Keyifli okumalar^^
------------
30 Mart, şafak sökerken.
Bir hizmetkar alelacele koşturdu ve efendinin yatak odasının kapısını çalarak içerideki Yan Xiaohan’ı ürküttü. Fu Shen onun yanında, yattığı yerden hareketlenirken diğer adam tarafından nazikçe kucaklandığını hissetmiş gibiydi. “Yok bir şey.” Dedi kısık, mırıltılı ve boğuk bir sesle. “Uyu sen.”
Üzerine bir cübbe geçirdi ve kalkıp, yüzünde rahatsız edilmekten gelen yorgun bir ifadeyle kapıyı açtı. “Hayırdır?”
Hizmetkarın ağzı kulaklarına varıyordu. “Müjdeler olsun! Qi Prensinin Malikanesinden biri az evvel haberleri getirdi. Zevcesi bugün Kaplan (03.00 - 05.00) vaktinde küçük bir Kontes doğurmuş ve hem anne hem kızı gayet iyilermiş.”
Bu Fu ailesi için, Prensin Zevcesinin diğer cariyelerin hepsini sollayarak en büyük meşru kızı doğurması hakikaten sevinçli bir durumdu. Bir oğul olmasa bile, bu hala Prensin Malikanesinin ilk çocuğuydu ve muhakkak el bebek gül bebek yetiştirecekleri aristokrat bir inci olacaktı. Yan Xiaohan, herkesin yarım aylık ek ücret alacağı mesajını iletmesi için onu hesap ofisine gönderdi, lakin kapıyı kapatıp arkasını döndüğü vakit fark etti ki, Fu Shen bilinmeyen bir zamanda çoktan tamamen uyanmıştı ve tam yatakta oturmaya çalışmak üzereydi.
Battaniye aşağı kaymış, kemeri gevşemişti ve kıyafetinin yakaları sonuna kadar açılmış, sağlam, pürüzsüz ve hafif bir şekilde görülen karın kaslarını ifşa etmişti. En dehşet verici şey ise, köprücük kemiğine dağılmış kırmızı lekelerdi, kızıllıklar göğsüne kadar yol boyunca süzülüyor gibi görünüyordu; tek bir bakışla ateşli bir geceden kalma sağlam deliller oldukları söylenebilirdi. Ve onunla tatlı sevişmeler yapan şey özellikle coşkulu, baş belası bir serseriydi — neden boğazında bile emilme izleri bırakmıştı be?!
Fu Shen kalktı ama hiç de düzgünce oturamadı, çünkü “bel” kısmı hiçbir sebep yokken bedeniyle bağlantısını kesmiş gibiydi. Kaşlarını çattı ve koluyla belinin aşağısını destekledi, hareketleri biraz büyütülmüştü. Yan Xiaohan derhal kendini ona fırlattı ve sanki bir hazineyi çalınmaktan koruyormuş gibi onu sarıp sarmaladı ve geri aşağı indirdi. “Kalkma, sadece yat.”
Şansına Fu Shen daha yenice uyanmıştı ve henüz dün gece olanları hatırlamayı akıl etmemişti. Yalnızca “Qi Prensinin Zevcesi”ni belirsizce duymuştu ve bu konuda soru sormak niyetiyle göz kapaklarını açılmaya zorluyordu. “Prensin Zevcesine neler oluyor?”
“Tebrikler, dayı oldun.” Yan Xiaohan’ın kuru, sıcak avcu onun alnına yerleştirildi. “Bir kızı olmuş ve birisi az önce iyi haberi bildirmek için geldi.”
Fu Shen aniden alarma geçti. “Ya kardeşim?”
“Rahatla. Anne de bebek de iyi.” Yan Xiaohan dış cübbesini astı sonra geri yatağa yattı, diğerinin yarısını örten örtüyü yukarı sıyırdı. İkisi yorganın altında birbirlerini sıkıştırdı, kişinin gözlerini yummasını sağlayan sıcaklık ve sevgi, sanki onları düşler ülkesine geri uçurabilirdi.
“Hala erken. Biraz daha uyu, ve uyandığında onları tebrik etmek için Prensin Malikanesine git.”
Öyle fısıldamıştı ki ancak onlar duyabilirdi, yatak perdesi tarafından kuşatılan minik dünyalarında aralarında özel bir tür mahremiyet vardı. O andan sonra, sahiden bir şeyler farklılaşmıştı.
