer yöne gitti. 

İlk baharın aydınlığı tam da olması gerektiği gibiydi, ılık, nemli taze çim kokusu rüzgarda savruluyordu. Soğuk Yiyecek Festivali başlamıştı. Bahar manzarasında yürüyüş yapmanın tam sırasıydı. 

Ne büyük yazık…

Çiçekler buradaydı, ancak onların toplanmasına acıyan kişi burada değildi. 

 Yan Xiaohan Jingchu’ya gitmişti. Fu Shen başkentte tek başına kalmakla ilgilenmiyordu, böylece sadece villada iyileşmeye gidecekti. Yu Qiaoting ve Xiao Xun, geriye sadece birkaç kabadayı ast bırakarak uzun zaman önce insanlarını Kuzey Yan’a geri götürmüştü. Avare avare gezmekten mutluydu, günleri sıkıntısızca geçerken hayatta boş boş süzülüp duruyordu. Ancak, tam da o akşam, villanın girişinde ansızın kalın perdeli bir araba durdu.

Perde kaldırılmış, geniş bir kutu peyda olmuştu. Ateş ışığının aydınlatması altında, köşelerinden birinde siyah demirin soğuk kıvılcımı yanıp kaybolmuş gibi göründü. 

Birkaç gün sonra, Jing Eyaletinin dışında.

Şu anki noktaları Jing Eyaletine yaklaşık iki günlük yolculuktu. Qi Prensi ve grubu Falez Kışlasından sabah erkenden ayrıldı ve aynı gece bir sonraki kışlaya varmayı amaçladı, lakin şanslarına gökten bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı. Nehir kabardı, ana yollarına taştı ve onları rotayı değiştirmeye zorladı. Sonunda yağmur daha da şiddetli bir hal aldı ve neredeyse tek bir adımı bile zor zanaat atacakları noktaya geldi.

Suyun yaptığı sis ve görüş alanlarının her tarafındaki yağmur sesiyle yollarını kaybetmekten kıl payı kurtuldular. Şans eseri, şehir dışında hala doğa şartlarından koruyabilecek harabe bir tapınak bulmakla sonuçlandılar. Yan Xiaohan sucuk gibi olmuş Prense ana salona aceleyle dalarken eşlik etti. Putun mekanı kaplayan toz ve örümcek ağlarıyla yıkık dökük olduğunu ancak binanın her şekilde hala sağlam duracağını belirledi. Rahat bir nefes verdi. 

Kahyalar yağmuru yarıp geçtiler. Arka avluda yakılabilir kuru odun olarak kullanılabilecek yarı kırık bir kapı keşfettiler ve ateş yaktılar.

 Sıcak su ve yanan ateşle yağmurdan kaçmanın getirdiği panik gitgide azaldı. Yan Xaohan sistemli bir şekilde, gece orada kalacakları için hazırlık olarak insanlara erzak bölüştürdü ve gece nöbeti için ayarlamalar yaptı. Kapının önünde durur vaziyette arkasından ışık vuran figürü açıklanamaz bir güven hissiyatı veriyordu. Prens hayatı boyunca pohpohlanmış bir kraliyet soyu olsa da, zorluklara karşı epey dirençliydi; ıslak kıyafetlerini değiştirdikten sonra, bir bardak sıcak su tutarken yakına gelip tozla kaplı putu inceleyecek ruh halindeydi. 

Buna karşılık Yan Xiaohan yanına geldi. “Ekselansları?”

“Tapınağın hangi ilaha taptığını biliyor musunuz Bay Yan?” Diye sordu Prens.

Yan Xiaohan puta bakarken hafif biçimde gözlerini kıstı, ancak tek ayırt edebildiği; uzun boylu olması, saçlarının bir iğneyle topuz biçiminde tutturulması, uzun, oval göz ve kaşlarla süslenmiş olmasıydı. Ölümsüz bir kadına benziyordu. “Lütfen bilgeliğinizi bahşedin.” Diye yanıtladı mütevazı bir tavırla.

“Girişteki isim levhası bir hayli hasar görmüş ancak yine zorlukla seçilebiliyor.” Görmesi için işaret etti Prens. “Bu Fanxian.”

Yan Xiaohan Budizm temelli yetiştirilmişti, yani hiç “Fanxian” diye bir şey duymamıştı ve şaşırmadan edememişti. “Peki hangi ölümsüz varlık bu?”

Prens sırıttı. “Fanxian ölümsüz bir tilkinin başka bir adıdır. Bu tapınak aslında bir huli jing’e* adak olarak yapılmış.”

Yan Xiaohan içinden Buda’ya ya da Bodhisattva’ya adamak varken kırsal bir canavara adanmış diye eleştirdi. Endişeli veya başka bir şey değildi, ancak ağzı şöyle konuştu: “Öyleyse tilki bir zamanlar burada tezahür ederek, içinde ona tapınmaları için insanları bir tapınak inşa etmeye teşvik etmiş.”

“Ataların kaleme aldığı sözler der ki, “tilki iblisi olmadan, etrafta bir köy olmaz”. Ölümsüz bir tilkiyi kutsal kabul etmek yurttaşlar arasında alışılmış bir olaydır, ve bu onlardan birinin tapınağı olduğuna göre fazla uzakta olmayan bir köy olmalı.”

Yan Xiaohan başını salladı sonra ona, “Ekselansları gerçek ejderhanın çocuğudur, dolayısıyla kötü ruhlar ve canavarlar sizden kaçınacaklardır. İhtiyacınız olan tek şey dinlenmek ve bunun hakkında endişelenmemek.” dedi.

