Bölüm 36: Kalbin Düğümü

Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab.


Keyifli okumalar.

--------

“Açık konuş. Mavi Kum Geçidindeki pusu, Doğu Tatar elçisinin suikasta uğraması, İmparator Altın Karga Muhafızını harekete geçirmesiyle mi gerçekleşti?”

Fu Shen doğrulayarak mırıldandı. “Doğru tahmin,” dedi açık bir şekilde.

Yan Xiaohan’ın onun üzerine kenetlenmiş elinin aniden olduğu yeri sıktığını hissetti, böylece oldukça nazik bir şekilde gülümsedi. “Ne demek istediğini biliyorum. Öfkeden ölmesi adaletsizlik olmaz, doğru mudur? Lakin Kardeş Yan,” diye konuştu bir miktar hüsrana uğramış bir tavırla. “Ayağını buna yenice kaldırmaya başlayan ve ardından bugün o adıma ulaşan kimse yok.

Majesteleri şimdilerde yaşını alıyor, paronayaklaşıyor, şüphecileşiyor, duyduklarına aldanıyor ve leke çalıyor– ama önceden böyle değildi. Ying Dükü Malikanesi, zayıflıyor olsa bile, hala bir azamet abidesi, tıpkı, Kuzey Yan Demir Süvarileri gibi, Jing Ning Markisinin Malikanesi gibi… İmparator olmasaydı beni bırak, bugün Fu ailesi diye bir şey olmazdı.

Yuantai’nin ikinci yılında, Majestelerinin saltanatının başlangıcına yakın bir tarihte Kuzey Sincan’a kargaşa hakimdi. Büyükbabam Gan Eyalet valisi pozisyonuna atanmış ve İmparator ona kayıtsız şartsız bir destek, askeri güç, erzak, para vermişti… Başta pek kapsamlı olmayan devlet hazinesi neredeyse boşaltılmıştı, ama ancak o zaman Kuzey Sincan bir kez daha huzura ermişti. Babam ve ikinci amcam, bugün ordudaki etkileri hala hissedilen temel taşlardı, ve dört sınır boyunca dağılmış, savaşı yaşayarak büyümüş pek çok general var.

Sen ve benim doğumumun direkt peşinden, dünya bir sebat devrini başlattı. Vicdanıma karşı duramam ve bunun sadece Fu’ların seleflerinin yiğitliklerinden kaynaklandığını söyleyemem.”

Yan Xiaohan müphem bir manada tebessüm etti. Fu Shen onun itirazını duyabiliyordu, ama diğerinin aksini ispatlamaya niyeti yoktu sadece konuşmaya devam etmesini işaret ediyordu.

“Bir zamanlar o, bilge bir hükümdardı. Evlilik yaptırımı gününde, bana neden öylece başkaldırmadığımı sormuştun ben de o zaman sana, Kuzey Yan’ın meşhur itibarının bir günde yerle bir olmayacağını söylemiştim. Sana bahsini etmediğim başka bir neden daha var. Sen de bugün şahit oldun… ben yapamam işte.

Bu yüzden de ondan intikam almak için yalnızca alışılmadık yöntemler kullanabiliyorum ve kendimi onu kurtarmaktan alıkoyamıyorum. Belki bir anıt kemer bile kurabilirim, onun kaltağı olduğum için…”

Yan Xiaohan anında elini kaldırdı ve bunun üzerine beline şaplak attı. “Sapan konuşmayı kes,” diye çıkıştı.

“Demek istediğimi anladın sen. Elimdeki her şey bana İmparator tarafından verildi. Şimdi geri almak istediğine göre, kavrayışımı gevşetmeye razı olmayacağımdan korkuyor…”

Nehirler ve dağlar aynıydı her zaman oldukları gibi, ancak insanların kalpleri eskiden olduğu gibi değildi artık.

