Bölüm 21: Sandal Ağacı Yayı


Keyifli okumalar.

-------------

İkili en sonunda akşam karanlığı çökerken dağ geçidinden çıkmış, Uçan Ejderha Muhafızının arama ekibiyle buluşmuştu. Yan Xiaohan, Fu Shen’e atına çıkması için yardım etti, Muhafız ona Saklı Orkide Köyü’ne geri dönmek için bizzat eşlik ederken, bir gezintiyi paylaştı. 

Tüm Muhafızlar, villanın dış kapısına geldiklerinde düzenli yürüyüşlerini durdurdular. Yan Xiaohan da bu önemli anda atından indi, Fu Shen’i Yi Siming’e devretti ve oraya koşan diğerlerine, “yaraya dikkat edin” ve “derhal ilaç uygulayın” gibi yönergeler eklekledi sonra ayrılmak için atını mahmuzlamaya gitti.

Figürü, eriyen ay ışığına ve loş parlaklığa, bilhassa esrarengiz bir silüet ile batmıştı, bu nedenle de yüzü son derece solgun görünüyordu. Fu Shen kendini suçlunun da ötesinde hissetti ve içinden her şeyiyle özür diledi. Onu geri getirmek için büyük zahmetlere giren birisini, çay içmesi ve dinlenmesi için evine davet etmesi gerektiğini söylemek abes olmazdı. Ancak, Jin ailesinin kayıplara karışmış soydaşını barındırdıklarından ve her iki tarafın da bundan gayet haberdar olmasından dolayı, Uçan Ejderha Muhafızlarınının içeri girmesine izin vermek, bir kaplanın inine bir kuzuyu göndermekle eşdeğer olurdu; önceden yapılan her şey tamamıyla beyhude yere harcanmış bir çaba olurdu.

“Beni uğurlamana gerek yok. Güzelce dinlen.” Yan Xiaohan, suçluluk duygusuna kapılmış gibi göründüğünden hafif bir tebessümle konuşarak dizginlerini kaldırdı. “Hala ilgilenmem gereken resmi işlerim var, ve bunlar size bir sıkıntı yaratmayacak. Lütfen kendine çok dikkat et, Genç Efendi Fu. Bir gün başkentte yeniden görüşmek dileğiyle.”

Fu Shen ona veda ederken elini kaldırdı, gözleri Uçan Ejderha Muhafızları’nın dağ yolunun sonunda gözden kaybolan figürlerini takip etti. Arkasını döndüğünde, Yi Siming’in kolunu tuttuğunu ve ona dalgın dalgın baktığını gördü. “Cık, cık, cık. Ne kadardır birbirinizi tanıyorsunuz da, şimdi gitmek zorunda olduğu için üzgünmüşsün gibi ona o büyük sulu gözlerle bakıyorsun?” Dedi yumuşak bir iğnelemeyle. “Şu endişeli enerjine bir bak, sanki seni kemerine bağlayıp yanında götürmesi için can atıyormuşsun gibi. Çok umutlandırıcı.”

Fu Shen elinden geleni ardına koymadı. “Her ne olursa olsun, beni vadiden kurtardı. Sen ne yapıyordun? Çayını içmeyi bitirene ve beni aramaya gelmeden önce yeterince dinlene kadar beklemeyi mi, ben orada çoktan soğumuş olabilirken? Hala bana cıkcıklayacak yüzün var mı? Çok erdemli.”

“...Bu doğru. Senin hayatını kurtarmak için kendini riske atan bir kişi olarak anılacak kadar saygın olmak, benim bile tamamen iddia edemeyeceğim bir şey. Pekala, gidelim, gidelim. Doktor zaten yarım gündür içeride seni bekliyor. Yaranı kontrol ettir.”

