Bölüm 32: Özel Bir Görüşme

Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab.

Keyifli okumalar^^

----------

“Hayırdır? Bu Marki seni bir fahişeler diyarının kapısında yakaladı, bu yüzden Uçan Ejderha Muhafızı susturmak için tanıkları öldürmek durumunda mı?”

Fu Shen onun tarafından tenhada bir ara sokağa çekilmişti ve kaygısızca, katlanır yelpazesini kullanarak tıpkı bir zampara gibi diğerinin çenesini kaldırıyordu. Yan Xiaohan konuşurken gözlerini ona sabitleyerek laubaliliklerine izin verdi. “Öldürmek mesele değil ancak seni susturmak öyle.”

Fu Shen’in merakı uyandı. “Nasıl yapmayı planlıyorsun onu… mmf…”

O bitiremeden önce, biri eğildi ve dudaklarını kapadı.

Yenice evlenmiş lakin halihazırda umulmadık şekilde yeniden kavuşmak üzere ayrılmaya zorlanmışlık; yığın yığın birikmiş bazı duygular ikrar edilemedi ve eylem yoluyla açığa vurulmak zorundaydı. Bu öpücük, bir miktar kasıtlı enerjiyle, ayrılıştaki öpücükten daha bile dokunaklıydı. Güya az evvel oynadığı numaranın acısını çıkartırmışçasına Yan Xiaohan ne hafif ne de sert bir edayla Fu Shen’in dudaklarını ısırdı.

Bu sadece birazcık acıtmıştı. Fu Shen uzandı ve çenesinin üzerini sıkıştırdı, dudaklarının arasından soğuk bir hava tısladı fakat ona çıkışmadı. “Çok adice. Biraz sakinleş, beni öyle sert ısırma iz bırakıyorsun…”

O nefesi çektiği gibi Yan Xiaohan pişmanlık duymuştu, Fu Shen’i başının arkasından desteklemek için hareket etti ve ısırdığı yeri nazik bir şekilde emdi. “Acıdı mı?”

Fu Shen iyi olduğunu belirterek onun sırtını pat patladı, ancak onu paylamaya devam etmeyi unutmadı. “Arkamdan genelevin birini ziyaret etmek… Hiçbir şey yapmamıştım bile yine de ilk haksızlığa uğrayan kişi sen oluyorsun.”

Yan Xiaohan ağır ağır Fu Shen’in seviyesinden biraz daha aşağıya inip önünde yarı diz çöker bir durumda geldi, ve iki elini kendi kucağında birleştirdi. “Kıskandın mı? Dürüst ol.”

Fu Shen küçümsemeyle dudak büktü. “Herkesin aynı senin gibi olduğuna inanıyorsun; bir fıçı sirke.”

“Sahiden hiç kıskanmadın mı? Şayet gerçekten bir genelevi ziyaret etseydim, ne yapardın?”

Fu Shen belli belirsiz gülümseyip ona bir soru fısıldayarak geri dönüş yaptı. “Kaldırdığım bıçağımı indiremez miyim sanıyorsun, Kardeş Yan?”

“……”

[ÇN: Valla hiç tereddüt etmez ayağını denk al YanYan .d]

Doğrusu, Fu Shen’in ne kadar şiddetli olduğuna bakılırsa, herhangi bir aldatma yahut ihanet olduğu vakit, kesin hükmün ancak ölümle temizlenebilecek bir tazminat olacağını uzun zaman önce aklına getirmiş olması lazımdı. Vaktiyle Yan Xiaohan zaten onun yüzüne karşı günah işlemişti ve bunun yegane nedeni o zamanlar Fu Shen halen gençti, kalbi hala oldukça yumuşaktı, ki bir kez daha ona yakınlaşma fırsatını bulmuştu.

Fu Shen’in son cümlesini duymamış gibi yaparak kibarca konuyu değiştirdi. “Buraya nasıl geldin?”

İki eli de çekilirken Fu Shen kucağındaki yelpazeyi işaret etmek için başını eğdi. “Bu civarda bambu el sanatları dükkanı var ve iyi yelpazeler yapıyorlar. Geçen yıl işletme sahibine birkaç yelpaze yaptırmıştım ve şimdi tekrar aklıma geldi, böylece ben de onları almaya geldim. Böyle bir şansla karşılaşacağımızı kim beklerdi?”

