PUASK - 2. Bölüm

 

Eğer izin gününüzdeyse, genellikle ölü bir balığın gözleriyle gördüğünüz günlük sabah haber programını izlemek eğlencelidir. Sabahtan bu yana tek yaptığım televizyon izlerken ağzımı ızgara et bento ile doldurmak. Ah, bugün hava güneşli olacak, ha? Tüm kirli çamaşırlarımı biriktiriyordum ama bu durumda ellerimin boş durmaması gerekiyor.


Bento kabını ve tek kullanımlık yemek çubuklarını plastik bir torbaya attım ve dün aldığım içeceğin geri kalanını içtikten sonra ayağa kalktım. İşte o zaman, hala gömleğim ve pantolonumu giyerken uykuya daldığımı anladım. Eh, biraz kırışmışlardı ama kuru temizleme için acele etmem gerekecek kadar değildi. En azından bir dahaki maaş gününe kadar beklemek zorundaydı.


Dolaptan sweatshirt ve eşofman aldım ve üzerimi değiştirmek için tuvalete gittim. Kollarımda bir havlu ve iç çamaşırı taşırken, muhtemelen İlias'ın giysilerini de yıkamam gerektiğini düşündüm. O kadar yüksek ateşle uyuduğu için muhtemelen bütün gece terledi ve sonra o kıyafetleri giymeye devam etmek zorunda kaldı... Ah, sanırım gidip kıyafetlerine bakacağım , çünkü ben o kadar iyi bir adamım. Bu yüzden iç çamaşırımla birlikte nasıl yıkandığı konusunda sessiz kalacağım. Daha güzel kokması için yumuşatıcı bile koyuyorum.


Öğle yemeğinde ne yapacağımı düşünürken yatak odasının kapısı açıldı. Hâlâ biraz ateşli görünen ama genel olarak bu sabah çok daha iyi durumda olan İlias'ı görmek için baktım. O huzursuz ve kıpır kıpır adamı bir 'Günaydın' ile karşıladım ve o da uygun şekilde selam verdi. Tanrım, orada öylece durma, istersen sana oturman için biraz yer bırakacağım.


Buzdolabından yeni bir su şişesini alırken, gergin bi şekilde kanepede oturan İlias'ı gizlice gözlemledim. Kulaklarının etrafına pürüzsüzce düşmek için altın saçları kesilmişti, hafif çekik mavi gözleri, uzun ve ince bir burnu ve ince dudakları vardı. Aynı zamanda benden daha uzun boyluydu ve boyu 1,73 cm'ydi. Muhtemelen bu tür bir adama ideal Yakışıklı Prens tipi diyebilirsiniz. Romantik bir tatil beldesinde tanışmak isteyeceğiniz 1 numaralı adam için bir sıralama varsa, bu adam elleri aşağıda kazanır¹.


(Ç/N:¹Şöyle diyelim; o kadar yakışıklı ki her istediğini alır, kazanır.)


"Hey, yemeye hazır mısın?"


"...Buna cesaret edemem."


"Bu bir cevap değil. Benim duymak istediğim şey yiyip yiyemeyeceğin. Eğer yiyeceksen, senin için biraz pirinç lapası pişireceğim."


"Gerçekten önemli değil. Seni daha fazla rahatsız etmeye cesaret edemem."


İlias inatla boyun eğmez olsa da, midesinden gelen gurultu ağzından çıkan sözlerden daha yüksekti. İlias'ın yüzü sesle kızardı ve sustu. Ah, çok fazla vaat verdim²...! Gülmeye karşı koyamadım ve kıkırdamamın ortasında başımı kaldırırken bir şey fark ettim: kollarınızla karnınızı bastırmaya çalışsanız bile, kendini duyurmak istiyorsa, onu durduramazsınız. Bir prens gibi görünse de, bu adamın hala çok normal bir insan olduğu ortaya çıktı. Onunla ilgili düşünce oranım biraz yükseldi.


