Bölüm 43: Çıplak Bırakılmış

Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab.

 Keyifli okumalar.

------------

Yuantai İmparatoru’nun onu Kuzey Yan Ordusu üzerinde otorite vermekle görevlendirmesi, Yüce Zafer Salonuna girmesi için bir istisna yapmaktan ve hatta birkaç prensin gücünü dengede tutmak için Salonda onu kendi sözcüsü olarak hareket ettirmekten çekinmemesi - bu artık "yalnızca” önemli bir mevkiye getirmek değildi, bu tam olarak hükümdarın kendi ailesine yetişmekle ilgiliydi.

“Aslında İmparator’un oğlu musun?” Fu Shen kuşkulandı.

Yan Xiaohan gülmeye başladı. “Şayet öyle olsaydım, Fu ailesi şu anda şüphesiz iki Prens Zevcesine sahip olurdu.” Diye mahsus dalga geçti.

“……”

Yan Xiaohan demliği kaldırdı ve yüzündeki latifeli ifadeyi düzelterek bardağına çay doldurdu. “İmparator en çok kimle güveniyor biliyor musun, Jingyuan?”

“Kendisine.” Fu Shen tereddüt etmeksizin yanıtladı. 

Yan Xiaohan onunla ciddi, etraflıca adam akıllı bir analiz yapmayı planlıyordu ancak Fu Shen’in cevabı onu gülümsetmekle sonuçlandı. Geçmişteki olaylardan adamın kalbine düşen gri gölgenin yavaş yavaş seyreldiğini kesinlikle söyleyebilirdi. Ve tüm bu muazzam sorunlar önünde yükseldiğinde bir sırıtışla hepsine katlanabilir gibi geliyordu.

“Kendisi dışında?” Yan Xiaohan sorguladı.

Fu Shen gerçekten de afallamıştı.

Yuantai İmparatoru öylesine ağır biçimde paronayaktı ki, ne emrindeki askeri güce sahip generallere, ne kan bağı olan kardeşlerine, ne tahta gözlerini diken oğullarına ne de karanlıkta bir araya gelen edebiyat memurları komitesine güveniyordu… Üstüne iyice kafa yorduktan sonra Mahkeme’nin askeri ve sivil memurları arasından uygun olan tek bir kişi düşünemiyordu.

Fu Shen kendi kendine aslında İmparator’un ne kadar da yalnız bir insan olduğunu düşünerek ağzını aşağı doğru garipçe eğdi.

Yan Xiaohan acelesizce, “Sivil yetkililere kıyasla askeri liderlere daha fazla güveniyor.” dedi. “Ve başka yerde konuşlanmış bir generalin aksine görebileceği bir yerde konuşlanmış olana daha fazla güveniyor. Yani, bana senden daha fazla güveniyor.”

Fu Shen yalandan ona vuracakmış gibi yaptı. Yan Xiaohan gülümsedi, elini kavradı ve kendininkiyle nazikçe kenetledi. “Uçan Ejderha Muhafızı ve Kuzey Ofisinin İmparatorluk Muhafızları her zaman onun en ağır sopası¹ olmuştur. İkinci olarak beş büyük karargah geliyor çünkü Komutanları Wang Zhen tek başına duruyor ve bir komiteye sahip değil. İmparatorluk şehrinin askeri dairesi söz konusu bile olamaz. Sonra, Xiping Eyalet Prensi var; bu yıllarda sessiz kaldı ve kendini tuttu, bu ise yaşlı memur hakkında İmparator'un bir dereceye kadar kalbini rahatlatıyor.” 

¹Söz konusu sopalar(coplar) (锏) fazlasıyla vahşi görünüyor. Bazen böyle, bazen de böyle.

Doğal olarak bahsini açtığı kişiler Fu Shen’in yabancı olmadığı kişilerdi. Kulaktan dolma söylentiler “Ulusun Dört Sütunu" olduğunu söylerdi - diğer bir tabirle dört bir yanı koruyan birliklerin şu anki en meşhur Generalleri. Onlar: Kuzey Yan Demir Süvarileri Komutanı Fu Shen, Xiping Eyalet Prensi Duan Guihong, Doğu Denizi Harp Komutanı Sa Zhimu ve Başkent Karargahları Komutanı Wang Zhen.

[ÇN: Başkent ortada (sanırım teknik olarak bir yön) ve 'Xiping' 'batı sükuneti' anlamına geliyor, yani bu iki yön oraya gitti. Ayrıca Wang Zhen'in soyadı, Wang Gou'r'unkinden farklı bir karakter; ilişki yok.]

Wang Zhen daima ılımlı olmuştu, Duan Guihong’dan bile daha fazla — Eyalet Prensi'nin adı başkentte göze çarpmıyordu çünkü oradan çok uzaklaşmıştı ve haberler iyice ulaşmıyordu. Bahsi geçen kişi, başkentten pek uzak olmayan Batı Dağı’nda bir garnizon kurdu ancak yıllarca yaptığı hiçbir eylem velvele çıkarıp ortalığı karıştırmadı. Hatırı sayılır sayıda insan sadece kamplardan haberdardı, onların Komutanına gelince, adını düşünmek için bir süre beyinlerini çalıştırmaları gerekiyordu.

