Keyifli okumalar.
-----------
Toplu kıyım— Bir vasal Prens'i, savunma yapan bir generali ve edebiyatçı bir memuru kapsayan bu muazzam hadise, toplumun bütün kesimlerini sarstı ve insanların üzerinde en derininden bir etki bıraktı.
Han Yuan'in kellesi uçuruldu, An Prensi'nin eyaleti elinden alındı, ve Jin Yunfeng intihar etti. Jin ailesinde, genciyle yaşlısından kadınıyla erkeğine kadar bir düzineden fazla insan vardı, ve tek birisinin kaçmaya şansı yoktu.
Belki ölümden kurtulabilecek, ancak Uçan Ejderha Muhafızı'nın kaçınılmaz ağından eninde sonunda kaçamayacak iki kişinin olduğundan çok az kişi haberdardı.
Ve hiç kimsenin haberdar olmadığı şey ise, şüphesiz suretle kaderleri belirlenmiş bu iki kişinin, aslında sınırdaki küçük bir kasabada kimliklerini gizleyerek yaşayacaklarıydı. Yedi sene sonra, onların kurtarıcısı olan kişiyle bir kez daha buluşacaklardı.
Bu beklenmedik keşif Fu Shen'e bir ay evvelki imparatorluk evlilik yaptırımından aldığı korkuyla kıyaslanabilir bir korku verdi.
Bu bir hayli yılda çok fazla değişmişti. Dünyanın meseleleri tarafından yontulmuş ve yıpranmış, kader tarafından alay edilmişti, davranış biçiminden ötürü uzun zamandan beri yalnızca tutkuya güvenen o En Büyük Genç Efendi değildi. Birinin kapasitesinin ötesine iten bir savaş hayatı yaşamaya maruz kalması, onun tamamen beyhude çocusuluğunu ve inatçılığını, yanı sıra lüzumsuz hassasiyetini de tez bir şekilde terk etmesine neden oldu.
Ruhsal durumu yatıştığında ve mütevazileştiğinde, "birinin kendi başına hareket etme özgürlüğünün olmaması" durumunun ne olduğunu anladı, ve "her insanın kendi hırsları olması"na saygı göstermeyi öğrendi. Hatta mazideki olayların üzerinin çizilmesini ve artık bahsinin geçmemesini isteyerek Yan Xiaohan'la olan dostluğunu bile yeniden kurdu.
O zamanlar yeşim kolyeyi öfkeyle fırlattığında, parçalanma sesi onunla olan bütün bağlarının parçalandığını sembol etmişti. Ancak öfkesinin dağılmasının ardından bunun üzerine tekrar düşündüğünde, o gün Yan Xiaohan itibarını kurtardığı için aslından bundan mutlu olması gerektiğinin farkına vardı. Onun evden ayrıldıktan sonra Uçan Ejderha Muhafızı'nın işe koyulması, hiç değilse yarı yarıya onu bundan korumak ve derinden bir zarar vermemek için ayarlanmıştı.
Ahlaki değerlere mukabil en azından Fu Shen'e son derece cömert davrandı.
O zamanlar ne yazık ki oldukça öfkeliydi, ve Yan Xiaohan ne yaparsa yapsın onun nazarında tamamen "bilfiil dolap çeviriyor" idi. Daha sonra dış temsilcilerin Mahkeme'ye geldiği Yuantai'nin on sekizinci yılının kışına kadar birbirlerine yabancı oldular. Saray'da bir polo maçı düzenleniyordu. Yuantai İmparatoru, İmparatorluk Muhafızları'na varlıklı ailelerin genç nesilleriyle polo takımları oluşturmalarını, sonra da yabacı milletin polo uzmanlarıyla doğrudan müsabakaya girmelerini emretti.