Açıklamaya devam etmedi. Yan Xiaohan ve o aralarında hiç boşluk olmaksızın yakındı, ama o sempati duyamıyordu nihayetinde. Birbirine girmiş tezatlıklar, döneklikler – Fu Shen bile şahsını değersiz hissediyordu, peki diğerlerinin nazarında ne olacağını kim bilirdi? Sadece körü körüne sadık olabilirdi.

“Pff…”

Fu Shen şok içinde başını kaldırdı, neredeyse Yan Xiaohan’ın aklını yitirdiğine ve delirdiğine inanacaktı. Hemen ardından, diğer adamın kucağına çekilip sarmalandı— yetişkinler arasındaki o içli dışlı kucaklaşma tarzına benzemiyordu, daha ziyade bir çocuğu pışpışlama gibiydi, içindeki müsamaha ve düşkünlük hiç de üstü kapalı değildi.

“Neye benziyorsun biliyor musun, Jingyuan?” Yan Xiaohan saçlarının arasını öptü, yüzünün her yanına “sen hastasın” kazınmış olan kişiye hoşgörülü bir gülümsemeyle. “Hiç kötü bir şey yapmamış akıllı uslu bir çocuk, birden kötü bir şey yaptığı bir gün yaşar, vicdan azabı çeker ve kimsenin konusunu açmasını beklemeden her şeyi itiraf eder.”

Fu Shen hakikaten onu tekmelemek istedi.

Anlayışsız hödük Yan Xiaohan sırıtmaya mani olamadı. “Hepinizin bir grup namuslu beyefendi olduğunu söylüyorsunuz ama hayat zor, hm?

Onu bunu söyleyebilirsin ama sadece onun paranoyak olduğundan nefret edersin, ve kemiklerindeki doğuştan gelen şerefi değiştiremezsin. Şayet ben olsaydım, bu benim için büyük ölçüde bir sıkıntı yaratmazdı. Ha deyince insanlarla külahları değişebilen, rüzgar olmadan dalgalar oluşturabilen bir üçkağıtçıyım ben, ve bu hiç de demiyor ki, diğer insanlar kendi başlarına gelip beni kışkırttığında vuku bulacak.”

“Ne saçmalık. Senin gibi olur muyum ben?”

“Sen aziz misin o zaman?”

“Neden dolaylı yoldan benimde maytap geçtiğin hissine kapılıyorum?”

“Fazla düşünüyorsun. Madem ki sen ben değilsin, neden bir serseri gibi olman ve bu kadar yanlış görünen bir usulde intikam alman lazım? Madem ki sen aziz değisin, neden kendini fedakar olmaya zorlama ve kötülüğe iyilikle karşılık vermede ısrarcı olman lazım?

Kimse seni öç almaya zorlayamaz. Onu alman ya da boş vermen, tamamıyla senin kendi duygularına bağlı. Yahut, kendi başına halletmek istemiyorsan, senin yerine bana yaptırmak da bana uyar.

Bunun dışında, kil bir heykelcik hala bazı kirlerinin özelliğini taşır. İmparator kendi şahsı için böyle büyük bir yol inşa ediyor, öyleyse ne diye bu kadar nefret dolu? Şüphe ve kıskançlık yüzünden sadık yetkililere ve iyi generallere zarar vermek, hiçbir hanedan veya çağın bilge hükümdarının yapmaya yelteneceği bir şey değil. Kötülük edenler cezasına katlanmak zorundadır. Kurbanmış gibi lehine onu temize çıkarmanın hiçbir anlamı yok.”

Fu Shen, daha önce onun böyle uzun uzun konuştuğunu, detaylıca öğüt verdiğini hiç duymamıştı ve bir an için biraz tuhafına gitti, onca şeye rağmen kendini aksini ispat edemeyecek halde buldu.

Yan Xiaohan bir eliyle diğer kişinin çenesini yukarı kaldırdı, gülümsedi. “Marki, on altı yaşındayken suratıma suratıma “İmparator hatalı” diye bağırmaya cüret etmiştin. Şimdi neden bunun tersine keskin kenarını göstermeksizin elini kolunu bağlıyorsun?”