Öyle olsa bile, başkenti koruyan üç katmanlı bariyeri oluşturanlar, Kuzey Yan, beş karargah ve İmparatorluk Muhafızları idi.

“Ee nolmuş yani?” Diye sordu Fu Shen “Ne göstermeye çalışıyorsun?”

“İmparator’un güvenini kazanabilecek birisi, kendisi için hiçbir meziyet talep etmemelidir, hiçbir komiteye girmemeli, abartısız bir varlığa sahip olmalı ve en uygunu yaşlı bir memur olmalıdır. Hala onu düşünemiyor musun?” Yan Xiaohan mutlu bir tavırla karşılık verdi. 

Fu Shen pes etti. “Söyle.”

“Bir imparatorluk hadımağası.”

Fu Sheh’in ilk tepkisi, Yan Xiaohan’ın alt yarısına bir bakış atmak için görüşünü aşağı kaydırmak olmuştu. “Olamaz. Normal değil mi?”

“……”

[ÇN:AAAAAAALVSZYJÖÜİJZSAY.JEÖA,ÇYZÇYJL,ZSJİ]

Fu Shen kendi çarpık düşüncelerini fark etti ancak bir an sonra utanç içinde yüzünü kapatmak için bir elini kaldırdı. Yan Xiaohan sırıtışını dizginledi, sonra dizleri birbine karşı duracak şekilde tekerlekli sandalyenin kolçaklarından tutup onu kendine çekti. “Çekingen olma. Biz karı kocayız, bunda utanılacak ne var… Elini aşağı indir. Ne zaman normal olup olmadığımı kontrol etmeyi planlıyorsun Marki?” Dedi tamamıyla düz bir yüzle.

Fu Shen gıcırdattığı dişlerinin arasından “Önce biraz işkence denemeni planlıyorum.” diye köpürdü.

Yan Xiaohan yüksek sesle kahkaha attı. Fu Shen bir süre kendi durumunu sürdürdü fakat bunu da yapmaktan kendini alamadı. “... Bir yığın saçmalık. O ciddi konuşmaya ne oldu? Benim yerime ona geri dön.”

“Duan Linglong’u hatırlıyor musun?” Yan Xiaohan yeterince gülmüştü, hala yapışkan biçimde ona asılıyordu ve bırakmaya gönülsüzdü. “O vakitler daha Mahkeme'ye girmemiştin, bundan dolayı tek başına insanların gözlerini boyarken yaptığı büyük gösteriye hiç şahit olmadın. Bu yüzden İmparator’un kalbine kazındığı, şanı ve iltimasının uzun sürdüğü söylenir. 

İmparatorluk hadımağalarının çocukları olmaz ve gençliklerinde saraya girdikleri andan itibaren tek güvenceleri egemen hükümdarın güveni ve iltimasıdır. Bu sebeple, Duan Linglong İmparator’a hakikaten bağlıydı. Şayet dünyada İmparator’un tüm kalbi ve ruhuyla güvendiği biri olduğunu söylenseydi bu zat ancak o olabilirdi. Buna inanacak kimse olmayabilir ama, Duan Linglong vefat ettiğinde aslında Majesteleri onun için gözyaşı dökmüştü. 

Ben doğduktan sonra Kainata Tanıklık Tapınağı’nın² girişinde terk edildim. Orası imparatorluk ailesinin kutsal bir mekanıydı ve içindeki herkes, yıl boyunca sadece kandiller ve Budist heykelleri eşliğinde Budizm uygulamak için evden ayrılmış kraliyet ceriyeleriydi. Acınası halimi görünce bir an merhamet etmişler ve yetiştirilmek için tapınakta kalmama izin vermişler. 

²万象 – wan xiang, yani “on bin form”. Bu, “kainatta görülebilecek sınırsız doğa manzarasına” atıfta bulunan bir Budist terim.

Vatandaşların oraya girmesine izin verilmediği için, bir saray hizmetçisin gayrimeşru çocuğu olabileciğini tahmin etmişler. Kadın doğumdan sonra hiçbir desteğinin olmayacağından korkmuş, ancak kalpsizce boğarak öldürüp benden kurtulamamış. Sonuç olarak beni Tapınağa getirip yaşamımı ve ölümümü kısmete bırakmış. Dolayısıyla, göksel ailenin kanına herhangi bir şekilde sahip olmam benim için imkansız – İmparator’un bana güvenmesinin nedeni sırf üvey babamın Duan Linglong olması.”

Dinlerken Fu Shen’in kalbi sıkıştı. Biraz tereddüt ettikten sonra elini kaldırdı ve hafif hafif Yan Xiaohan’ın sırtını patpaladı.

“Duan Linglong’un bir rahibede gönlü vardı ve sıkça Tapınağa ziyarete gelirmiş. Oraya götürülüp terk edilmiş bir bebeğin olduğunu duymuş ve kendi çocuğuna sahip olamadığından beni evlatlık oğlu olarak kabul etmiş. On yedi yaşıma kadar yıllarca hem onun dövüş sanatları öğretilerini hem de eğitimini aldım ve sonra beni direkt olarak İmparatorluk Muhafızları'na getirdi.”