İlk yarıda top saha dışına vuruldu. Top toplamakla görevli olan genç imparatorluk hadımı biraz yavaştı ve yabancı bir oyuncu sabırsızlıkla sopayı ona savurduğunda top daha hadımın elinden çıkmamıştı. İnsanlar sık sık poloda vuruş yaparken bir hayli güç kullanırlardı ve o sopa inerse hadım ölmese de bir dereceye kadar yararlanacaktı. Fu Shen en yakındaydı ve hadımı sopasıyla yakalamak için oraya fırlamış, onu tez bir şekilde kendi olduğu yere fırlatmıştı.
Polo, sık sık çarpışmadan oluşan yaralanma olaylarıyla her zaman sert bir spor olmuştu. O yabancı kasten kışkırtıcı davranıyordu ve durmadı, bir sonraki savuruşunu doğruca Fu Shen'in yüzüne karşı salladı.
Sopa Fu Shen'in gözlerinin önündeki alana daha ulaşmamıştı ki, çevresel görüş açısından bir şey fırıl fırıl dönerek geldi ve yabancı oyuncunun şakağına çarptı. O şeyin sahip olduğu güç miktarıyla, aslında 8 chi uzunluğundaki bir adamı atından düşürüp yere yapıştırmayı başarmıştı.
Fu Shen hayretler içinde arkasına baktı, gördüğü yegane şey Yan Xiaohan'ın kendi atında dimdik biçimde oturması ve ilgisiz bir halde bileğini sallamasıydı. Kayıtsızca, "Üzgünüm, elim kaydı." diye itiraf etti.
O atış apaçık büyük bir güç miktarı barındırıyordu ve bir hataymış gibi numara yapmak bileğin üzerine hatrı sayılır ölçüde zorlama getirecekti. Fu Shen dikkatilece gözlemledi ve oyunun ikinci yarısında Yan Xiaohan hakikaten de solak bir sopaya geçti. Dizginleri tutan sağ eli bir bilek koruyucu tarafından gizlenmişti fakat kontrolsüz biçimde hala hafifçe titriyordu.
Ruh hali karma karışıktı. Geçmişi düşünmekten kaçınmak, keza zaten tüm bağlarını kopardıkları, birbirlerinin iyilik borçları geri ödendiği ve hiçbir borçları kalmadığı için kendini avutmaktan kaçınmak zordu.
Polo maçı bittikten sonra, Yan Xiaohan'ı sahanın dışına çıkmaktan alıkoydu ve minnetini göstermek adına ona bir şişe yüksek kaliteli ilaç verdi. Yan Xiaohan, bileğindeki şişliği gayretli bir şekilde sargılarken ona bir şey sorarak, öylece gitmesine izin vermedi. "Han olmayan insanlar her yerde bize nişan alıyorlar, ve el altından her türlü açığı yakalayacaklar. Az evvel o hadımı kurtarmak için kendini tehlikeye atmadın mı?"
Hala "kurtarmak" kelimesini söylemeye cesareti var mı?
Fu Shen'in ona bakarken ki surat ifadesi iyi değildi. "Diğer seçenek nedir peki?" Diye sorguladı sert bir şekilde. "Başka biri onu öldüresiye döverken seyretmek mi?"
"O sadece bir imparatorluk hadımağasıydı." Yan Xiaohan gerçekten de tek elle bunun altından kalkamadı, bu yüzden sağ elini dizine koyup, basitçe pes etti ve daha fazla umursamadı. "Yardımına değecek biri miydi?" Diye sordu sakin bir halde.
Fu Shen onun söylenmemiş üstü kapalı kasıdını kavradı ve netice olarak daha da sinirlendi. Bandajı kenara çekti, üzerine ilaç serpiştirdi ve tek bir seferde hepsini bağlayarak, diğerinin sağ elini bir çırpıda zongzi'ye dönüştürdü. Ardından soğuk bir şekilde birkaç kelimeyi fırlatıp, döndü ve gitti.