(Ç/N:²İngilizce de 'promised' yazıyordu, söz vermek, umut vermek, vaat etmek. Vaat vermek de; Bir işi yerine getireceğine söz vermek. Davranışıyla, tutumuyla bir işi yapacağı duygusunu uyandırmak, umut vermek anlamına geliyor. İlias'ı evine aldığı için 'çok fazla sorumluluk üslendim, söz verdim' diye kendine gülüyor. En iyi bu şekilde olur diye düşündüm.)


"Sadece otur ve bekle, senin için bir şeyler yapacağım."


Öğle yemeğim için de yemek yapacağım, bu yüzden cansız pirinç lapası yerine, yumurtalı lezzetli bir lapa yapacağım. Buna karar verdikten sonra, çok kullanılmayan mutfağıma gittim.


...


"Bu ... Çok lezzetli."


İlias elinde bir kaşık tutarak ve bana ışıltılı gözlerle bakarak konuştu. Yumurtalı pirinç lapamı yavaş yavaş yiyen ben, iyi olduğunu düşündüm. Bunu yapmak için özet bir sitenin³ talimatlarını kullandığım için oldukça iyi olacağını düşündüm. Oturma odamda sadece bir alçak masa ve ikimizin yan yana yemek yediğimiz bir kanepe vardı. Dün gece tanıştığım bir adamla bu kadar yakından yemek yemeyi beklemiyordum, özellikle de bu tür tatlı yüzlü yakışıklı olan biriyle. Tam da onun da zarif bir şekilde yemek yiyip yemeyeceğini merak ettiğimde, İlias ağzını açtı ve kıtlıktan çıkmış gibi yemeye başladı. Evet, yemeklerini düzgün yersen, sen de çabuk iyileşirsin.


(Ç/N:³Özet sitesi veya 'matome' sitesi, bir temaya göre bilgi toplayan ve düzenleyen bir web sitesidir.)


Yemek yemeyi bitirdikten ve midemiz dolduktan sonra, ateşine yardımcı olmak için son soğuk ilacı İlias'a verdim. İlias bulaşıklara yardım edeceğini söyledi ama ben onu aşağı çektim ve hasta insanların sessizce dinlenmeleri gerektiğini söyledim. İtaatkar bir şekilde yeniden kanepeye oturdu ve bu sabahtan beri getirdiği ve üzerinde oynadığı taşlarla oynamaya başladı.


"Bunlar ne?"


İlias'ın yanına oturdum ve ellerine baktım. Daha önce kim bilir ne anlaşılmazca havada hareket eden taşlar, artık ışıkları söndükten sonra yalnızca bir avuç kayadan ibaretti.


"Büyülü bir iletişim aracı. İçeride çok az büyü gücü olmasına rağmen, büyülü bir mühendis tarafından oyulmuş büyülü bir mühür de var. Bu özellikle nadir bir şey değil ya da ben öyle düşündüm."


"... Üzgünüm, hala anlamadım. Yani bunları yanınızda taşırsanız, o şeyin olduğu her yerde başka insanlarla telefon görüşmesi yapabilirsiniz? Sanırım bunu kabul edebilirim ama bunun sihir olduğunu söylemek biraz ..."


"... Sihir mi? Bu sadece büyü gücünü kanalize⁴ etme ve kullanma yeteneği, hepsi bu."


(Ç/N:⁴İlk anlamı rehberlik etmek. Büyü gücüne rehberlik ediyor yani.)


"Hayır, anladım, arkasındaki teoriyi anlıyorum ama ... sihrin sadece hayal ürünü olduğunu biliyorsun, değil mi?"


"... Tam şimdi yemek pişirirken, bunu yapmak için sihirli bir taş kullanmıyor muydun?"


"Ah, yemeği pişirdiğim şeyin adı ocak. Belki duymuş olabilirsin. "


"Ocak...? Hayır, sahip olduğumu söyleyemem. Bu ülkenin başlıca sihirli taş türü 'ocak' mı?"


"Tamam, biliyor musun, sihir hakkında konuşmayı bırakalım. Bunun yerine bana hangi ülkeden olduğunu söylesen nasıl olur?"