Birkaç gün önceki şiddetli kar yağışı mucizesi yüzünden Prens, şu anda bu doğaüstü konuşmaya epey inanıyordu. Lakin Yan Xiaohan’ın tavrına bakıldığında, o cümle silsilesini başkasını rahatlatmak için kullanmasına karşın aslında şahsen bunların hiçbirine inanmıyordu.

Sadece bu cesaret parçası ona bu bir ayağı çukurdaki tapınağa katlanmanın o kadar da zor olmadığını hissettirmişti. Zar zor eniştesi olarak düşünülebilecek bu ikiyüzlüyle kıyaslandığında, birkaç doğaüstü varlık daha korkutucuydu. 

[ÇN: Bazen FS hariç herkesten içten içe nefret ettiğin izlenimine kapılıyorum…]

Şiddetli yağmur perdesi yüzünden gece çökmeye başladığında dışarısı göz gözü görmeyecek kadar karanlık olmuştu. Bolca kuru yiyecek ve içecek su getirdiklerinden geceyi geçirmekten bir korku duymuyorlardı. Yan Xiaohan’ın en çok korktuğu şey, tapınaktan çok da uzakta olmayan, fazla küçük olmayan bir göldü; mekan yüksek bir arazide inşa edilmişti ancak, fırtınanın su seviyelerini yükseltip gecenin bir yarısı sel baskını olmasından korkuyordu. 

Dalıp giderken, uzaklardan aniden sulu patlama sesleri geldi, sanki bir şey çılgın bir atılganlıkla bir şeylerinden içinden geçiyormuş gibiydi. Ses yaklaşıyor da yaklaşıyordu. Yan Xiaohan bütün dikkatini vererek yakından dinledi. Beklendiği gibi kısa bir süre sonra, konik şapka takan bir figür yağmurdan dışarı atıldı ve doğruca içinde bulundukları yıkık dökük tapınağa ilerledi. 

Bir saniye içinde şahıs tam gözlerinin önüne gelmişti. Şapkası yüz hatlarını gizliyordu, hiçbir modeli yahut süslemesi olmayan uzun siyah cübbeler giyiyordu. Sırtında sabitlenmiş, içinde bir kılıç varmış gibi görünen sarıp sarmalanmış uzun bir kumaş vardı ve bir deri bir kemik kalmış bir atta oturuyordu. Islak bir halde, “Güzel kardeşim, bu yağmurlu gün yolu kayganlaştırıyor, bu yüzden şimdilik korunmak için mekanınızı ödünç alacağım. Çok teşekkürler, çok sağolasın!” diye ona doğru seslendi.

Bir parlamayla, belindeki kılıç kınından çıkmış, buz gibi bir ışık saçarken diğerinin atını engellemişti. Adam dehşetle anında atını dizlerinden geri çekti, az daha geriye düşecekti. Yan Xiaohan’ın hafifçe soğuk çıkan sesi yağmur sesinin içinden geçerek geldi, biraz zor duyulmuştu. “Hayal kırıklığı için üzgünüm. Ödünç alamazsın.”

Adam şaşıp kalmış, kısa süre sonra inanmayarak bağırmıştı. “Ne dedin?”

“Dedim ki, başka yere gitmen gerekiyor.” Yan Xiaohan olduğu noktada milim oynamadı. “Burada senin için barınacak bir yer yok.”

Qi Prensi içerdeydi ve kim bilir bu adam nereden gelmişti. Masum olsa ve dışarıda sırılsıklam ölecek olsa bile, yine de girmesine izin veremezdi. 

Adam onunla mantıklı konuşmaya çalıştı. “Ağabey, ikimiz de vahim bir duruma düşmüş insanlarız. Bu ıssız yaban elde sığınacak başka bir yer bulacağımı tam olarak nasıl akıl ediyorsun? Biraz yardımcı olsan. Hiçbir şey yapmayacağım, yağmur durduğunda da buradan gideceğim. Ya da sana para verebilirim, mahsuru yoksa eğer…”

Sikke kesesini bulup çıkaracaktı fakat Yan Xiaohan hala mantığa boyun eğmiyordu. “Olmaz.”

“Hala neden saçmalıyorsun?” Adam sinirlenmişti, daha parasını çıkaramamıştı bile. “Ailen mi yaptırdı yaptırdı bu tapınağı? Yoksa ordaki Yüce Ölümsüz, kendilerine bekçi köpeği ol diye seni mi tuttu? Aylık maaşın ne kadar? Ben sana onun iki mislini vereceğim, oldu mu?!”

Yan Xiaohan: “……”

Küfürleri kaza eseri hedefi gözünden vurmuştu.

Yan Xiaohan’ın gözleri zayıf bir soğuklukla parladı, parmakları kılıcın kabzasına sımsıkı kenetlendi, bileği hedef aldı. Kılıcın ucundaki ışıkla örtüşen yağmur gümüş iplikler gibi görünüyordu...

-------------

Bölümün sonu.

*Huli jing: Çin mitolojisindeki bir varlıktır. Kelime anlamıyla tilki ruhu olan huli jing, iyi ya da kötü alamet edilebilen, çoğu zaman güzel ve genç bir kız olarak görünen bir varlıkmış. İnsanları büyüleyip aldatırmış bazıları.

Yazar diyor ki: Bunların hepsi uydurma, gerçek olarak düşünmeyin. [ÇN: Yani tilki tapınağı olan yerde köy vardır veya bunun gibi hurafeler uydurma demek istiyor.]

Oy verip yorum yapmayı unutmayın

Yorumlar