"Bir hadımağa ise ne olmuş? Kurtarılmaması gereken o zâtlar, vicdansız, kendisini besleyen eli ısıran ve ölümü hak eden zalim köpeklerdir."
Bir kez daha birbirlerinden uzaklaştılar.
Ertesi yıl, kuzey Sincan hızlı bir değişime uğradı. Fu Shen birbirini peşi sıra izleyen yas acısını deneyimledi ve Mahkeme'deki beyefendiler onu canlı bir hedef olarak görüp savaş meydanının içine ittiklerinde yas kıyafetleri daha üzerinden çıkmamıştı.
Yuantai'nin yirminci yılının ilk kış vaktinde, Fu Shen başkentten ayrılmadan önce, Yan Xiaohan parkta bir yerde görüşmeyi rica ederek başka bir davetiye gönderme insiyatifini aldı. O gün yoğun karlar başkentin çevresinde girdap gibi dönüyordu ve yayalar seyrekti. Fu Shen umulmadık bir şekilde; gelme, kurumuş çimen ve kar örtüsünün üzerine ayak basma, göl kenarındaki küçük köprüden geçme ve Gölün Kalbi Köşkü'ne girme şerefini verdi ona.
Üç tarafında renkli cam pencereler vardı, son bölümü giriş olmak üzere rüzgarı engelleyen kalın perdeler asılıydı. Oda hoş bir şekilde sıcacık ve güzel kokuluydu. Masanın üzerinde çeşit çeşit birkaç küçük tabak olmasının yanı sıra, bir vazoya yerleştirilmiş beyaz erik çiçeklerinden bir dal vardı. Yan Xiaohan karı izleyerek pencerenin önünde ayakta duruyordu ve onun geldiğini duyması üzerine arkasını döndü ve hafif bir tebessüm verdi.
Fu Shen beyaz bir giysi giymişti, çehresi buz gibi ve mesafeliydi. Boyu uzamıştı lakin aynı zamanda eskisinden daha fazla kilo vermişti; Gençliğin verdiği çocuksuluğunun içinden çıkmış ve şu anda geleceğindeki yakışıklılığının aşikar bir taslağı gibi görünüyordu.
"Beni ne diye çağırdın buraya?"
Yüz ifadesi hala iyi değildi, fakat gözleri güvensizlikle dolu değildi artık. Elbette büyük olasılıkla bunun nedeni ailesine olan şeyler ve ülkenin ona çok fazla baskı yapmasına olan dargınlığı yüzündendi ve artık o kadar muazzam görünmeyen önemsiz geçmiş döküntülerini zaten kafaya takacak gücü yoktu.
Yan Xiaohan, "Yarın ordu yola çıkacak, ve sen'le ben her hâlükârda tanıştık." dedi. "Hazırladığım yetersiz şaraba mukabil, General Fu'nun bana veda yemeği için oturma şerefini bağışlaması mümkün müdür?"
Fu Shen dobra dobra cübbesini kaldırdı ve masanın yanına oturdu. "Zaten buradayım. Ayakta dikilerek kendini cezalandırmana lüzum yok. Otur."
Yan Xiaohan onun için çay döküp, kendi bardağıyla kadeh kaldırdı. "İlerdeki yolda pek çok sıkıntılar olacaktır ve ben yalnızca kendine çok dikkat etmeni dileyebilirim, General. Umarım gelecek yıl... hala şarap içip, seninle hayranlıkla kara bakabilirim."
İlerdeki yol sadece pek çok sıkıntıdan daha fazlasını içeriyordu. Tehlikeli insanlar ve hayvanlar olacaktı ve ölüm açıkça muhakkaktı.
Fakat onu aksine inandırmaya çalışmadı ve buna vasfı olmadığı için de yapamadı. Fu ailesi üç kuşak sadık askeri ruha sahipti ve Fu Shen'e gelince, savaşta ölmek muhtemel sonlarından biriydi.