Önceki senelerde insanlar Yan Xiaohan’ı en fazla iki noktada kınamıştı. Biri tuhaf davranması ve yöntemlerinin zalimce olmasıydı. Diğeri ise, bir hadıma üvey babası olarak hürmet etmesiydi, ki bu kötülük yapma gücünü elde etmek için sosyal basamakları tırmandığı, niyetinin aşağılık olduğunu belirtiyordu. 

Fu Shen uzun zamandan beri onun hakkındaki söylentilere kulak asmamasına karşın, şu anda “demek böyle” demeye engel olamıyordu.

İçindeki yüzlerce farklı duygu tarifsiz sıkıntılara dönüşerek söyleyebileceği her şeyin yersiz olacağını hissederken, Yan Xiaohan’ı pek de nazik olmayan bir şekilde kolları arasına aldı. Zamanda geriye gitmek ve hala genç olan küçük çocuğa aynen böyle sarılmak için can atıyordu. 

Yan Xiaohan kucaklamasını kabul etti. Yumuşak bir edayla, “Bana acıma.” dedi. 

“Mn. Acımıyorum.” Diye cevapladı Fu Shen. “Seni şımartmama izin vermiyorsun o halde? Ben bir Prens Zevcesi olamayacağıma göre, senin Jing Ning Markisi’nin Hanımı gibi güzel ve terbiyeli olman gerekecek, tamam mı?”

Yan Xiaohan suskunca tebessüm etti. “İmparator Duan Linglong ve rahibe hususunda önceden bilgi sahibiydi, böylece doğal olarak beni de biliyordu. Duan Linglong ciddi şekilde hastalandığı zaman, hasta yatağının önünde, bu hayatta arkamda bir varis bırakmayacağıma ve kendimi hükümdara adayacağıma dair bana yemin ettirdi. Onun ölümünden sonra, İmparator beni Kraliyet Müfettiş Temsilciği'ne terfi ettirdi.”

Kraliyet ailesiyle kan bağı yoktu ancak İmparator az çok onun büyüyüşünü seyretmişti. Kökenleri doğası gereği sivil memurlardan dışlanacağını sabitleştirmişti ve Duan Linglong’un şahsen eğittiği halefiydi. Harfi harfine tecrit edilmiş, geçmişi bilinen sadık bir yetkili olarak, İmparator’un onu bu denli cesur ve kendinden emin bir şekilde görevlendirmeye cesaret etmesi doğaldı.

“Neden onu kabul ettin ki?” Fu Shen sordu. “Uçan Ejderha Muhafızı’na girmeseydin hala iyi bir hayat sürebilirdin. Dünyada gidilecek o kadar çok yol varken niçin en zor olanı seçmekte direttin?”

Yan Xiaohan “O yıl Doğu Tartarları sınırı kuşattığında, neden o insanları kabul edip savaş meydanına gittin?” diye geri sırdu.

“İstediğim bu muydu? Mecbur bırakıldım.”

Yan Xiaohan görünüşe göre tereddütsüzce son kararını vermeden evvel uzun süre sessiz kalmış, büyük bir zorlukla konuşmak için ağzını açmıştı. “Bir kişi vardı. Hiç onunla omuz omuza duramayabilirdim, lakin yine de onu gönlüme koyabilir, onu uzaktan seyredebilir ve arada sırada birkaç şey söyleyebilirdim ve bu en iyisi olurdu.”

Fu Shen sıradaki söyleyeceği şeyin ne olduğunu bilmiyordu ancak içinde bir his vardı, yüreği aniden delicesine çarpıyordu.

“Fakat, sonradan Kuzey Sincan’ın ön cephelerine girmeye zorlandı.”

Fu Shen’in zihni allak bullak oldu.

Bu beklentinin içinde gibi görünüyordu, ancak tahminin tamamıyla dışındaydı.

“Herkes savaşın tehlikeli olduğunu ve bu yolculuğun kaçınılmaz suretle geri dönüşü olmadığını biliyordu, yine de Mahkeme'nin hiçbir halt yapmayan aristokratlarından hiç kimse çıkıp da onun namına bu korkunç görevi durdurmadı. Ancak o zaman onların aciz olduğunu ve kelamlarının hiçbir anlam ifade etmediğini fark ettim, ve hiçbiri bunun için vasıflı olmayı hayal bile edemezdi.”

Kendini küçümsercesine gülümsedi. “Yani rezillik içinde yaşamakta bir sakınca yok ve varislerimin olup olmayacağı fark etmez. Tırmanabildiğim kadar yukarı tırmandığım müddetçe, her şeyi kabul edebilirim.”

“Konuşmayı kes…” Fu Shen’in göğsü şiddetle yükselip alçalıyor, bir eliyle diğer adamı tutuyordu, kendi sesi boğuktu. “Biliyorum, Kardeş Yan, daha fazla konuşma…”

"Önemli değil. Geçmişte kaldı artık.” Yan Xiaohan ona sarıldı, gergin sırtını sevgiyle okşadı. “Sadece şu anda sana yetişiyorum. Tüm bunların, sonuçlarını bile isteye kendi yolumda yürümem olduğunu söylemeye lüzum yok ve bana acımana ya da sıkıntılı hissetmene gerek yok. Bugün bu adıma ulaşabilmek o zamanlar yanlış bir seçim yapmadığımın ispatıdır.”