Böyle bir şeyi yaşadıktan sonra, artık kimse ava çıkma havasında değildi, ve daha sonra başkente dönmeden önce villada yatıya kalmayı kabul ettiler. Yi Siming bir müddet sonra ayarlamalar yaptı ve bebeği uzağa götürdü. Fu Shen sırtındaki yara kabuk bağlayana değin birkaç gün bekledi ve ancak o zaman atını alıp dağdan aşağı yürüdü.

Gidişi esnasında, o zaman gördüğü ferah orkideler yamacına kasten geri döndü, ve orada epey bir süre durdu. Sonuç olarak bir tanesini koparacak iradeyi barındıramadı. İç geçirerek rüzgarla yüzleşip, etrafında döndü ve atını gitmek için mahmuzladı.

Seneler sonra bu sahneyi yeniden hatırlamak, sanki şimdi bir ömür öncesine bir saniyeliğine gidip gelmek gibi geliyordu – böylece ansızın “Gençlik, matemin tadını bilmez, onu tasvir etmek için şiirler uydurur.”un¹ arkasındaki hakikati anladı.

Fakat şu anda, başkentteki durum iyiye gitmiyordu. İsyan olayının etki alanına karışmalar genişledi de genişledi; soruşturulanlar sırf Han Yuan ile aynı partide olanlar değildi, An Prensi ile bağlantısı olanlar da vardı. Hatta öylesine büyümüştü ki, Jin Yunfeng’ın yandaşları ve eski arkadaşları bile bu yayılımın cefasını çekiyordu. Görünen o ki İmparator, Fu Tingxin ve diğerlerinin imparatorluk savunmalarının dipsiz denize atılan taşlar olmasıyla birlikte, Jin Yunfeng’ı An Prensi için bir uyarı kuşuna çevirmeye kafayı koymuştu. Mahkemedeki herkes, diken üstünde oturuyordu ve her biri tehlikeyi seziyordu.

Fu Shen hiç Mahkemede bulunmamıştı, ama bunun hakkında Fu Tingxin’den duyduğu çok az miktardaki haberden dolayı, zihni korku ve endişelerle doluydu. Endişeleri, bugün bile Jing ailesinin soydaşını nasıl kurtardığını amcasına söyleyememesine yol açtı, tek başına hareket etmenin Fu Tingxin için sorun yaratacağından korktu; endişeleri, ikisinin bu işe nasıl bu denli yakından bağlı oldukları, bu hadisenin sonuca bağlanmadığı her gün, özgür olamayacakları başka bir gün olacağı hakkındaydı. 

Zihni yolunu şaşırıp kaybolurken hane halkından biri ona, dışarıdan gelen, onu Parlak Bahar Köprüsü’nün batısındaki Canlı Ahenk’te bir yemeğe, At zamanı² esnasında davet edildiğini iddia eden yazılı bir mektup verdi. 

Fu Shen onu aldı ve bir bakış attı. Kendi ismi dışarıda kırmızıyla yazılmıştı ve içinde küçük, muntazam bir el yazısı ile yazılmış “Sol Kutsal Savaş Muhafızlarından Albay Yan” unvanıyla, altın serpiştirilmiş bir kağıt parçası vardı.

Ayağa fırladı, kıyafetlerini değiştirmek ve saçını taramak için paldır küldür odasına gitti, ardından hazır olur olmaz yola koyuldu. Yüzü kasten gerilmiş olsa bile, yine de heyecanını örtbas edemiyordu. Onun arkasından takip eden hizmetkar içten içe şaşırmış bir halde tüm zaman boyunca koştu: Ne garip. Tek bir davetiyeyle, ruhunun peşinden koşmasını sağlayacak bu görkemli yeteneğe sahip olan kişi de kim?

[ÇN: Kısaca bir huli jing diyelim ona biz. :)]

Canlı Ahenk başkentte meşhur bir restorandı, aşçısı Huaiyang mutfağında yetenekliydi. Fu Shen çabucak merdivenleri çıktı, özel bir odanın kapısını itip açıtı, dört bölmeli katlanır paravanın yanından adımladı ve gözleri, içeride dümdüz bir şekilde oturan açık mavi giyinimli bir figüre çevrildi. Bu kişi onun adım seslerini duymuş, aynı anda bakmak için başını kapıya çevirmişti. 