Fu Shen, gençliğindeki o lüks hayatından ayrılmasına rağmen, hala aksesuarlarında, giyim kuşamında, kemiklerindeki zarafete düşkündü ve evindeki eşyalar rafine edilmişten daha az değildi. Bu çağın insanları ahşap çerçeveli yelpazeleri çok seviyordu ve daha varlıklı kimseler çerçeve için fil dişi yahut inek boynuzu kullanıyordu. Buna karşın o, ziyadesiyle hafif bambu yelpazeler için özel bir tercihe sahipti. Nehir tanrıçalarının benekli bambularına sahip olmakta diretmedi, temiz ve şık göründüğü müddetçe hoşuna giderdi.

Yan Xiaohan, Fu Shen’in nadiren başkente döndüğü geçmiş yıllarda, ne vakit sokaklarda karşılaşsalar Fu Shen’in elinin katiyen boş durmadığını belli belirsiz anımsamıştı.

“Ya sen?” Fu Shen devam etti. “Kaza yeri Zümrüt Pavyonunda değil miydi? Neden Yüz Bülbül’ü ziyaret ettin?”

“O Altın Karga Muhafızı Pavyonda öldü fakat aynı akşam daha evvelden Yüz Bülbül’e gitmiş. Kurbanın üzerinde eksik bir şey vardı ve Pavyon’da bulamadım bu yüzden burada düşürülmüş olabileceğini tahmin ediyorum.”

“Ne düşürülmüş?” Fu Shen’in suali tamamıyla bilinçaltından geliyordu ve ancak bunun uygunsuz olduğu kanısına vardıktan sonra anlaşıldı. “Sorabilir miyim? Eğer söyleyemezsen, o zaman ben de sormadım.”

Yan Xiaohan elini sıktı, konuşurken ifadesinde değişiklik olmadı. “Açıklığa kavuşturayım. Söyleyemeyeceğim bir şey değil, ama sana söylemek için gece eve dönene kadar bekleyeceğim.” Her yana bakıp belirsiz bir imayla sırıttı. “Burada bahsetmek pek uygun olmaz.”

Fu Shen işleri olması gerektiğinden daha zor hale getirme zevkini anlayamıyordu. Korkunç hayalet hikayeleri anlatmak için akşam vakti geri dönmek zorunda olduğunu mu düşünüyordu? Onu üç yaşında biri mi zannediyordu?

“İyi o halde.” Vazgeçerek Yan Xiaohan’ın avucunu sıkmak için parmaklarını kıvırdı. “Bu davaya ilişkin olabileceğini düşündüğüm bir şey var. Doktor Shen’in şöyle dediğini duydum; Muhafız Akut Yang Dağılımından ölmüş? Demin yelpazeleri almak için dükkana gittiğimde arada bir esnafların sohbetlerini duyabildim. Yılın başından itibaren bu kısa iki ay içinde bu bölgenin genel evlerinin pek çok insanı ellerinden kaçırdığını fark ettim. Son zamanlarda biraz fazla “cinsellikten ölüm” meydana gelmedi mi?”

“Bu fikri aklımda tutacağım.” Yan Xiaohan ayağa kalkıp onu yanağından öpmek için eğildi. “Shen Yi’ce’yi benim yanımda bırak. Döndüğümde geri kalanı hakkında seni bilgilendireceğim.”

Fu Shen mevzuyu bildiğini anladı böylece başını sallayıp başka bir şey söylemedi. Yan Xiaohan onu ara sokaktan dışarı itmiş, Xiao Xun’a devretmişti. Tam arkasını dönecekken aniden Fu Shen onu durdurmak için seslenmiş sonra diğerinin kollarına katlanır yelpazesini atmak için havaya savurmuştu.

Elini geri çekerken cübbesinin kol yeni havada yuvarlak, tam bir yay oluşturmuştu. Karanlık kıyafetleri ve siyah saçlarıyla tüm yapabildiği oturmak olsa dahi zarafetinin esintili cazibesi baştan uca parlıyor, binanın önündeki sayısız fahişeyi bir bakış atmak için başlarını uzatmaya cezbediyordu. Fu Shen sanki ona küçük bir oyuncak hediye ediyormuş gibi görünüyordu, sözleri aldırışsızdı. “Senin için. Al ve keyfine bak.”