“Eğer bilseydim…” 

Yan Xiaohan bir saniyeliğine o sahneyi hayal etti. “Eğer bilseydin, beni oracıkta öldüresiye dövsünler diye bir grup züppeyi toplardın, değil mi?”

Yıllar evvel şehir kapısının önünde kısacık karşılaşmalarında ve fani bakışmalarında, ona gelişi güzelce ikiz lotus fırlatmıştı ancak bu bir ömürlük tatlılık ve hasreti beraberinde çekmişti.

Uçurumun dibindeki ortak dertleri, umulmayan kavgaları, birbirlerinden kopmaları, barışmaları… Yedi sene boyunca mesafelerini korudular, fakat karşılıklı olarak mevcut bulunmadıkları tek bir yer yoktu. Uzak, karşıt uçlardan birbirlerine doğru yürüdüler ve yol upuzun olsa da sonunda buluşabildiler. Omuz omuza durabileceklerini ümit etmenin bile zor olduğuna inanırdı, ama şimdi, bu elini uzatsa dokunabilecek bir hale gelmişti. 

“Savaşa gittiğin zaman, yapabileceğim hiçbir şey yoktu.” Yan Xiaohan'ın avutucu bir ses tonu vardı. “Neyse ki, sonradan Kraleyit Müfettiş Temsilcisi oldum ve İmparator sana bir evlilik yaptırımı verdiğinde, ilk aklına gelen kişi bendim. Görüyorsun ya, işte buna “eğer irade varsa, taşı ve metali kırmanın bile bir yolu vardır” denir.”

[ÇN: Bkz; azimle sıçan mermeri delermiş.]

Fu Shen dobra konuşmaktan kendini alamıyordu. “Ya bu yaptırımı vermemiş olsaydı?”

Yan Xiaohan ona baktı, ardından gülümsedi. “Senin gibi yüce gönüllü bir beyefendi değilim ben Marki. Temsilci pozisyonunu almak için her şeyi yapabildiğime göre, İmparator izin vermese bile seni geri çalmaya girişirdim. Eğer Saray uşağı sadık kulları sakatlamazsa, dünyanın dedikoducu kitlelerine nasıl layık olabilirim o vakit?”

Fu Shen bunu duyduğu an söylediklerinin deli saçması olduğunu anlamıştı,ama yine de kalbi sızlıyordu. Elini kaldırıp diğerinin sırtına vurdu. “Yok yere mutlu bir yüz takınıyorsun - neden böylesine dik kafalısın?”

Yan Xiaohan, “Sana yegane bakışla, ömrümün geri kalanında başka kimseyi bekleyemem.” dedi ciddi bir halde. “Tüm imkanları kullanırdım.”

Fu Shen’in sözlerinden hiçbiri dışarıdan duyulacak şekilde söylenmemişti, gülümserken hepsi onun duygusal bakışlarının içinde saklıydı.

Yuantai İmparatoru’nun evlilik yaptırımı uygulamadığı farz edilirse, Yan Xiaohan muhtemelen Jing Ning Markisi’ni kaçırmak kadar sert bir şeyi yapmazdı. Belki de ateş ve su oldukları numarasını yapmaya, iki yabancıymış gibi görünmeye devam ederdi. 

Yegane bakış, ve başka kimseyi bekleyemezdi. Fu Shen onu tüm hayatı boyunca bekletebilirdi³, ancak o Fu Shen’in hayatını bekletemezdi. 

³Buradaki tabir olan “hold up” bekletmek, alıkoymak veya geciktirmek anlamına gelebilir. 

“Tamam artık.” Yan Xiaohan gitmesine izin verdi, fakat tam geri çekilirken, figürü ansızın sendeledi çünkü birisi pat diye yakasını kavrayıvermişti. 

“Hayatın boyunca seni beklettiğim için gerçekten üzgünüm.” Diye konuştu Fu Shen tereddüt etmeden, dudaklarının köşeleri yukarı kıvrılırken rahat bir tavırla geriye yaslandı. “Hadi. Şimdi bekleyişinden geri dönebilirsin.”

 

———BİRİNCİ CİLT TAMAMLANDI———

Yazar şöyle der: Şehrin kenarına varıldı.

Chichi şöyle der: Kimse cıbıldak değil. Hepinizi DOLANDIRDIM [Başlıkta yaptığı kelime oyunundan bahsediyor dkkdkkd “Lay bare” çıplak bırakmak, aynı zamanda (gerçeği) ortaya çıkarmak, açığa vurmak anlamına geliyor.]

BlackBerry şöyle deyyir: Evveet çiftimiz artık tam anlamıyla bir çift oldu ve ilişkilerinin gelişimi tamamlandıı(人´∀`*) ve birinci kitap kazasız belasız, güzelce bitti! Zurnanın zırt dediği yere geldik :) Şimdi ikinciye geçerek sona doğru yaklaşıyoruz. Hızımı arttırmayı planlıyorum inşallah geri kalanı da sorunsuzca çevirip bu kitabı bitireceğiz~ Şimdiye kadar takip eden oy veren ve en bayıldığım :d yorum atan kişilere teşekkürler takipte kalmaya devam edinn! 