“Kardeş Yan!”

Tek kelime etmeden gülümsedi, muhtemelen böyle yaptığını fark etmiyordu bile. Yan Xiaohan onun gözlerinin içine baktı ve onu selamlamak için ayağa kalktı, tavrı kişinin yüzünü süpüren bahar esintisi kadar sıcak ve kibardı. “Lütfen içeri buyur. Sağlığın nasıl, Genç Efendi Fu.”

“İyidir. Hepsi küçük yaralardı, mühim değiller.” Fu Shen, karşısına oturmuş, onun için döktüğü çayı içiyordu. “Bugün neden böyle iyi bir ruh halindesin, Kardeş Yan? Özel bir şey mi oldu?”

Yan Xiaohan güldü. “Katiyen. Sadece başkente geri döndüğünü işittim. Hayatımı kurtarma nezaketin adına teşekkür olarak hediyeler hazırlamalı ve Malikanene ziyarette bulunmalıydım, fakat durumum işleri zorlaştırıyordu. Seninle arkadaş olmak zaten yeterince ender, ve bir Dükün ön kapısının eşiğinin üzerine ayak basarak lekelememeliyim. Bunu iyice düşündüm, sonra şahsen teşekkür etmek için seni çağırmakta karar kıldım.”  

Rütbeleri, yeryüzü ile gökyüzü kadar farklıydı, dostlukları başkalarına yersiz görünmeye mahkumdu. Yan Xiaohan bunu tekrar tekrar gündeme getirmişti – belki de eleştiriye yol açmamak için bu konuyu ağırdan almasını istiyordu. Fu Shen iç çekerek onun iyi niyetini aklına yazdı. “Çok mesafeli davranıyorsun, Kardeş Yan. Sen ve ben dağların derinliklerindeki bir mağarada kaldık, neden kimlik ve aile durumuyla alakalı şeyleri konuşalım? Yoksa ben, senin nazarında, menfaatçi bir züppe miyim?”

Yan Xiaohan, Fu Shen’in kasten kendisini yatıştırdığını tamamıyla anladı. Telafi etmek için geri adım atmadan edemedi. “Tamam, bunu gündeme getirmeyeceğim. Yanlış söyledim –sen sorumlu değilsin, Genç Efendi Fu.”

Kendini şarap yerine bir bardak çay ile cezalandırdı. Sohbetlerinin ortasında, bir garson kapıyı çaldı, sonra bir sürü tabakla masayı hazırladı. Kullanılan malzemeler, Gao Men Markisinin Malikanesinde kullanılanlar kadar pahalı değildi, ancak narinliği, yiyeceklerin hafif ve besleyici olmasından dolayı onu geçtiler. Üstelik o balıksı, kötü koyun eti kokusunu yayacak deniz ürünü veya koyun eti de yoktu, ve Fu Shen’in bardağında tatlı, meyveli bir içecek bile vardı. 

Bu ziyafet, Yan Xiaohan’ın niyetlerinden bir anlam çıkaracak kadar yeterliydi, ve Fu Shen elbette onun nezaketini baştan savmaya isteksizdi. Yemek yerken söyleştiler, ne var ne yoksa hepsinin bahsini ettiler, yemekleri neredeyse bir shicen’i doldurdu.

Yeme ve içmeyle dolu mutluca bir öğleden sonra geçti, ayrılık vakti geldiğinde Yan Xiaohan aniden sesini düşürerek konuştu ona. “Mahkemedeki konuşmalar gerginleşti, Jin davasına karışan kişiler genişliyor. Majesteleri sıkça sorular soruyor, ve Departmanlara sıkı denetim yapmalarını emrediyor—” Fu Shen’e baş işareti yapmak için durdu. “Arkasından bir şeyler yürütmeye çalışan sen, dikkatli olman gerekiyor.”

