Bölüm 42: Salona Girmek

Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab.


Keyifli okumalar^^

----------

Bu kelimeler yığını tarafından ne kadar duygu yüklü his parça pinçik edilmişti? Yan Xiaohan’ın soluğu boğazında takılı kaldı ve bir süre tıkandı, ardından heyecanlı bir şekilde sataşırcasına sırıttı.

Şimdi anlayabiliyordu. Fu Shen şu anda ağzından boş laflar kaçırıyor, güçlü görünmeye çalışıyordu. Gerçekte ise hiçbir boktan haberi yoktu. Üstüne üstlük, onu idare etmek için genç kadın avlamakta kullanılan bir dizi davranış tarzını kullanmıştı.

Ve gözlerini açıp aşağıya bastırmasıyla sonuçlanan şeyin uysal, itaatkar minik bir kuzu mu yoksa şiddetli pençelerini gizleyen ve duygularını baskılayan bir canavar mı olduğuna bakmaya niyetli değildi.

Fu Shen hala sevgi dolu bir biçimde onun doğruca kulağına yağ çekiyordu, fakat Yan Xiaohan az önce ucu ucuna kendi kontrolünü kaybetmenin çarpıntısını yaşamıştı. Tek hissettiği şey onun böyleyken çok tatlı göründüğüydü ve onunla uğraşma isteğine mani olamıyordu. 

Böylelikle, Fu Shen üzerinde daha rahat yatabilsin diye pozisyonunu biraz düzeltip gerçekten onun tarafından aşağıda tutulan bir görüntü sundu. “Bana tekrar öyle seslen, tamam mı?”

“A-Han.” Fu Shen kolayca onu kabul etti.

Gel gelelim Yan XiaoHan’ın cevabı, “Bu değil.” olmuştu.

“O zaman ne duymak istiyorsun?” Fu Shen gözleri içkiyle buğulanmış bir şekilde gülümsedi, hemencecik bütün odayı aydınlatan nazik bir düşkünlük yüzünün her yerini sardı. “Kıymetli sevgilim… Benim küçük begonyam…?”

[ÇN: Ölmek ૮₍ ˃ ⤙ ˂ ₎ა]

Yan Xiaohan kahkahalara boğuldu.

Başını kaldırmış, Fu Shen’in hafif ve samimi öpücüğünü karşılamış ve etrafa dağılan uzun saçlarını bir eliyle düzeltmişti. “Bunların hiçbiri.” diye yine de memnuniyetsizce talep etti. “Demin bana söylemiştin.”

Fu Shen’in hiçbir fikri yoktu. “Neydi o?”

Fu Shen’in beyninde engin bir su deryası vardı. Önceki sözlerini nasıl hatırlayabilirdi ki? Doğrusu, mizacında kılı kırk yarmaya küçük bir eğilimi vardı. Bu genelde belli olmazdı. Lakin, bir kez içti mi bu özellik tezce şiddetlenirdi. Bu soruyla afallaması, konuyu her açıdan düşünüp taşınırken Yan Xiaohan’ı basitçe bir kenara atmasına neden oldu.

Yan Xiaohan gülümsemekten kendini alamadı. “Bana sorarsan sana söylerim.”

Fu Shen alışılmadık bir azme sahipti. “Gerek yok. Karışma sen.”

“Sormuyor musun?” Avucu cübbesinin kenarına kaydı, beline yapıştı ve nazik bir şekilde okşayarak masaj yaptı, bu ise Fu Shen’in farkında olmadan kaşlarını çatmasına neden oldu. Rahat olmasına rahattı ancak ister istemez tuhaf bir sıcaklık da vardı.

“Cidden bilmek istemiyor musun?” Yan Xiaohan içtenlikle ona yol göstermeye çalıştı. “Daha demin söyledin, kim beni çok seviyor?”

Fu Shen onun kısa ve öz sözleri ile gerçekten tıkanıklığı gidermişti. “Gege…” Diye mırıldandı belli belirsiz.

Eğer Bay Yan’ın sahiden bir kuyruğu olsaydı, şu noktada muhtemelen gökyüzüne dikilirdi. “Sesli söyle, net duyamadım.” deyiverdi hemen.

Fu Shen uzun yıllardır birine bu şekilde seslenmemişti. Sarhoş olsa bile hala utanç duyuyordu, bu nedenle baştan savma biçimde söylemeyi reddetti. Yan Xiaohan mutsuz olmuş gibi davrandı. “Az önce beni taciz ediyordun. Ama şimdi bana seslenmek bile istemiyorsun. Umutlarımı yükseltip sonuda beni terk etmeyi mi planlıyorsun?”