Keyifli okumalar.

------------

Yuantai İmparatorunun onu Kuzey Yan Ordusu üzerinde otorite vermekle görevlendirmesi, Yüce Zafer Salonuna girmesi için bir istisna yapmaktan ve hatta birkaç prensin gücünü dengede tutmak için Salonda onu kendi sözcüsü olarak hareket ettirmekten çekinmemesi - bu artık "yalnızca” önemli bir mevkiye getirmek değildi, bu tam olarak hükümdarın kendi ailesine yetişmekle ilgiliydi.

“Aslında İmparatorun oğlu musun?” Fu Shen kuşkulandı.

Yan Xiaohan gülmeye başladı. “Şayet öyle olsaydım, Fu ailesi şu anda şüphesiz iki Prens Zevcesine sahip olurdu.” Diye mahsus dalga geçti.

“……”

Yan Xiaohan demliği kaldırdı ve yüzündeki latifeli ifadeyi düzelterek bardağına çay doldurdu. “İmparator en çok kimle güveniyor biliyor musun, Jingyuan?”

“Kendisine.” Fu Shen tereddüt etmeksizin yanıtladı. 

Yan Xiaohan onunla ciddi, etraflıca adam akıllı bir analiz yapmayı planlıyordu ancak Fu Shen’in cevabı onu gülümsetmekle sonuçlandı. Geçmişteki olaylardan adamın kalbine düşen gri gölgenin yavaş yavaş seyreldiğini kesinlikle söyleyebilirdi. Ve tüm bu muazzam sorunlar önünde yükseldiğinde bir sırıtışla hepsine katlanabilir gibi geliyordu.

“Kendisi dışında?” Yan Xiaohan sorguladı.

Fu Shen gerçekten de afallamıştı.

Yuantai İmparatoru öylesine ağır biçimde paronayaktı ki, ne emrindeki askeri güce sahip generallere, ne kan bağı olan kardeşlerine, ne tahta gözlerini diken oğullarına ne de karanlıkta bir araya gelen edebiyat memurları komitesine güveniyordu… Üstüne iyice kafa yorduktan sonra Mahkemenin askeri ve sivil memurları arasından uygun olan tek bir kişi düşünemiyordu.

Fu Shen kendi kendine aslında İmparatorun ne kadar da yalnız bir insan olduğunu düşünerek ağzını aşağı doğru garipçe eğdi.

Yan Xiaohan acelesizce, “Sivil yetkililere kıyasla askeri liderlere daha fazla güveniyor.” dedi. “Ve başka yerde konuşlanmış bir generalin aksine görebileceği bir yerde konuşlanmış olana daha fazla güveniyor. Yani, bana senden daha fazla güveniyor.”

Fu Shen yalandan ona vuracakmış gibi yaptı. Yan Xiaohan gülümsedi, elini kavradı ve kendininkiyle nazikçe kenetledi. “Uçan Ejderha Muhafızı ve Kuzey Ofisinin İmparatorluk Muhafızları her zaman onun en ağır sopası¹ olmuştur. İkinci olarak beş büyük karargah geliyor çünkü Komutanları Wang Zhen tek başına duruyor ve bir komiteye sahip değil. İmparatorluk şehrinin askeri dairesi söz konusu bile olamaz. Sonra, Xiping Eyalet Prensi var; bu yıllarda sessiz kaldı ve kendini tuttu, bu ise yaşlı memur hakkında İmparatorun bir dereceye kadar kalbini rahatlatıyor.” 

Doğal olarak bahsini açtığı kişiler Fu Shen’in yabancı olmadığı kişilerdi. Kulaktan dolma söylentiler “Ulusun Dört Sütunu" olduğunu söylerdi - diğer bir tabirle dört bir yanı koruyan birliklerin şu anki en meşhur Generalleri. Onlar: Kuzey Yan Demir Süvarileri Komutanı Fu Shen, Xiping Eyalet Prensi Duan Guihong, Doğu Denizi Harp Komutanı Sa Zhimu ve Başkent Karargahları Komutanı Wang Zhen.

[ÇN: Başkent ortada (sanırım teknik olarak bir yön) ve 'Xiping' 'batı sükuneti' anlamına geliyor, yani bu iki yön oraya gitti. Ayrıca Wang Zhen'in soyadı, Wang Gou'r'unkinden farklı bir karakter; ilişki yok.]

Wang Zhen daima ılımlı olmuştu, Duan Guihong’dan bile daha fazla — Eyalet Prensinin adı başkentte göze çarpmıyordu çünkü oradan çok uzaklaşmıştı ve haberler iyice ulaşmıyordu. Bahsi geçen kişi, başkentten pek uzak olmayan Batı Dağında bir garnizon kurdu ancak yıllarca yaptığı hiçbir eylem velvele çıkarıp ortalığı karıştırmadı. Hatırı sayılır sayıda insan sadece kamplardan haberdardı, onların Komutanına gelince, adını düşünmek için bir süre beyinlerini çalıştırmaları gerekiyordu.

Öyle olsa bile, başkenti koruyan üç katmanlı bariyeri oluşturanlar, Kuzey Yan, beş karargah ve İmparatorluk Muhafızları idi.