Yan Xiaohan’ın gözleri kulvarın ağzında gözden kaybolurken silüetini takip etti, farkında olmadan parmakları açıldı ve böylece anormal derecede hafif yelpaze açıldı.

Dış omurga siyah bambudan yapılmış, iç kemikler ise palmiye bambusundan yapılmıştı. Ağır mika yelpazenin gümüşi yüzeyine serpilmişti. Ön kısımda elle boyanmış bir kulenin üzerinde parlak ay vardı, ve arkasına antik bir şiirden birkaç söz yazılmıştı.

—— Umarım ki Güneybatı rüzgarı olurum, nitekim daima kollarının içinde kalabilirim.*

Wei Xuzhou arkasından sinsi sinsi yanaştı. Yelpazenin yaprağındaki kelamlara bir bakış atmasıyla gıdaklayan dil ve cıvıldayan kuşlar hemen hemen ağzından çıktı. “Bakın hele şunlara. Bu "esas hanımın" tavrını veriyor…”

Yan Xiaohan nefes kesici bir hamleyle yelpazeyi uzağa çekti, omzunun çukurunu tehditkar bir şekilde dürttü. “Şu anda esas hanımın tavrının senin duygularına ihtiyacı yok. Zırvalamayı bırak da soruşturmaya başla.”

Hoş, yüzündeki gülümseme ağzına kadar suyla dolmuş bir kavanoz gibiydi, hafif bir dokunuş onu dışarı dökecekti.

Wei Xuzhou, bir esintiyle yürürken arkasından bakmış, içten içe bocalamaya mani olamamıştı: İmparatorun ona evlilik yaptırımı uygulaması… aslında hayatının yarısını sap geçirdiğine acıdığı için değil miydi?

Gece vurduğunda Yan Xiaohan geri döndü, Fu Shen ve ekibi o zamandan bu yana Yan Malikanesine yerleşmişti. Bir zaman dilimi kullanılmayan yatak odası yeniden ışıkla aydınlatılmıştı, Fu Shen kitap okurken bir fenerin altında oturmuştu.

Çehresi yumuşak bir şekilde uysallaşmıştı, dikkat kesilmenin ortasında o soğuk, sert, baskıcı duyguyu kaybetmişti. Ciddi ifadesi bile artık o kadar ulvi ve ulaşılmaz görünmüyordu, sadece birinin onu göze hitap eder bulmasını sağlıyordu.

O okumaya odaklandı, diğeri ise onu seyretmeye.

“Bana bakmaya devam et ki ben de para alayım.” Fu Shen kitabı tersyüz ederek masaya koydu, soğuk bir şekilde onunla dalga geçti. "Biraz sakin ol tamam mı? O gözlerin derimin bir katmanını yüzmek üzere. Bugün Yüz Bülbül’de yeterince gözlerin bayram etmedi mi?”

“Kıskanmadığını söyledin lakin sözlerin o yerden sapıyor.” Yan Xiaohan odaya girmiş, cübbesini çıkarıp ev kıyafetleriyle değiştirmiş, Fu Shen’in karşısına oturmuş ve uzattığı çayı kabul etmişti. “Açık açık söylemem için beni zorluyor olmalısın, ki bu gayet güzel. “Sen onlardan daha güzel görünüyorsun” gibi kelamlar kullanarak sana dil dökmek istemiyorum, zira seni o insanlarla bir tutmanın sana saygısızlık olduğunu düşünüyorum.

Gönlümün içinde en tepeye yerleşiyorsun, ve hiç kimse sana ulaşamıyor.” Yan Xiaohan çaydan bir yudum aldı, tonu istikrarlıydı. “Bu sözler yürekten geliyor. İçlerinde latife yok.”

Bu ani gelen itiraf Fu Shen’in duraklamasına neden oldu.

“Kardeş Yan?”

Yan Xiaohan iç geçirdi, bardağını bıraktı, Fu Shen’in önüne yürüdü ardından uzanıp onu kucağına çekti.

“Senden ziyadesiyle hoşlanıyorum, Marki.” Dedi. “Ömrümde ilk defa birine bu denli düşkün olmuştum. Bundan mütevellit, aramızda bir yanlış anlaşılmanın izi olmamalı. Yedi yıl önceki hadise… tekrar vuku bulmamalı.”

Fu Shen bir müddet suskun kaldı, sonra azar azar sordu: “Ne zaman… başladın?”