Diğeri onu tutarken Fu Shen’in sırtının altına masaj yapıldı, ağrılı ve uyuşmuş kasları azar azar tekrardan hissiyatını kazandı ve o akıl almaz hadise tezce aklına geldi. Pencereden gelen zayıf ışık vasıtasıyla göğsüne göz atmak için başını eğdi. “Yan Men’gui, köpek misin sen amına koyayım?”
Kısık bir gülüş kulağına doğru aktı, beraberinde kalp gıdıklayan bir karıncalanma patlaması getirdi. İç çekişindeki taminkarlık daha bile meçhul bir doygunluk taşıyordu. “Jingyuan.”
“Mm?”
“Jingyuan.”
Fu Shen’in tüm suratı aşağı çekildi. “Git yumurtalarla oyna.”
“Hayır.” Yan Xiaohan’ın arzusu yerine getirilmiş olmasıyla, tüm benliği şu anda, büyük harflerle “şımarmış” kelimesinden ibaretti. Art niyetli bir edayla diğer adamın kulağına yapıştı. “Sadece seninkilerle oynarım.”
Fu Shen ifadesizce ona tokat attı. Tiz bir ten sesi vardı fakat, sadece fazlasıyla hafif bir acı vardı. Yan Xiaohan bunun, daha büyük bir şeyi önlemek için küçük bir cezalandırma olarak asla sesli şekilde söylemeye gönüllü olmadığı merhameti olduğunu biliyordu. Ona sahici bir güçle vuracak olsa bile, tıpkı dün gece kaşlarını çattığı ve soluk soluğa kaldığı ancak bir kere olsun ona durmasını söylemediğindeki gibi olacaktı.
Adama sımsıkı sarılmadan edemiyordu, kullandığı güç, ikisinin etini ve kanını birleştirmek istemeye benziyordu. “Zahmetlerin için teşekkürler, Jingyuan.”
Fu Shen serinkanlı bir halde, “İşine geldiği zaman efendi olmayı bırak.” diye cevapladı. “Nasıl oldu da dün beni rahatsız ederken böyle davrandığını görmedim? Bir dahakine bana yalandan özür dilemeye gelmeden önce, o sallanan tilki kuyruğunu saklamayı unutma.”
“Bir dahakine mi var?”
[ÇN: O kadar lafın içinden bunu cımbızlayan koca yürekli YanYan 😂👏]
“... Tabii ki yok. Kaybol.”
Tekrar uyandığında yatağın diğer tarafı zaten boştu. Pencerenin dışındaki gökyüzü ışıldayarak göz kamaştırıyordu ve kuşların cıvıltısı duyulabiliyordu. Yan Xiaohan’ın ne kadardır onu belinden bastırdığı konusunda hiçbir fikri yoktu, Fu Shen nihayet dimdik oturmayı başarmıştı. Titiz bir muayeneden sonra, üzerindeki tüm morluklardan ve aşk ısırıklarından adeta korktu. Yan Xiaohan’ın bir köpek olduğunu söylemek ondan övgüyle bahsetmek olurdu; Gerçekten de Uçan Ejderha Muhafızından gelmeyi hak ediyordu, zira bu tahribat Ceza Dairesininkine bir hayli benziyordu.
Kesinlikle bu halde dışarı çıkıp insanlarla buluşamazdı. Belirsizce Yan Xiaohan’ın yatak başlığında yara ilacı olduğunu söylediğini anımsadı, böylece uzandı ve bir çekmeceyi çekip açtı. Dalgın dalgın bir süre içini aradı. İlaç şişesi bulamadı ancak, didik didik arayarak küçük, ahşap bir kutu çıkardı.
Kilitli değildi. Fu Shen bunu pek takmadı, derhal kapağı açarken eli kafasından daha hızlı davranmıştı.
Kan kızılı, oymalı ipeğin üzerinde yan yana koyulmuş iki adet asma yeşim kolye vardı. Birisi parlak ve ışıltılı, yeni gibiydi, birisi ise parçalandıktan sonra altın kakma görmüş, zor zanaat orjinal görünümüne döndürülebilmişti.
Olduğu gibi, ikisini de büsbütün tanımıştı.
Çoktandır Cai Yue mevzusunu biliyordu. O sırada kalbi çalkantılıydı ve sakinleşmek zor olmuştu. Sıkıntısının limitinin bu olduğuna inanmıştı ama şimdi bunun üstüne başka bir endişenin ekleneceğini tahmin etmemişti.