“Ee nolmuş yani?” Diye sordu Fu Shen “Ne göstermeye çalışıyorsun?”

“İmparatorun güvenini kazanabilecek birisi, kendisi için hiçbir meziyet talep etmemelidir, hiçbir komiteye girmemeli, abartısız bir varlığa sahip olmalı ve en uygunu yaşlı bir memur olmalıdır. Hala onu düşünemiyor musun?” Yan Xiaohan mutlu bir tavırla karşılık verdi. 

Fu Shen pes etti. “Söyle.”

“Bir imparatorluk hadımağası.”

Fu Sheh’in ilk tepkisi, Yan Xiaohan’ın alt yarısına bir bakış atmak için görüşünü aşağı kaydırmak olmuştu. “Olamaz. Normal değil mi?”

“……”

[ÇN:AAAAAAALVSZYJÖÜİJZSAY.JEÖA,ÇYZÇYJL,ZSJİ]

Fu Shen kendi çarpık düşüncelerini fark etti ancak bir an sonra utanç içinde yüzünü kapatmak için bir elini kaldırdı. Yan Xiaohan sırıtışını dizginledi, sonra dizleri birbine karşı duracak şekilde tekerlekli sandalyenin kolçaklarından tutup onu kendine çekti. “Çekingen olma. Biz karı kocayız, bunda utanılacak ne var… Elini aşağı indir. Ne zaman normal olup olmadığımı kontrol etmeyi planlıyorsun Marki?” Dedi tamamıyla düz bir yüzle.

Fu Shen gıcırdattığı dişlerinin arasından “Önce biraz işkence denemeni planlıyorum.” diye köpürdü.

Yan Xiaohan yüksek sesle kahkaha attı. Fu Shen bir süre kendi durumunu sürdürdü fakat bunu da yapmaktan kendini alamadı. “... Bir yığın saçmalık. O ciddi konuşmaya ne oldu? Benim yerime ona geri dön.”

“Duan Linglong’u hatırlıyor musun?” Yan Xiaohan yeterince gülmüştü, hala yapışkan biçimde ona asılıyordu ve bırakmaya gönülsüzdü. “O vakitler daha Mahkemeye girmemiştin, bundan dolayı tek başına insanların gözlerini boyarken yaptığı büyük gösteriye hiç şahit olmadın. Bu yüzden İmparatorun kalbine kazındığı, şanı ve iltimasının uzun sürdüğü söylenir. 

İmparatorluk hadımağalarının çocukları olmaz ve gençliklerinde saraya girdikleri andan itibaren tek güvenceleri egemen hükümdarın güveni ve iltimasıdır. Bu sebeple, Duan Linglong İmparatora hakikaten bağlıydı. Şayet dünyada İmparatorun tüm kalbi ve ruhuyla güvendiği biri olduğunu söylenseydi bu zat ancak o olabilirdi. Buna inanacak kimse olmayabilir ama, Duan Linglong vefat ettiğinde aslında Majesteleri onun için gözyaşı dökmüştü. 

Ben doğduktan sonra Kainata Tanıklık Tapınağı’nın² girişinde terk edildim. Orası imparatorluk ailesinin kutsal bir mekanıydı ve içindeki herkes, yıl boyunca sadece kandiller ve Budist heykelleri eşliğinde Budizm uygulamak için evden ayrılmış kraliyet cariyeleriydi. Acınası halimi görünce bir an merhamet etmişler ve yetiştirilmek için tapınakta kalmama izin vermişler. 

Vatandaşların oraya girmesine izin verilmediği için, bir saray hizmetçisin gayrimeşru çocuğu olabileciğini tahmin etmişler. Kadın doğumdan sonra hiçbir desteğinin olmayacağından korkmuş, ancak kalpsizce boğarak öldürüp benden kurtulamamış. Sonuç olarak beni Tapınağa getirip yaşamımı ve ölümümü kısmete bırakmış. Dolayısıyla, göksel ailenin kanına herhangi bir şekilde sahip olmam benim için imkansız – İmparatorun bana güvenmesinin nedeni sırf üvey babamın Duan Linglong olması.”

Dinlerken Fu Shen’in kalbi sıkıştı. Biraz tereddüt ettikten sonra elini kaldırdı ve hafif hafif Yan Xiaohan’ın sırtını patpaladı.

“Duan Linglong’un bir rahibede gönlü vardı ve sıkça Tapınağa ziyarete gelirmiş. Oraya götürülüp terk edilmiş bir bebeğin olduğunu duymuş ve kendi çocuğuna sahip olamadığından beni evlatlık oğlu olarak kabul etmiş. On yedi yaşıma kadar yıllarca hem onun dövüş sanatları öğretilerini hem de eğitimini aldım ve sonra beni direkt olarak İmparatorluk Muhafızlarına getirdi.”

Önceki senelerde insanlar Yan Xiaohan’ı en fazla iki noktada kınamıştı. Biri tuhaf davranması ve yöntemlerinin zalimce olmasıydı. Diğeri ise, bir hadıma üvey babası olarak hürmet etmesiydi, ki bu kötülük yapma gücünü elde etmek için sosyal basamakları tırmandığı, niyetinin aşağılık olduğunu belirtiyordu. 