Fu Shen’in gözlerinde, altındaki kişi şu anda kızarmış gözleri, kaşlarının arasında hafif bir buruşukluk ve hafifçe büzülmüş dudaklarıyla duygusal bir görüntüye sahipti. Apaçık tacize uğramış bir görüntü veriyordu. Kalbi hemen yumuşadı ve bu sürtükle baş etmenin tek bir yolunun bile olmadığını düşündü. 

Her şekilde yataktaki bir adamın söylediklerinin hiçbirine güvenilmezdi. Bu sebeple Fu Shen cömertçe onunla uzlaştı. “Cidden… sanki iki yaşındaymış gibi tartışmaya devam ediyorsun. Sen gege’sın, tamam mı? Gege, A-Han gege, Meng’gui gege. Hangisini beğendin...”

Bunca yıl sonra geçse dahi, bu “gege” sesi geçmişteki kadar güçlüydü. Hala bir saniye içinde Yan Xiaohan’ın kalbini zayıflatabiliyordu.

“Sersem şey.” İhtiras, kafesinden fırlayan saldırgan bir canavar gibi yanıyordu. Fu Shen'in belini itti, ardından ansızın onu ters çevirdi. Bakışları birden bire karardı. “İyi ol. Gege seni çok seviyor.”

Ertesi sabahın erken saatlerinde Fu Shen akşamdan kalma bir baş ağrısına maruz kalırken yatakta oturdu, Yan Xiaohan’ı buz gibi bir suratla izledi.

Sarhoşken birine vurmamış olması, ayıldıktan sonra vurmayacağı anlamına gelmiyordu.

Yan Xiaohan dün gerçekten o adımı atmadığı için kendisinin son derece şanslı olduğunu düşündü. Bunun haricinde, yatak odası meselelerinin karşılıklı rızaya dayalı olmasını ve birinin kötü durumundan faydalanmamayı istedi. Dün gece, yalnızca kafa dağıtma için sohbet ettikleri hareketli bir duygu döneminden başka bir şey değildi.

Doğal olarak Fu Shen bunu anlayabiliyordu. Şu anki öldürücü yüz ifadesi, esasen diğer kişinin kendisine bolca gege demesi için onu kandırarak sarhoşluğundan faydalanması yüzündendi.

“Tamam, tamam, kızma.” Yan Xiaohan onu geri kucağına çekerek açıklama yapmaktan kaçınmış, biraz daha yatakta kalmak için havanın henüz aydınlanmamasından yararlanmıştı. “Yatma zamanı eğlencesi bu. Niye bu kadar ciddisin?” Dedi yaramaz bir biçimde. “Bir dahakine benim sana bir şey söylememe ne dersin? Gege’nın dışında, sana Lort demek gayet yerinde olur. Olur mu?”

Fu Shen onu tehdit edercesine göğsünden itti. “Defol.”

“Hem, dün gece eğlenmedin mi?” Yan Xiaohan nefesinin altında bir gülümsemeyle söyledi. “Tüm kalbimle seninle böyle ilgileniyorum ve hala müteşekkir değilsin. Çok soğuk kalplisin Marki.”

Fu Shen’in kulakları kızardı. “Canım benim, bu Marki bir dahakine sırt üstü uzanmanı ümit ediyor. Bu kadar hareketli olmaya gerek yok.”

Yan Xiaohan ahladı. “Oturup kendi başına hareket etmek istiyorsun yani?” Diye sordu merakla.

Düşük çenesi yüzünden Bay Yan, kollarında yatan “narin güzellik” tarafından hemen yataktan fırlatıldı, kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp uzağa kayarken duvarın dibine doğru yapıştı.

Yuantai İmparatorunun hastalığı dolayısıyla Mahkeme üç günlüğüne durdurulmuştu. Yan Xiaohan’ın açıklaması üsttekilere gönderildikten sonra beklendiği üzere o gün bir celp almıştı. Emri tebliğ eden imparatorluk hadımının ona karşı tavrı öncekinden daha saygılıydı, bu da durumların bir göstergesiydi.

İlki görevini layıkıyla yerine getirmiş olmasıydı; hakikat ne olursa olsun, İmparator iki davanın da sonucundan memnun kalmıştı. İkincisi İmparator epey ciddi bir şekilde hastaydı ve her gün onunla ilgilenmek için saraya gelen oğullarının dışında yalnızca birkaç ihtiyarlamış memur onu görmek üzere çağrılmıştı. Bu kritik anda İmparatorun Yan Xiaohan’ı aklına getirebilmesi onun kalbinde bir iz bıraktığını belirtmek için yeterliydi.

Huzura kabul alanı hala Ruhsal Kültivasyon Salonu idi.