Ne yönden bakarsa baksın önemli değil, Yan Xiaohan şüphesiz pasif ve zayıf bir insan değildi, ki hatta hayırsever yahut iyi yürekli biri olduğu bile söylenemezdi. Sadece mesele Fu Shen’e geldiğinde hareket etmekten korkacak raddade dikkatliydi.
Fu Shen gözlerini kapatmasıyla kendi içindeki bir yığın hatayı ayırt edebiliyordu: Kafasına estiği gibi hareket ediyordu, hoşgörülü olması gerektiğinde eli ağırdı fakat hoşgörülü olmaması gerektiğinde arkadaş canlısı olmaya çalışıyordu… hatta ergenken dünyada daha bile gülünç şekilde cahildi. Açık konuşmak gerekirse, sahiden o hadisede tamamen sorumluluğu yok değildi, ama neticede Yan Xiaohan bu konuda uykusuz kalan, tüm zulümü çeken tek kişiydi.
[Çn: Kendi yanlışlarını fark etmesi çok hoş…]
Böylesine kıymetli bir muameleye layık olmak için, hangi erdem ve kabiliyete sahipti ki?
Transa geçtiği esnada, koridordan hafif ve istikrarlı adım sesleri gelmiş, kısa süre sonra tam olarak dış kapıya yaklaşmıştı. Yan Xiaohan bir eliyle kapıyı iterek açıp, diğer elinde saç bağlamak için mor-altın renginde bir toka ile içeri girdi. “Uyanık mısın, Jinyuan?”
Fu Shen hiçbir şey olmamış gibi yatakta oturdu. “Mhm. Ne getirdin?”
Yan Xiaohan tokayı küçük bir tabureye koydu, yeri gelmişken onun için ısıtılmış bir dış cübbe getirdi ve konuşurken giymesine yardım etti. “Bugün Qi Prensinin Malikanesine gitmiyor musun? Az evvel birine hediyeleri hazırlamasını söyledim. Sonra sana bir toka buldum. Tebrik etmek için birini ziyarete gidiyorsun, çok sade giyinemezsin.”
Fu Shen’in beli hala ağrıyordu. Miskince diğerine yaslandı. Birden, “Bir süreliğine benimle oraya geleceksin.” diye belirtti.
Yan Xiaohan’ın eli titredi, az daha tokayı yamultuyordu. “Seninle geliyorum?” Diye tekrarladı sersemlemiş halde.
Birlikte aile ziyareti yapmak gibi şeyler ancak doğru ve uygun evli çiftler tarafından yapılabilirdi. O ve Fu Shen kağıt üzerinde evli olmalarına rağmen - yanı sıra gerçekten evliler - başkalarının gözünde bu boş bir nikahlanmadan başka bir şey değildi. Qi Prensinin Zevcesi kuvvetle muhtemel onu hiç de “aile üyesi” olarak kabul etmeyecekti. Niçin durduk yere Fu Shen onu yanında götürmek istesin ki? Bunun neyi ima ettiğinin farkında değil miydi?
Fu Shen, “Şöyle ki, önümüzdeki ay Qi Prensi ile Jingchu’ya gideceğin için evvelden selamlarını ileteceksin.” diye cevapladı. “Hepimiz bir aileyiz, siz ikiniz önceden yakınlaşmalısınız.”
Bir aile...
Yan Xiaohan’ın elleri usulca onun omuzlarına düştü, ve, pek net olamayan tunç ayna vasıtasıyla Fu Shen yüzünden geçen çaresizlik parıltısını yakaladı.
“Ne?” Diye gülümsedi. “Yeni bir yeğenin oldu. Dayısının karısı olarak, onu görmeye gitmek istemiyor musun?”
Yan Xiaohan, Fu Shen’in tutumundaki değişimi açıkça hissedebiliyordu ve buna etki edenin dün geceki sevişme olup olmadığından emin değildi. Üstelik Fu Shen önceden ona fazlasıyla anlayışlı imtiyazlar vermiş olsa da, çok nadir ondan bir şey istemek için insiyatif almıştı ve ilişkilerinin ilerleyişi ikisiyle sınırlıydı, başkalarının bildiği bir şey değildi. Lakin şimdi, görünüşe göre en sonunda Fu Shen’in “benlik” kapsamına aktarılmıştı.