Fu Shen uzun zamandan beri onun hakkındaki söylentilere kulak asmamasına karşın, şu anda “demek böyle” demeye engel olamıyordu.

İçindeki yüzlerce farklı duygu tarifsiz sıkıntılara dönüşerek söyleyebileceği her şeyin yersiz olacağını hissederken, Yan Xiaohan’ı pek de nazik olmayan bir şekilde kolları arasına aldı. Zamanda geriye gitmek ve hala genç olan küçük çocuğa aynen böyle sarılmak için can atıyordu. 

Yan Xiaohan kucaklamasını kabul etti. Yumuşak bir edayla, “Bana acıma.” dedi. 

“Mn. Acımıyorum.” Diye cevapladı Fu Shen. “Seni şımartmama izin vermiyorsun o halde? Ben bir Prens Zevcesi olamayacağıma göre, senin Jing Ning Markisinin Hanımı gibi güzel ve terbiyeli olman gerekecek, tamam mı?”

Yan Xiaohan suskunca tebessüm etti. “İmparator Duan Linglong ve rahibe hususunda önceden bilgi sahibiydi, böylece doğal olarak beni de biliyordu. Duan Linglong ciddi şekilde hastalandığı zaman, hasta yatağının önünde, bu hayatta arkamda bir varis bırakmayacağıma ve kendimi hükümdara adayacağıma dair bana yemin ettirdi. Onun ölümünden sonra, İmparator beni Kraliyet Müfettiş Temsilciğine terfi ettirdi.”

Kraliyet ailesiyle kan bağı yoktu ancak İmparator az çok onun büyüyüşünü seyretmişti. Kökenleri doğası gereği sivil memurlardan dışlanacağını sabitleştirmişti ve Duan Linglong’un şahsen eğittiği halefiydi. Harfi harfine tecrit edilmiş, geçmişi bilinen sadık bir yetkili olarak, İmparatorun onu bu denli cesur ve kendinden emin bir şekilde görevlendirmeye cesaret etmesi doğaldı.

“Neden onu kabul ettin ki?” Fu Shen sordu. “Uçan Ejderha Muhafızına girmeseydin hala iyi bir hayat sürebilirdin. Dünyada gidilecek o kadar çok yol varken niçin en zor olanı seçmekte direttin?”

Yan Xiaohan “O yıl Doğu Tatarları sınırı kuşattığında, neden o insanları kabul edip savaş meydanına gittin?” diye geri sordu.

“İstediğim bu muydu? Mecbur bırakıldım.”

Yan Xiaohan görünüşe göre tereddütsüzce son kararını vermeden evvel uzun süre sessiz kalmış, büyük bir zorlukla konuşmak için ağzını açmıştı. “Bir kişi vardı. Hiç onunla omuz omuza duramayabilirdim, lakin yine de onu gönlüme koyabilir, onu uzaktan seyredebilir ve arada sırada birkaç şey söyleyebilirdim ve bu en iyisi olurdu.”

Fu Shen sıradaki söyleyeceği şeyin ne olduğunu bilmiyordu ancak içinde bir his vardı, yüreği aniden delicesine çarpıyordu.

“Fakat, sonradan Kuzey Sincan’ın ön cephelerine girmeye zorlandı.”

Fu Shen’in zihni allak bullak oldu.

Bu beklentinin içinde gibi görünüyordu, ancak tahminin tamamıyla dışındaydı.

“Herkes savaşın tehlikeli olduğunu ve bu yolculuğun kaçınılmaz suretle geri dönüşü olmadığını biliyordu, yine de Mahkemenin hiçbir halt yapmayan aristokratlarından hiç kimse çıkıp da onun namına bu korkunç görevi durdurmadı. Ancak o zaman onların aciz olduğunu ve kelamlarının hiçbir anlam ifade etmediğini fark ettim, ve hiçbiri bunun için vasıflı olmayı hayal bile edemezdi.”

Kendini küçümsercesine gülümsedi. “Yani rezillik içinde yaşamakta bir sakınca yok ve varislerimin olup olmayacağı fark etmez. Tırmanabildiğim kadar yukarı tırmandığım müddetçe, her şeyi kabul edebilirim.”

“Konuşmayı kes…” Fu Shen’in göğsü şiddetle yükselip alçalıyor, bir eliyle diğer adamı tutuyordu, kendi sesi boğuktu. “Biliyorum, Kardeş Yan, daha fazla konuşma…”

"Önemli değil. Geçmişte kaldı artık.” Yan Xiaohan ona sarıldı, gergin sırtını sevgiyle okşadı. “Sadece şu anda sana yetişiyorum. Tüm bunların, sonuçlarını bile isteye kendi yolumda yürümem olduğunu söylemeye lüzum yok ve bana acımana ya da sıkıntılı hissetmene gerek yok. Bugün bu adıma ulaşabilmek o zamanlar yanlış bir seçim yapmadığımın ispatıdır.”

“Eğer bilseydim…” 

Yan Xiaohan bir saniyeliğine o sahneyi hayal etti. “Eğer bilseydin, beni oracıkta öldüresiye dövsünler diye bir grup züppeyi toplardın, değil mi?”