Birbirlerinin duygularının ancak birlikte yaşamaya başlamanın yakınlığından sonra derinleştiği kanısındaydı. Fakat Yan Xiaohan’ın sözlerinin içinde derlenen manadan durum öyle görünmüyordu. O vakitlerde halen onu arkadaş olarak görürken Yan Xiaohan’ın yüreği çoktan onun için ücra bir yoldan mı geçiyordu?

“Yedi sene önce.” Yan Xiaohan acı bir şekilde gülümsedi. “Ama o zamanlar… epey ukalaydım ben.”

Fu Shen güç bela geçirdiği şoku dizginledi. “Neden?”

O zamanlar sadece çocuktu!

“Eğer duymaya istekliysen, sana daha sonra parça parça anlatırım." Yan Xiaohan onu şakağından dikkatlice öptü. “Her halükarda, senin arkadan başka birine bakmayacağımdan haberdar olduğun müddetçe kafi.”

“Kafi değil.” Diye cevapladı Fu Shen dobra dobra. “Benim hakkımda sevdiğin her kısımdan bahsederek beni mutlu et."

Yan Xiaohan: “……”

Benliğinden anlattığı endişeler tarafından tadı kaçan hava hiçliğe sürüklendi. Yan Xiaohan kahkahasını diğerinin omzuna bastırarak boğmadan edememişti. Fu Shen her açıdan güçlü bir insandı, bilhassa duygusal olarak. Yan Xiaohan bazen, çökmenin eşiğindeki, sadece tek tahtası olan bir köprüde güçlükle yürüdüğünü hissediyordu. Her havaya adım attığında ve bedeninin sertçe çarpıp kemiklerinin kırılacağına inandığında, aşağıda bulunan Fu Shen tarafından sıkıca yakalanacaktı. Ancak gözlerini bir kez daha açmaya şansı olunca, dağ bulutlarının ve dolambaçlı sislerin altında, toprağın aslında ayaklarının altında olduğu keşfedecekti.

Bu, ta en başından fark ettiği bir bakış açısıydı.

Yan Xiaohan onun kulağına o kadar ağır ağır konuşmuştu ki geriye sadece nefesi kalmıştı. “Baştan ayağa, dokunduğum ve dokunmadığım yerleri — hepsini seviyorum.”

Gece banyo yaptıktan sonra uyuşukça mayışarak yatakta omuz omuza yattılar. Gündüz ki vakayı aniden yeniden hatırlayan Fu Shen, Yan Xiaohan’ı dirseğiyle dürttü. “Bugün eve döndüğünde bana anlatacağını söylemiştin. Ee, neyin nesiydi şu mesele?”

“Ah. Beklediğim şeyden bahsediyorsun.” Yan Xiaohan yana dönüp onunla yüz yüze geldi ve adamın beline bir elini yerleştirdi. “Bir bot cüzdanıydı.

Ölen adam Altın Karga Muhafızı Yang Hexuan’dı. Askeri yetkililer genelde günlük olarak ata binerler, ve nadiren makam tahtırevanı alırlar, fakat at sürerken bir şeyleri koyacak çok fazla yer yoktur. Bu sebeple küçük nesne ve belgeleri yanlarında taşımaları gerekiyorsa çoğunlukla bot cüzdanına koyarlar. Yang Hexuan’ın bütün kişisel eşyaları ele geçirilmişti ama cüzdanı bulunamadı. Zümrüt Pavyonu’nda da değildi, bu yüzden ben de Yüz Bülbül'de aramaya gittim. Beklendiği gibi, o gece içki içtiği odaya düşürmüştü.

İçinde birkaç borç senedi, elli civarında tael ve toz halinde biraz pudra bulunan bir kağıt demetiyle doluydu. Zannımca bulmaya çalıştığımız şey aynen buydu ve çoktan Shen Yi’ce’ye teslim ettim. Yarın ne olduğunu anlayacağız.”

“Onu öldüren şeyin o demetin içinde olduğundan nasıl böyle emin olabilirsin?”

“O gece onu bekleyen fahişeyi sorguladım. Genç hanım dedi ki, seks yapmadan önce havaya girmek için sık sık madde alırmış. Ondan sonra, her nasılsa kaybettiği gücünü yeniden kazanırmış ve sıradan birinden daha arsız olurmuş. Ayrıca uyuşturucu kullanmadığını iddia etmiş, ve öyle demeseydi garip olurdu. Genelevde bazı yaygın afrodizyaklar bulunur ama böylesi bir etkiye sahip olması, kuvvetle muhtemel olarak kendi vaktinde başka bir caddeden gizlice güçlü bir uyuşturucu aldı.”