Kaotik kalp atışlarını bastırmaya çabaladı. “Sen ve ben birlikte ziyaret ediyoruz… Prensin yanlış anlayacağından endişelenmiyor musun?”
“Neyi yanlış anlayacak?” Fu Shen sekteye uğradı, ardından bir şeyi idrak etti. Sonra çapkın bir biçimde diğerinin yanağını sıktı, konuşurken sırıtmaya hakim olamamıştı. “Bay Yan’ımız güzel, kibar, cana yakın, karılık görevlerinde muntazam ve bittabi saygın ve zarif. Merak etme, kişinin metresini güzel bir evde tutması¹ burada yapılmıyor.”
“Yapamam…” Yan Xiaohan sürçü lisanını fark etti ve birden çenesini kapadı.
Fu Shen’in azar azar yüzü düştü. “Ne demek istiyorsun? Lafını bitir.”
Heybetli aurası yükseldiğinde Yan Xiaohan hemencecik içine sindi. Onu böyle görünce nasıl olur da Fu Shen hala anlamazdı? Kalbinde acı ve öfke vardı ve hala anlam veremediği ufacık bir nefret vardı. “Peki o halde,” diye alayla gülümsemeye devam etti. “Görkemli Kraliyet Müfettiş Temsilcisi ve Üst Generalin tam olarak ne ara aşağılık kompleksine kapıldığından haberim yok?”
Ete pençelerini geçirmiş ve kafasının üzerine bir çivi çakmıştı. Yan Xiaohan’ın bir müddet dili tutuldu, sonunda gergin bir sesle söze başladı. “Jingyuan, her yanım pislik içinde. Yapamam—”
Fu Shen masaya vurdu. “Yan Xiaohan! Konuşmaya devam et ve gör bakalım ne oluyor!” Diye bağırdı sert bir şekilde.
Demin adama “lafını bitir” demişti şimdi ise konuşmasına izin vermiyordu, bu doğrusu biraz mantıksızdı. Ama Yan Xiaohan, kendisinin kastettiği şeyi Fu Shen’in zaten anladığını biliyordu.
Öylece bencil olup Fu Shen’e balçık bulaştırmaya yeltenemezdi. Jing Ning Markisinin yarım ömürlük temiz bir itibarı olmuştu ve kendi pis işli hayatı tarafından lüzumsuzca lekelenmemesi lazımdı.
Kulağa çok saçma geliyordu ama gerçekten de inandığı şey buydu.
Fu Shen aşağılık kompleksine sahip olduğunu söylemişti, yanılmamıştı da. Bu denli rahatsız edici bir kökenle ve çocukluktan yetişkinliğe kadar bu tür bir atmosferde yetişmekle… ister delicesine bir coşkunluk ister istekli bir alçak gönüllülükte, Yan Xiaohan zaten kendine hakim olmada elinden gelenin en iyisini yapmış olmanın bir neticesiydi.
Aslında Fu Shen, Yan Xiaohan’ın sorunun temel notkasının, onu fazla ciddiye almasından kaynaklandığı konusunda netti. Ve Fu Shen ona geniş bir güvenlik hissiyatı vermekte başarısız olmuştu. Statüleri arasındaki uyuşmazlık çok büyüktü ve bunu ne kadar umursarsa, bundan gelen kazanç ve kayıpları da o kadar ölçüp biçiyordu. Sahip olmaya engel olamadığı dalgınlığın ortasında, bir yandan da her bir yakınlaşma anının çalınmış bir zaman olduğunun açıkça farkındaydı.
Doğuştan bu dünyada canlarının istediği gibi dizginsiz olamayacakları verilmişti, bu yüzden yüreğinin kanını bu şekilde harcamıştı.
Bir yılanın yazgısıyla doğmuştu, ancak kusurlarına sahip olmamıştı. Böyle bir düşünce… tuhaf biçimde acınasıydı.
“İmparator bana ve sana bir evlilik onayı verdi. Bu belli ki, Kuzey Yan’ın komutasını istikrarlı bir şekilde devralmaya hazırlamak olarak, seni Fu ailesinin yarı üyesi olmaya zorlamak değil miydi? Hal böyleyken, üzerine düşeni yapıp tez elden itibar kazanman gerekmiyor mu? Niye aksine bir köşeye çekilip kimseyle buluşmaya cesaret edemiyorsun?”