Yıllar evvel şehir kapısının önünde kısacık karşılaşmalarında ve fani bakışmalarında, ona gelişi güzelce ikiz lotus fırlatmıştı ancak bu bir ömürlük tatlılık ve hasreti beraberinde çekmişti.

Uçurumun dibindeki ortak dertleri, umulmayan kavgaları, birbirlerinden kopmaları, barışmaları… Yedi sene boyunca mesafelerini korudular, fakat karşılıklı olarak mevcut bulunmadıkları tek bir yer yoktu. Uzak, karşıt uçlardan birbirlerine doğru yürüdüler ve yol upuzun olsa da sonunda buluşabildiler. Omuz omuza durabileceklerini ümit etmenin bile zor olduğuna inanırdı, ama şimdi, bu elini uzatsa dokunabilecek bir hale gelmişti. 

“Savaşa gittiğin zaman, yapabileceğim hiçbir şey yoktu.” Yan Xiaohan'ın avutucu bir ses tonu vardı. “Neyse ki, sonradan Kraleyit Müfettiş Temsilcisi oldum ve İmparator sana bir evlilik yaptırımı verdiğinde, ilk aklına gelen kişi bendim. Görüyorsun ya, işte buna “eğer irade varsa, taşı ve metali kırmanın bile bir yolu vardır” denir.”

[ÇN: Bkz; azimle sıçan mermeri delermiş.]

Fu Shen dobra konuşmaktan kendini alamıyordu. “Ya bu yaptırımı vermemiş olsaydı?”

Yan Xiaohan ona baktı, ardından gülümsedi. “Senin gibi yüce gönüllü bir beyefendi değilim ben Marki. Temsilci pozisyonunu almak için her şeyi yapabildiğime göre, İmparator izin vermese bile seni geri çalmaya girişirdim. Eğer Saray uşağı sadık kulları sakatlamazsa, dünyanın dedikoducu kitlelerine nasıl layık olabilirim o vakit?”

Fu Shen bunu duyduğu an söylediklerinin deli saçması olduğunu anlamıştı, ama yine de kalbi sızlıyordu. Elini kaldırıp diğerinin sırtına vurdu. “Yok yere mutlu bir yüz takınıyorsun - neden böylesine dik kafalısın?”

Yan Xiaohan, “Sana yegane bakışla, ömrümün geri kalanında başka kimseyi bekleyemem.” dedi ciddi bir halde. “Tüm imkanları kullanırdım.”

Fu Shen’in sözlerinden hiçbiri dışarıdan duyulacak şekilde söylenmemişti, gülümserken hepsi onun duygusal bakışlarının içinde saklıydı.

Yuantai İmparatorunun evlilik yaptırımı uygulamadığı farz edilirse, Yan Xiaohan muhtemelen Jing Ning Markisini kaçırmak kadar sert bir şeyi yapmazdı. Belki de ateş ve su oldukları numarasını yapmaya, iki yabancıymış gibi görünmeye devam ederdi. 

Yegane bakış, ve başka kimseyi bekleyemezdi. Fu Shen onu tüm hayatı boyunca bekletebilirdi³, ancak o Fu Shen’in hayatını bekletemezdi. 

“Tamam artık.” Yan Xiaohan gitmesine izin verdi, fakat tam geri çekilirken, figürü ansızın sendeledi çünkü birisi pat diye yakasını kavrayıvermişti. 

“Hayatın boyunca seni beklettiğim için gerçekten üzgünüm.” Diye konuştu Fu Shen tereddüt etmeden, dudaklarının köşeleri yukarı kıvrılırken rahat bir tavırla geriye yaslandı. “Hadi. Şimdi bekleyişinden geri dönebilirsin.”


———BİRİNCİ CİLT TAMAMLANDI———

¹Söz konusu sopalar(coplar) (锏) fazlasıyla vahşi görünüyor. Bazen böyle, bazen de böyle.

²万象 – wan xiang, yani “on bin form”. Bu, “kainatta görülebilecek sınırsız doğa manzarasına” atıfta bulunan bir Budist terim.

³Buradaki tabir olan “hold up” bekletmek, alıkoymak veya geciktirmek anlamına gelebilir.

Yazar şöyle der: Şehrin kenarına varıldı.

Chichi şöyle der: Kimse cıbıldak değil. Hepinizi DOLANDIRDIM [Başlıkta yaptığı kelime oyunundan bahsediyor dkkdkkd “Lay bare” çıplak bırakmak, aynı zamanda (gerçeği) ortaya çıkarmak, açığa vurmak anlamına geliyor.]

BlackBerry şöyle deyyir: Evveet çiftimiz artık tam anlamıyla bir çift oldu ve ilişkilerinin gelişimi tamamlandıı(人´∀`*) ve birinci kitap kazasız belasız, güzelce bitti! Zurnanın zırt dediği yere geldik :) Şimdi ikinciye geçerek sona doğru yaklaşıyoruz. Hızımı arttırmayı planlıyorum inşallah geri kalanı da sorunsuzca çevirip bu kitabı bitireceğiz~ Şimdiye kadar takip eden oy veren ve en bayıldığım :d yorum atan kişilere teşekkürler takipte kalmaya devam edinn! 

Yorumlar