Geçmiş yıllar, ufkun sonundaki uzak anılarla birleşerek bir dalga gibi yükseldi. Fu Shen’in ansızın boğazı ağrıdı.

“Tebaalarının ölmesini isteyen o boktan hükümdarı at bir kenara. O bilgiçlik taslayan alimlerin kötü huylarını öğrenme.” Yan Xiaohan başını eğdi ve önü öptü, sesi yumuşaktı yine de her bir kelime Fu Shen’in yüreğini parçalıyor gibi görünüyordu. “Sevmeye cesaret etmek, nefret etmeye cesaret etmek, hem kibarlığın hem de düşmanlığın karşılığını aynen olduğu gibi vermek; kimse seni bağlayamaz kendinden başka.”

Defalarca ve defalarca Fu Shen’in sırtını izlemişti gözleriyle, çok uzaklarda bir yere giderken, bir delikanlıdan genç bir yetişkine, bir generalden asilzadeye dönüşmesini seyretmişti, ve yüce ruhu soğuk rüzgar ve sarı kum tarafından durmadan kemirilirken; sırayla hem övgü ve eleştirilerin gürültülü dalgaları hem de sorumlulukların yükünü omuzlarken ancak hiçbir zaman onları indirebilecek bir güne sahip olamıyorken izlemişti.

Yan Xiaohan bazenleri, kendisinin söylentilerdeki kadar kafadan kontak olmasını dilerdi. On altı yaşındaki Fu Shen’i mühürlemek istedi, o yıllarda tarifsiz acılar çekmesini sonsuza kadar engellemek, yahut - tıpkı evlilik yaptırımı gününde olduğu gibi - güvendiği, bağlı olduğu ve savunduğu şeye kötü niyetle baksın sonra tamamıyla çökertsin istemiş, bundan sonra onurlu bir adam olmamasını sağlamak ve o andan itibaren üzerindeki prangaları çıkarıp atmak istemişti.

Bunların hepsi de ulaşılmaz fantazilerdi, her biri normal bir dünyadaki düş kurmanın en umutsuz yansımasıydı. Yan Xiaohan’ın çok nadir kontrolünü kaybettiği zamanlar olurdu ve çoğunlukla aklı başında olurdu. Aklı başında olduğunda, Fu Shen’e “gönlümün içinde en tepeye yerleşiyorsun” diyebilirdi; ancak kontrolü kaybettiğinde Fu Shen’in zırhını kuşandığının ve on sekizinde harp etmeye gittiğinin, sadık bir memur ve iyi bir general yolunda ilerlemesinin hayatında sahip olduğu sırf iki çaresizlikten biri olduğunu kabul etmeye cesaret edebilirdi.

Bu dünyada sadık bir memur olmak yalnızca zahmetli değil, vahimdi de.

Yin ve yang ters düşmüştü ve cennetin kısmeti çağırılmıştı; hiç ummamıştı, bir gün, bu adamla böylesi bir uyum içinde olabileceğini.

Fu Shen sadece tekerlekli sandalyesinin üstünde oturabiliyor olsa dahi, hala dünyanın kullanımı zor olan ölümcül bir silahıydı ve kolay kolay kışkırtılmıyordu. Yine de bu gece geç saatlerde, kasvetinden çekilip hassasiyete yönelmiş, Yan Xiaohan’ın göğsündeyken neredeyse aldatıcı bir tür hoşnutluk aniden yükselmişti. Sanki kanatlarını açmış, en çok himaye etmeyi istediği kişiyi içten bir şekilde sarmalamayı başarmış gibiydi.

Nefesleri birbirine geçti, dudakları birbirine bağlandı ve kalp atışları gitgide daha uyumlu hale geldi. Fu Shen’in parmakları nazikçe onun kapkara, hafifçe nemli saçlarında dolaştı. Nihayetinde, kimin kimi avuttuğu belli değildi.

Gece esip geçti.