Her bir kelam kalbe azap verdi.
“Gayet iyi biliyorsun ki askeri güç peşinde değilim.” Dedi Yan Xiaohan kasvetli bir sesle.
“Evet, benim için yapıyorsun. Ben de seninle gizli saklı değil meydanda olmak istiyorum ama sen istemiyorsun.”
Yan Xiaohan’ın da öfkesi yükseldi. “Sanki bu konuda gizli olmak istiyorum? Sen ülkeyi destekleyen saf, değerli bir yetkilisin – Mahkemenin kan tazısına bulaştığını duymak kulağa hoş mu gelecek?!”
“Pekala, anladım.” Fu Shen son derece öfkeli halde alay etti. “Kalbinde tekrar tekrar söyledin, Bay Yan, sahte bir itibar kadar önemim yok.”
Yan Xiaohan iç geçirdi, öfke geldiği kadar tez gitmişti. Bugün Fu Shen’le tartışmak istemiyordu. “Jingyuan.” Dedi kavgayı uzlaştırmaya çalışarak.
“Şu anda birlikteliğimizin isim lekelemek olduğunu düşünüyorsun.” Fu Shen aniden sesini yükseltti. “Siktiğimin beni çoktan lekeledin, nasıl oluyor da o zaman değil de ancak şimdi bunu düşünüyorsun lan?!”
[ÇN: Abbowwwww]
“……”
Büyük ata, ne olur bağırma.
“Bugün bu sözleri buraya bırakıyorum. Sen ve ben Kutsal Efendimiz tarafından bir evlilik onayı aldık. Ayinler Bakanlığı düğünü hazırladı. Karı koca olarak resmi bir evlilik yaptık. Altın Sahne’de Cennete, Yeryüzüne ve atalarımıza tapındık. Zhou Dükü ritüelini² tamamladık. İstikbalde, bir çift olarak turnalarla ahirete uçacağız ve aynı mezara gömüleceğiz.
Evli bir çift bir bütündür. Layık olup olmama diye bir şey söz konusu olamaz; bu kapıdan dışarı çıksak dahi, bana elbette ki “koca” diyebilirsin.”
Yan Xiaohan’ın gözleri kenarlarda sıcaklık hissetti, ve etkilenmişti, ve mutlu olmuştu.
Ne ağladı ne güldü. Sonsuz söz geldi dudaklarının kenarına ve hepsi bir iç çekişe dönüştü. “Ne demek istediğini anlıyorum. Eğer şu saniye korkunç bir şekilde ölseydim, hiçbir pişmanlık duymazdım. Sorun şu ki, dedikodular manevi olarak öldürür ve sadece benim itibarımın bunun tarafından yıpranmış olması kafi. Bana kulak ver ve seninki de cefa çekmesin. Buna değmez.”
“Az önce ne demek istediğimi anlamadın mı sen?” Dedi Fu Shen kararlı bir biçimde. “Sana sahip olmak bana yeter, ne için sahte bir itibar isteyeyim ki?!”
--------------
¹Şimdiiğ şöyle bir hikayesi var: Çindeki bilmem kaçıncı imparatorların birisi prensken prenses ablası daha küçük yaşta onu kucağına oturtup evlenmek ister misin diye sormuş. Prens evet deyince salondaki kişileri göstermeye başlamış ama prens hepsini reddetmiş. En sonunda prenses kendi kızını gösterdiğinde “Evet!” demiş. “Eğer gelecekte karım olması için A-Jiao’ya sahip olursam, kadınımı tutabileceğim altından bir ev inşa etmeliyim.” Yani biraz “yandere”ce bir davranış, bizim tabirimizle “kıro”ca.
²Zhou Dükü evlenmeden önce seks yapılmamasını söyleyen bir püritenmiş(bir şeylerin saf kalmasını ileri süren düşünürler) ama sonradan kimse onu dinlememiş ve zamanla “Zhou Dükü ayini” diye alaylı bir deyim haline gelmiş.
Chichi der ki: Aslında cıbıldak olmakla sonuçlandılar. Hepinizi ÇİFTE DOLANDIRDIM
Çevirmen notlarını es geçiyorum ama ikidir bu yaptığı büyük ayıb valla siz de görün istedim lmtlkmssçbc Ve SONUNDA halvete de girdiler! Keşke biz de görebilseydik... :”)
Yorumlar
Yorum Gönder