İmparator ve İmparatoriçenin derin bir aşk evliliğine sahip olduğu söylenemezdi fakat, İmparatoriçe yıllar boyu ihtiyatlıca konuşup hareket etmiş, asla yanlış bir adım atmamıştı. Ayrıca Yang ailesi geçmişte İmparator ile büyük operasyonlarda çalışarak meziyetler kazanmıştı. Bu yüzden kadına o kadar düşkün olmasa da ona orantılı bir güven sağlamıştı. Yine de sahiden gözlerinin önünde böylesine büyük bir skandalı hazırlamıştı. İmparator yahut alelade bir erkek olarak onun bakış açısından bakılınca ne olursa olsun bu yaptığı suratına büyük, yankılanan bir tokat atmakla eşdeğerdi.

Majestelerinin öfkesi açıkça göz ardı edilemezdi. Yan Xiaohan onu gördüğü an korkuyla sıçradı. Uzaktaki adam baştan ayağa hasta görünüyordu, daima kibirli olan gözleri donuklaşmış ve çökmüştü, şakaklarına ak düşmüştü. Bir hükümdarın görkemli, kabiliyetli etkisinden birazcık bile yoktu. Bunlar şüphesiz ihtiyarlamaktan solmanın uyarı işaretleriydi. 

Olanları sırasıyla naklederken İmparator dinledi ve evvela birkaç yüreklendirici söz söyledikten sonra aniden herhangi bir ön uyarı vermeksizin mevzuyu değiştirdi. “Meng’gui, yüz yıllık ömrümüzün ardından, bu oğullarımızdan hangisinin sorumluluğu üstlenebileceğini düşünüyorsun?”

Yan Xiaohan’ın sırtındaki soğuk ter olduğu gibi damlamaya başladı.

Bir Mahkeme memuru için en büyük tabu konusu, kimin varis olması hakkında yersizce konuşmaktı. Sadece yaşamaktan bıkmış ise herhangi bir soru veya cevap vermeye cesaret edebilirdi.

Şükür ki, dün gece Fu Shen’le yaptıkları kargaşaya ek olarak, daha ciddi birkaç şeyden bahsedilmiş ve bunların arasında hazır bir çözüm de mevcuttu. Peşinen kendisine verilen şeyi reddederek kendini sertleştirdi. “Bu hizmetkar korkaktır ve Majestelerinin ailevi işlerine karışmaya cesaret edemez.”

İmparator kayıtsızca elini salladı. “Fikrini söylemekte bir sakınca yok.”

Yan Xiaohan dün akşamki Fu Shen’in kelime çeşitlerini düzenledi, oldukça yaltaklanan dizeler ekledi ve Yuantai İmparatoru’na bir kerede sayıp döktü. Hepsinin ana fikri, “kimse siz olmadan yapamaz, kendinize iyi bakmalı ve oğullarınıza rehberlik etmeye devam etmelisiniz” idi.

Bu palavralar İmparatorun gönlünü kazandı, suratı gözle görülür şekilde gevşedi. Uzun süre mırıldandıktan sonra acı acı iç çekti. “Seni yanlış değerlendirmedik.”

Sıradan memurlar tüm ömürleri boyunca onun görkemli çehresini bir kez görmekle kutsanacaklardı, ama Yan Xiaohan sık sık İmparatorla dertleşmek için çağrılıyordu. Bu sayısız bakanın ne kadar isteseler de elde edemeyecekleri bir fırsattı ve buna karşın o ne özel muamele görmeyi arzuluyordu ne de aşırı kaygılıydı. Kılıcını alıp insanları kesmeye gitmeyi tercih ediyordu.

Methetmesi bitmiş İmparator devam etmişti. “Daire başkanı tarafından gönderilen anıta istinaden, Jingchu’nun destek arazisi geçen yıla göre bu yıl takriben yüzde yirmi daha az gümüş vergi ödedi. Bölgede yapılan araştırmalar, kuraklık, sel veya tabii ya da beşeri hiçbir afetin olmadığını ortaya çıkardı. Lakin bir hayli vatandaş tarım arazilerini sattı ve avareleşti. Biz zaten Qi Prensine bu vakayı şahsen araştırmak için gelecek ay Jingchu’ya doğru yola koyulmasını emrettik. Ona refakat etmek için birkaç adamı yanında götüreceksin. Koşullar kritik olduğundan nasıl uygun görürsen öyle hareket et.”

Bir araba dolusu zırvanın ardından görüldüğü üzere hala ona bir iş atamak zorundaydı. Yan Xiaohan içten içe dudak büktü, bir an sonra İmparator bir şeyler daha ekledi. “Geri döndüğün vakit, Kraliyet Müfettiş Temsilcisi statünü kullanarak danışma için Yüce Zafer Salonuna gireceksin.”

Bu sefer Yan Xiaohan tamamen şok geçirdi.