Fu Shen ne zaman uykuya daldığından emin değildi, ama uyandığında Yan Xiaohan çoktan gitmişti. Artık günün erken saatleri değildi, nazik meltem ve sıcak güneş hakimdi, ve ikisinin yakınlıklarının getirdiği fazladan sıcaklıkla, nadir bulunur rahat, hoşnut ve huzurlu bir uyku çekmişti.

Engin Uzun Ömür Festivalinin çılgınlığı ve dün açığa vuracağı hiçbir yer olmayan hüzün hali, uzun zaman önce yaşanmış bir hadise gibiydi. Üstesinden gelemediği pek çok şey muazzam görünmüştü ve ancak üstesinden geldikten sonra onların aslında hiç de öyle olmadığını keşfetti.

[ÇN: Dünyalar kadar malın olacağına bir tane YanYan gibi kocan olsun işte. :”)]

En mühim olan şeyse, onun yanında olmak ve durmadan eşlik etmek için büyük ölçüde sabır göstermeye istekli, dağlar kadar karmaşık düğümleri çözmenin ne kadar zahmet vereceğini kafaya takmayan, ve moralinin bozuk olmasının buna zerre kadar bir neden olmayabileceğini gözlemleyen bir kişinin olmasıydı.

Saf akımcılar tarafından alay edilen ve şiddetle lanetlenen Mahkeme dalkavuğu Yan Xiaohan için, sadık kulların zihniyetlerini anlamaya çalışmanın yanı sıra sessizce katlanmak zordu.

Öğle yemeğinden evvel, bir imparatorluk hadımı bir imparatorluk fermanını nakletmek için saraydan geldi. Jing Ning Markisinin, çok saygıdeğer benliğini kurtarma eylemi üzerine Majesteleri, onun sadakatini övdü ve ona birkaç sandık tıbbi malzeme, kıymetli metaller, mücevherler ve bunun gibi şeyler bağışladı. Keza hangi ödülleri isteyebileceğini sormak için özel bir söylem de vardı ve bunlar harfiyen yerine getirilecekti.

Fu Shen bir müddet düşündü, Yan Malikanesinin ama girişine bakmak üzere başını çevirdi ve gülümsedi. “Bir kimsenin hükümdarına ve devletine bağlı olması, bir kulun görevidir. Majestelerinin yüce gönüllü ödüllendirmesini ve fevkalade ilahi lütfunu kabul etmeye layık değilim, dolayısıyla daha da fazlasına göz koymaya nasıl cüret edebilirim? Bir tek cüretkar ricam var ve benim için bunu iletmeni isteyeceğim, iyi Hadım.”

Hadımın ona karşı gözleri parıldadı. “Lütfen konuşun Marki.”

Fu Shen, “Dünkü Engin Uzun Ömür Festivalinde, Uçan Ejderha Muhafızının Majestelerini güvende tutmak için koruma görevini yerine getirmesi farz edilmişti. Lakin hainin gözü açıktı ve ucu ucuna bir faciaya yol açtı; karım Muhafızın lideri olduğu için, suçlu bulunmaktan kaçamayacak. Bir karı ve koca tek yürek olmuştur, ve ben umarım ki Majesteleri bu hizmetkarın kendi haklarını kullanmasına ve ona devretmesine izin verir, böylece benim karım korumada elinden gelenin en iyisini yapmama suçundan bağışlanabilir.” diye cevapladı tamamen ciddiyetle.

Sanki gökten bir yıldırım inmiş ve Malikanenin çatısını parçalayıp açmıştı. Hadım dumura uğramıştı, adeta duyduklarının kendi hayal ettiği şeyler olduğuna inanıyordu. “Marki… ne- ne dediniz siz az önce…?” Diye sordu beyaz bir suratla.

Fu Shen parlak bir gülümseme verdi. “Hm? Bu Markinin söylediği şey net değil miydi?”

“Öyle… Öyleydi…” Hadımın boncuk boncuk terleri peyda oldu, korkunç, azman bir sır duymuş ve Yan Xiaohan bu gece onu susturmak için öldürmeye gelecekmiş gibi hissediyordu.