“Bu muydu yani?” Fu Shen bunu dinledikten sonra meraklandı. “Neden bu saçma şey hakkında konuşabilmek için geri dönmen gerekiyordu ki?”

“Yani diyorsun ki, afrodizyakları ve erkeklerle ilgili mevzuları seninle tenha bir sokakta konuşmakta hiçbir sakınca yok öyle mi?” Yan Xiaohan haklı olduğuna tamamıyla inanarak sordu. “Karı koca arasındaki bu tür mahrem bir konuşma, geceleyin yatakta, etrafta kimseler yokken söylenmez mi?”

Fu Shen: “……”

Şu anda, ifadesinde hiçbir değişiklik olmaksızın, kalbinde hiçbir dalgalanma olmaksızın bir dizi “afrodizyak” dinlemişti; ancak Yan Xiaohan nasıl olduğunu söyleyince, derhal olduğu gibi ayaklanarak karnına akan sıcak kan infilakını hissetti.

Beline dolanan el birden olduğu yeri sıkıştırdı, hatta ve hatta Fu Shen battaniyeyle birlikte Yan Xiaohan’a doğru çekildi. Arsız hergele, sırtının aşağısına durmadan masaj yaparken boğuk bir sesle ona takıldı. “Sahiden de duygusuzsun…”

Birkaç kat ince, yumuşak brokarlı yatak örtüsüyle ayrılan Fu Shen, yine de bacağına karşı bir şey hissedebiliyordu.

İkisi de erkek. Nasıl olur da anlamazdı?

Tedirgin bir şekilde kıpırdandı ardından tezce Yan Xiaohan tarafından zapt edildi. “Hareket etme.

Bunu umursamana gerek yok. Bana sadece bir dakika ver.” Yatıştırırcasına sırtını sıvazladı. “Sana dokunmayacağım.”

Bunun üzerine Fu Shen’in kaşları inceden havalandı.

Pek tabii, ona dokunmadı. Bir süre sonra, Fu Shen’in aşırı hızlı kalp atışları düzenli hale geldiğinde, aniden başının üstünden titrek bir hava akımı geldiğini fark etti.

Başını kaldırdı ve sordu: “N’apıyorsun?”

Yan Xiaohan dingin bir edayla tebessüm etti. “Kutsal yazıları okuyorum.”

“……”

Fu Shen epey bir süre buna sabretti, iç çekti ve en sonunda talihsizliğini kabul ederek çarşaflara uzandı.

Ertesi sabah erken saatlerde ikisi, yemeğin yarısından sonra ansızın soruveren Xiao Xun’la kahvaltı yapıyordu. “General, siz ikiniz dün gece odanızda bir şey mi kırdınız? Bir sorun yok ya?”

Fu Shen, dün gece nasıl yaramazlık yaptıklarını, aldırış göstermediklerini ve ayak ısıtıcısını yatağın dışına tekmelediklerini, ısıtıcının avludaki insanların yarısını uykudan uyandıracak yüksek sesli bir gümleme yarattığını, günahkarlık hissiyle hatırlamıştı ve az kalsın congee’sinde boğulacaktı.

“Tam adamına sordun.” Yan Xiaohan hiç vicdan azabı çekmeden ölebilirmiş misali gülümserken, ağrılı bir soluk çekerek dudağının içindeki yarayı yaladı. “Markiniz dün gece beni onunla itişip kakışmaya ikna etmede tutturdu, ve bu onun ilk hamlesiydi.”

-------------

Yazar şöyle diyor: Cao Zhi’nin Yedi Buruk Şiir’i

Fu Shen: Benim Yan’ım… patavatsız konuşursan, kaldırdığım bıçağım hareketsiz mi kalır?

BlackBerry: Ramazan olmasa, şu Çin’e ve sansürüne çok güzel şeyler derdim de… neyse. Tam anlamıyla yapmasalar da, bir seviye atladılar burda, biz anlamıyoruz tabi ne olup bittiğini ama henüz halvet olmadı :”).

Oy verip yorum yapmayı unutmayın^^



 


Yorumlar