Yüce Zafer Salonundaki danışmalar mevcut Hanedanlığın başladığı dönemde başlamıştı. Ata, hüküm veremediği bir şeyle karşılaştığında, sorularını bizzat yanıtlamak için genellikle bir grup memuru Salona çağırırdı. Zamanla bu bir rutin haline gelmişti. 

Gelecek neslin İmparatorları hastalık veya başka bir şey yüzünden milletin meseleleriyle ilgilenmeye devam edecek gücü kalmazsa, istişare için Salonu açabilirlerdi. Başlangıçta sadece Başbakanlar ve Kıdemli Sekreterler yer alabilirdi, ama sonradan bu alan altı Bakanlık Başkanını dahil edecek şekilde kademeli olarak genişledi. Salon, Merkez Dayanak olarak kabul edildi. Eğer İmparator bir şeyin çaresine bakamazsa, bakanlar bu konu üzerine genel bir fikir birliğine varıp ona bir anıt takdim ettikten sonra, Cennetin Oğlu buna onay vermek için zincifre vuruşlarını kullanacak ve yürürlüğe girmesi için Mahkemeye tebliğ edecekti.

Büyük Zhou’nun kuruluşundan bu yana, danışma için Salona askeri bir liderin girmesi konusunda hiçbir emsal olmamıştı ve bu, Yan Xiaohan’ın hiçbir şekilde uygun olmadığı gerçeğini de dışarıda bırakıyordu. O edebiyat memurlarının en çok nefret ettiği Saray uşağıydı, değerin çok altında hakiki bir kurnaz, güçlü bir yetkiliydi.

Yuantai İmparatoru büyük ihtimalle hastalığından havale geçirmişti. Yan Xiaohan’ı Salona yerleştirmekle bir kurdu koyun sürüsüne atmak arasında ne fark vardı?

Yan Xiaohan, amaçsızca gezinen bir ruh gibi ne saraydan nasıl çıktığının ne de eve nasıl geri döndüğünün farkındaydı, ta ki Fu Shen hizmetkarları uzaklaştırıp sabit ve ciddi bir sesle konuşana kadar. “Hepiniz dışarı çıkın, muhtemelen şok geçirdiğini söyleyebilirim. Endişelenecek bir şey yok, tedavisinin tam da yüzüne iki tokat olduğuna garanti veririm.”

“......” Dalıp gitmiş bir edayla Fu Shen’in elini yakaladı, sersemlemiş halde konuştu. “Jingyuan, Majesteleri danışmanlık için Görkemli Zafer Salonunu yeniden açmak istiyor.”

“Açarsa açar. Senin sorunun ne?” Diye sordu diğeri kafası karışmış halde.. 

Yan Xiaohan başını salladı.

“Ha?”

“Bu benim sorunum.”

“Ne…” Fu Shen bir an için afalladı, hemen ardından birden neyi kastettiğini kavradı, kalbi çılgınca atmaya başladı. “İmparator oraya girmene izin mi veriyor?”

Merkez Dayanak’a bir adım atmak, direkt olarak üçüncü derece rütbeli bir yetkiliden birinci dereceye terfi etmeye kabaca eşdeğirdi. Bu siyasete katılabileceğini ve resmi olarak otoritenin doruğuna çıkabileceğini belirtiyordu.

Fu Shen ve aşkın mevkideki diğerleri bile Salona girecek vasıfta değildi, bu o kapının eşiğini ne kadar yüksek olduğunu idrak etmek için yeterliydi. Daha bile ötesi, Büyük Zhou’nun kalemi kılıca tercih etme tarzı bu ölçüde hüküm sürdüğü için, danışma her daim edebiyat memurları tarafından tekelleşmişti ve yıllarca askeri memurlar edebiyatçılar tarafından doğrudan baskılanmıştı. Yan Xiaohan'ın bir emsal oluşturması sağlandığında, Mahkemenin atmosferi bir dönüşüm geçirebilir.

“Niçin böyle aniden…” Fu Shen buna anlam veremedi. “İmparator şey yapmak üzere olamaz… öhö öhö, öyle bir şey yani, değil mi?”

“Öyle bir şey değil.” Yan Xiaohan'la birbirlerine bakarken elleri kenetlendi. Şimdi yavaş yavaş sakinleşmişti ve saray konferansında neler olup bittiğini baştan sona anlattı. Fu Shen’in kıvrak zekasından faydalanarak, derhal diğerinin ne düşündüğünü anladı ve ikisinin düşünce hatları çakıştı. 

“İmparator prenslere karşı pek rahat hissetmiyor olabilir.”

“Prensleri dengelemek için seni kullanmak istiyor.”

Gözleri birbirine kenetlenirken, Fu Shen sayısız birbirine karışmış kuyruk iplerinin içinden anahtar ayrıntıyı hevesle kaptı. “Neden sen?”

--------------

Bölümün sonu.

Oy verip yorum yapmayı unutmayın.

Yorumlar