Fu Shen bardağı bir eliyle kavradı, onunkiyle yumuşak biçimde tokuşturdu ve hafifçe onunla alay etti. "Tek taraflı alakanı üzerime daha az yağdır. Kim gelecek yılın karına seninle birlikte bakmak ister? Umutlanmaya devam etsen iyi edersin. Ne yazık ki eğer harp ederken can verirsem, ölmeden önce yapacağım son şey seni bağışlamak olur."
Rüzgar gölün üzerinde hıçkırıklara boğuldu. Kar taneleri uçuştu, sanki mavi gökler dargınlıkla dolmuş engin bir boşluktu.
Bir uğurlama partisi denilen şey sahiden daha çok bir veda idi.
"Tez bir galibiyet kazanman ve zafer alayıyla geri dönmen için dua ediyorum." Yan Xiaohan'ın eli katiyen titremedi, her zamanki gibi gülümsedi, sesi yumuşak ve dengeliydi. "Umarım ömrün boyunca benden nefret edersin."
Sayısız musibet ve tehlikeyle yüzleşen Fu Shen, akıntıya karşı yüzerek ve sağ kalma yolunu öldürerek bunu sonlandırdı. Gölün Kalbi Köşkü'ndeki bu dualar ve umutlar gerçeğe dönüştü, çünkü Mahkeme'ye geri döndüğü vakit, Yan Xiaohan Kraliyet Müfettiş Temsilciliği'ne terfi etmişti ve eskiden olduğu bir hiçten çok daha fazlasıydı. İkisi Mahkeme'de birlikte çalışırken, karşılaştıkları zaman savaştılar sonunda bir çift ezeli düşman olarak herkesçe bilinmeye yetecek kadar savaştılar.
Tozlanmış geçmişten gelen hadiseler nazikçe bir kenara koyuldu.
Yine de Fu Shen dürüstçe kendine sormak durumunda kaldı; gerçekten, cömertçe boş vermiş miydi?
Tüm bu süreç göz ardı edebileceği bir şeydi. Yara üzerine kazınmıştı ve her zamanki gibi sakindi. Ancak ona saplanan bir bıçağın hissiyatını unutmak o kadar kolay mıydı?
Bir yılan sizi bir defa ısırdığında, on yıl boyunca iyi ipliklerden korkacaksınız. Fu Shen artık herhangi bir şeyi yaptığı zaman kendine bir kaçış yolu sakladı, ve bu o zamanlardan geriye kalan bir huydu. Başkalarının ona ihanet edeceği konusunda endişelenmiyordu, ama bir daha kimseye canı gönülden güvenmeye cesaret edemiyordu.
Beklemediği şey, bu eski davanın katmanlarının nihai bir hakikati saklıyor olmasıydı.
Cai Yue ölmemişti.
Önünde, kanlı canlı hayatta, ayakta duruyor ve hala ölümden ucu ucuna kaçmanın koşullarını canlı biçimde anımsayabiliyordu. "...Bu köle ve Nian'r, Uçan Ejderha Muhafızı tarafından tutuklandı ve hapse atıldı, ama işkenceya maruz kalmadık, ve kimse bizi sorguya çekmeye gelmedi. Aşağı yukarı iki gün sonra, birisi yiyecek ve içeceğimize bayıltıcı ilaç koydu. Bu köle uyandıktan sonra, biri bizi bir arabayla Değerli Taş Dağı'ndaki ormana götürmüştü. Yiyecek, kıyafet ve bir yığın seyahat masrafı parası vardı ve yakındaki köydeki bir kulübeye yerleşmek ve şarap üretmeyi öğrenmek için bu paraya bel bağladık. Bir yıl önce köy bir afetle karşılaştı – sizin kuzey Sincan'da olduğunuzu ve orada gezgin tüccarlarla sıkça temasa geçtiğinizi duydum, ve ayrıca güvenli ve huzurlu olduğunu da, böylece Nian'r'ı kuzeye götürdüm. Yüce Buda'nın beni kutsayacağını düşünmemiştim, ve gerçekten kurtarıcımızla buluşmaya geleceğimi..."