Büyü hakkında tutkuyla dolanan bir chuuni⁵'yi dinlemek tam bir zaman kaybı. Yapmak istediğim tek şey, bu adamı biraz gerçeğe geri döndürmekti, bu yüzden bu adamın neden tamamen ciddi bir şekilde fantezileriyle uçup gittiğini anlamıyorum. Farklı bir soru sorarak konu değiştirdikten sonra İlias duruşunu düzeltti.

(Ç/N:¹Chuuni, chuunibyou ya da türkçe olarak sekizinci sınıf sendromu. Bazı gençlerin ve ya ortaokul öğrencilerinin sergilediği dikkat çekme, kuruntu davranışını tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Örneğin, özel bir yeteneğiniz olduğunu veya trajik ve karanlık bir geçmişiniz olduğunu veya sizi "benzersiz" ve "diğerlerinden farklı" yapan herhangi bir şey olduğunu söylemek chuunibyou olduğunuzu gösterir.)


"Doğduğum ve büyüdüğüm yer Selentia Krallığı. Krallığın şövalyesi olduktan sonra son beş yıldır yaşadığım Fort Gretia'daki görevime atandım."


"Ha ... Haha ... Pekala, Krallığın Şövalyesi, o kalede yaşarken nasıl bir şekilde kapımın eşiğine geldiğini bana açıklayabilir misin?"


"Dün bir büyülü mühendise eşlik etme görevi verilmişti. Büyü gücü taşması meydana geldiğinde, yeni geliştirilmiş bir uzun mesafeli ışınlanma çekirdeğini test ediyorlardı. Büyü mühendisinin patlamaya yakalandığı yere doğru hızla koştum ve... bir sonraki an buradaydım."


"...... Ben... anlıyorum."


"Genellikle, bir ışınlanma çekirdeği kullanan alan aktarımı kullanıcı üzerinde herhangi bir baskıya neden olmaz. Uzun mesafe faktörünün yanı sıra fiziksel durumum üzerinde bu tür bir etkiye neden olan aşırı büyü gücünün bir kombinasyonu olduğuna inanıyorum."


"... Ve bu cihazla arama yapamamanın nedeni nedir?"


"Bunu bilmiyorum. Mevcut koordinatlarını belirleyemediği bir zamanı hiç duymadım. Ülkemi terk etsem bile, nerede olduğumu hala belirleyebiliyor olmalıydı... Başka bir dünyaya geçmek gibi bir şey yapmadıysam tabii... "


(*Bingoo.)


İlias, şu ve bunun gibi bir uzman havası taşıyordu. Bu cihazın bir şaka olması gerektiğini söylerken gerçekten kahkahayı patlatmak istediğimi hissetsem de, nedense kafamda bir inkar bulamadım. Elbisesinin altında bu adamın vücudunun etten ve kandan yapıldığını biliyorum, ama en azından elleri kesinlikle ahtapot ya da başka bir şeyden yapılmıştı⁶. Bu 'büyülü cihazı' kullanma şekliniz çok gizemli. Bu şey aslında modern bilim kullanılarak mı yapıldı? Tamam, doğru olduğunu varsayarsak, o zaman İlias neden bu garip cihazı yanında getirdi ve neden benim evime geldi? Kimse ondan bir şey alamaz.


(Ç/N:⁶Sadece bir benzetme. İlias'ın ellerinin çok hızlı hareket etmesine atıfta bulunuyor.)


Bana sakın, bu adamın... gerçekten başka bir dünyadan geldiğini söyleme? Böyle bir durumda ne söylemen gerekiyor ki? "Benim evime gelebildiğine göre, gidip geri dönüş yapamaz mısın?" ya da başka bir şey? Hayır, bekle, burada ne halt düşünüyorum! Sırf fantastik bir hikaye duyduğum için, bu uydurma dünyaya da mı kapılmak zorundayım ?!