Bir telaşeyle kaçarken hadımın figürünün rapor etmek üzere geri çekilmesini izledikten sonra, Fu Shen acelesizce döndü, arkasında serseme dönmüşçe dikilen hizmetçi kız ve oğlanlar avlusuyla yüzleşti.

“Yaptığım şeye şahitlik etmekten çok mu etkilendiniz?” Diye sordu ifadesinde hiçbir değişiklik olmadan. “Yufka yürekli olduğum için beni suçlayamazsınız. Aslında bu, olaydan sonra Efendi’nizin kendini yiyip bitirmekten vazgeçmediği bir şeydi. Dün gece kollarıma yattı ve yarım gece boyunca ağladı.”

“……”

Fu Shen diğerlerine sandıkları taşımalarını emretti ve hiçbir şekilde vicdan azabı çekmeden öğle yemeği yemeye gitti. Yedikten sonra sindirime yardımcı olmasını isteyerek, Yan Malikanesinin Saf Boşluk Manastırına ne kadar uzak olduğu ve oradan gelen rahibin ne kadar şüpheli olduğu hakkında düşündü. Merakına yenik düşmekle son buldu, böylelikle Du Leng’in bir gezinti için onu semtte itmesini sağladı.

Önceden gelişmekte olan tapınak şimdilerde, acınası bir hale geldi, kapısında kimsenin olmamasıyla beraber ıssızlıkta doluydu. Usulüne göre, ağdan kayabilecek balıkların önüne geçmek için Yan Xiaohan mahsus mekanı göz altında tutmak üzere bir İmparatorluk Muhafızları filosu tahsis etmişti. Fazlasıyla tesadüf eseri, onlara liderlik eden kişi, Fu Shen’in daha önce gördüğü aşikar bir yüzdü: General Wei Xuzhou.

General Wei dünyanın durumlarında aşırı derece kurnazdı. En başta Yan-Fu çiftinin uyumsuz olduğunu da düşünmüştü, ama evlendikten sonra Yan Xiaohan’ın Fu Shen’e karşı tutumunun eskisi gibi olmadığı açık ve net görülüyordu. Fu Shen’in aynı fikirde olup olmadığı kesin bir bir dille söylenemezdi fakat, onların Sayın Yan’ı Jing Ning Markisine epey önem veriyordu.

Fu Shen’in geldiğini görünce, bir yandan selamlaşmak için öne adım atarken zihinsel olarak suskun kalmış, Fu Shen’in içeri bir göz atmasını önermek için insiyatif alırken bitmek tükenmek bilmez mütevazı bir tavır sergilemişti.

Fu Shen onu ilk kez gördüğü zamanı anımsadı; o vakitler Wei Xuzhou o kadar dostani değildi. “General Wei bu Markinin suikastçının suç ortağı olduğu konusunda endişelenmiyor mu?” Dedi sırıtmaya engel olamayarak.

“Bu kelamlar nereden geliyor, Marki?” Wei Xuzhou acilen açıkladı. “Sen bizden birisin.”¹

Sırıtarak gözlerini indiren Fu Shen, “Sizden.” diye tekrarladı.

İki yaşlı tilkinin her biri, gülümseyerek birbirlerine bakarlarken, bu bilmecevari sohbetten istedikleri bilgiyi edinmiş gibi görünüyorlardı. Wei Xuzhou ona “lütfen buyur” işareti verdi ve Fu Shen istinaden ona üstünkörü başını salladı. “Öyleyse sana zahmet vereceğim. Haydi gidelim, Du Leng.”

----------

Bölümün sonu.

Oy verip yorum yapmayı unutmayın.

¹Burada "our own" şeklinde bir ifade var ve Türkçe'ye "bize ait", "bizim sahip olduğumuz" veya "bizim kendimizin" şeklinde çevrilebilir. Ama cümle içinde çok emanet gibi durduğundan "bizden" diye bıraktım. Fu Shen muhtemelen başta belirtilen tabire tepki verdi. 


Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab.

Yorumlar