Bu kurnazca kaçış planını kimin kaleme aldığı, tahimine lüzum olmayan bir ayrıntıydı. Yan Xiaohan'ın onları yakalayıp geri getirdikten sonra, Jin Yunfeng hapiste kendini öldürdüğü zaman henüz rapor vermeye vakti olmayabilirdi. Herkesin ölmesi ve böylece yargılamanın tabutlarının üzerindeki kapaklarla geçmesi dolayısıyla, Cai Yue ve minik oğlan konu dışı kaldı ve yaşadıkları yahut öldükleri artık mühim değildi. Uçan Ejderha Muhafızı'nın yabani otları kesme ve köklerini kurutma usulüyle birlikte, kuvvetle muhtemel olarak zehirli şarapla infaz edileceklerdi. Dolayısıyla bu fırsatı zehri bayıltıcı bir ilaçla değişmek için kullandı, ardından bu ikisini sahte cesetler olarak şehirden çıkarıp, kaçmaları ve bir gün daha yaşamaları için serbest bıraktı.
Niçin birden bire muazzam şekilde hayırsever davrandığına gelince... kulağa kendine çok fazla paha biçiyormuş gelse de, Fu Shen bunu doğrulamak için başka bir gerekçe bulamadı.
Onun yüzündendi.
Fu Shen, Yan Xiaohan'ın anlamsız şekilde kendini aşağılamasını nasıl değerlendireceğini gerçekten de bilmiyordu. Kalbi küt küt atıyordu, bir davul gümbürtüsü gibi süratliydi, sızlıyor ve ağrıyordu – nefret etmişti, engebeli araziyi bir gecede aceleyle geçemeyeceğinden, başkente geri dönemeyeceğinden ve bir daha asla büyük kuyruklu bir kurt ayağına yatmaya cesaret edemeyecek şekilde onu dövemeyeceğinden nefret etmişti.
Eğer bugün Cai Yue ile rastlaşmamış olsaydı, Yan Xiaohan belki de asla ona bu gerçeği kendi iradesiyle söylemezdi. Fu Shen'in nazarında, ebediyen menfaatten başka bir şeyin peşinde olmayan, dış ilişkileri etik olmayan biri olacaktı: asla açıklama yapmayan, asla münakaşaya girmeyen ve asla birinin anlamasını istemeyen. Doğumunun kökeni onun ilk günahıydı. Bazı insanlar çamurun içinde mücadele etmek, batıp çıkmak için doğmuştu.
Şimdiki halde, onun yüreğinde hala "menfaat"ten başka bir şeyin önemli olmadığını, açıkça ifade etmeye cesaret edebilir miydi?
Güçlü likör bardağındaki yanma göğsünde hafif bir sıcaklığa neden oldu.
"Ne kadar zalimsin, Kardeş Yan." Fu Shen tekerlekli sandalyesindeki kolçakları sıkıca kavrayarak kendi kendine mırıldandı. "Hakikaten ömrüm boyunca senden nefret etmemi sağlayacak yüreğin var mı?"
----------
Yazar şöyle diyor: Bunun hala çarpıcı şekilde tatlı olduğunu hissediyorum.
Chichi şöyle diyor: Sadece herkesin "polo" kelimesinin maqiu 马球 olduğunu bilmesini istiyorum, bu kelimenin tam anlamıyla at topu anlamına geliyor. Hehehe.
[Yani; ingilizce olarak horse ball anlamına geliyor, ve ball ingilizcede argo olarak "taşak" demek. Aq lşmclmncvlbmn Yarım saattir buna gülüyorum ve hala gülüyorum allah kahretmesin çevirmen gibi seni. :,D ]
Yorumlar
Yorum Gönder