Uyan Azu! İlias'ın dikkatimi çekmeye çalıştığını fark edene kadar başımı duvara vururken kendi kendime söyledim. Ona baktım ve... korktuğum gibi, bana kesinlikle ciddi bir ifadeyle bakıyordu.


"Yakınlarda bir yerlerde bir lonca veya savaş alanı olabilir mi?"


"Olduğunu hiç sanmıyorum."


"Öyle mi... Öyleyse civarda olmasa bile sorun değil. Yapabileceğim tek şey savaşmak. Aslında bu göreve başladığımdan beri yanımda altın taşımıyorum. Bilgi toplamak adına paralı asker olarak çalışmam gerekecek. Bu şekilde artık seni daha fazla rahatsız etmem gerekmeyecek."


"Bekle bekle bekle, sen - bu konuda ciddi misin ?!"


"Evet. Şu anda geri dönemeyeceğim için, sadece geçici olarak idare etmem gerekecek."


"Pekala, bu ülkede biz savaşmıyoruz. Burası kesinlikle barışla dolu bir ülke, bu yüzden oraya gidip o kılıcı sallarsan, kesin olarak tehlikeli bir deli olarak görüneceksin ve seni içeri tıkacaklar."


"... Siz... savaşmıyor musunuz...?"


"Ayrıca, kimlik bilgileri olmadan iş bulmaya çalışmak mümkün değil. Sen, yanına böyle bir şey getirdin mi?"


"Durum buysa, kesinlikle Krallığın Şövalyesi olarak benim kanıtım Kral tarafından bana verilen kılıçta yatıyor-"


"Sana zaten söyledim, eğer o kılıcı çıkarırsan hapsi boylarsın!"


İlias'ın sözlerini kendi sözlerimle böldüğümde, kaşları endişeyle "ハ" şeklinde yukarı kalkarak bana baktı. 'Olamaz, o zaman bu durumda ne yapmalıyım ...' gibi gözükürken, gözleri yaşardı. Sen, sonunda kendini nasıl bir duruma soktuğunun farkına vardın mı? Sadece, İlias'ın doğruyu söylüyor olsaydı ne kadar zorlanacağını düşünürken, bu anlayışa sahip olabileceğimi düşündüm.


"Dinle. Burada, Japonya'da, krallıklar, şövalyeler ve sihir gibi şeyler yoktur. Sihir dediğiniz şeylerin hepsi aslında bilimin gücünden gelir, çünkü burada sihir gibi şeyler yok."


Bu kadar sert sözlerle ifade ettiğimde, İlias'ın acınası yüzü sarsıldı. Ağlamaya başladığını görünce pişmanlık duydum, ağlayan bir köpeğinki gibi ağlayan hıçkırıklarının sesiydi. Ama sonunda yapılması gerekiyordu. Gerçeği saklamaya çalışsaydım bile, sonunda gün ışığına çıkardı.


"Bu ... bu yüzden, eğer sorun değilse, o zaman ... eve dönüş yolunu bulana kadar, sadece burada kal, tamam mı?"


Kendimi durduramadan, dürtüsel olarak bu kelimeleri bıraktım. Aaahhh şimdi yaptım! Tam çok geç olduğunu düşündüğümde, İlias'ın tamamen depresif ifadesi hafifçe aydınlandı. Odanın taşan ışığında, bir şekilde köpek kulaklarının yukarı kalktığını ve heyecanla ileri geri sallanan bir kuyruğun yanılsamasını gördüm.


"Gerçekten mi... ?!"


"Uh ... e-evet ... erkekler asla sözlerini geri almazlar, bu yüzden ..."


"Sen ... ne kadar cömert bir insansın ...!"


"Ama ödeme yapamayacağın için, tüm ev işlerini sana bırakacağım!"


"Bana bırakın, ev işi benim uzmanlık alanım. Teşekkür ederim, Sakurai Azusa!"


Ve böylece, sıradan bir maaşlı benim ve başka bir dünyadan gelen şövalye İlias arasındaki tuhaf ev arkadaşlığı böyle başladı.


Junior çevirmen: Queen


Önceki bölüm  Sonraki bölüm


Yorumlar