Fu Shen korkmuş görünüyordu. “Bunu dile getirdiğin için çok teşekkürler, Kardeş Yan.” Diye suçlu bir şekilde yanıtladı.

“Ve ilgin için teşekkürler.” Yan Xiaohan soğuk bir şekilde gülümsedi. “Hepinizin tilki kuyruklarınızı gizli tutabilmeniz, benim son derece minnettar olacağım bir şeydir.”

Aynı anda gelip gitmeleri uygunsuz olurdu, bu yüzden ilk ayrılan Yan Xiaohan oldu. Fu Shen özel odada, bir fincan çayın demlenmesini alacak bir sürenin yarıdan fazlası kadar bekledi. Aşağı indiğinde, mavi yağlı boyalı, gölgelikli geniş bir araba, ansızın kapıya varmış, tam olarak onun önünde durmuştu. Arabacı ona selam vererek, çevikçe yerinden atladı. “Merhaba, Genç Efendi Fu. Efendim bu düşük kişiye sizi Malikanenize geri gmtürmemi emretti. Ayrıca içeride sizin için hazırlanmış birkaç hediye var— lütfederseniz, Genç Efendi.”

“Um? Şey Malikanesinden mi..?”

“Kuzey Muhafızı Yanın.” Dedi sürücü az ve öz bir şekilde.

Düşünceli ve yerinde; bu gayet Yan Xiaohan’ın kişisel tarzı gibi görünüyordu. Fu Shen arabanın perdesini kaldırdı ve hızla içine çıktı. Bölmenin içinde itinayla hazırlanmış biri küçük biri büyük iki kutuyu fark etti; büyük olan düzgün bir kare şeklindeydi, ve küçük olansa yassı ve uzundu. “Bunların içinde ne var?” Diye sordu dayanılmaz meraktan dolayı.

Arabacı özür diler gibi, “Bu düşük kişi bilmiyor.” dedi. “Bunlar efendim tarafından bizzat satın alındı. Gitmek üzereyiz, bu yüzden lütfen oturun, Genç Efendi.”

Fu Shen, az evvel bahsi geçen uzun kutuyu dikkatli bir şekilde açarak, olağanüstü biçimde sabit arabanın içine oturdu. İçindeki nesneye iyice baktığında yüreğı ansızın çılgınca atmaya başladı.

Bu, profesyonel bir oyma işçiliği ile süslenmiş, kırmızı sandal ağacı olimpik yayıydı!

O gün Değerli Taş Dağı’nda Yan Xioahan, Fu Shen’in yayını bölüp parçalamıştı, lakin daha sonra uçurumdan düşme ve zorlu bir yürüyüş musibetini birlikte paylaştılar  – bu nedenle bu meseleyi gözden kaçırmıştı ve bunun adına tazminat talep etmek için onu aramaya niyetlenmemişti. Ancak ona yeniden temin etme fırsatını arayan Yan Xiaohan, bunu aklında tutan yegane kişiydi.

Fu Shen’in kalbi yumuşadı ama sızladı da, boğazı tıkanmış gibi oldu. Uzanıp nazikçe yayın ayna parlaklığındaki yüzeyini okşadı, yayın ucunda el yazması mühürle oyulmuş birkaç karakter hissetti – bu ismiydi.

“Derin Gün Batımı”³

Hisleri biraz duruldu, kutunun kapağını kapattı ve diğerine, daha büyük olan kutuya baktı. Bilakis bu sefer kapağı kaldırınca ağlamayı düşünmedi — bu ağlamakla gülmek arasındaki bir duyguya dönüştü, çünkü kutunun içi tıka basa kurumuş mantarların yanı sıra, çam fıstıkları, fındıklar, kestaneler ve çeşit çeşit kurumuş meyvelerle doluydu.

Gerçekten de her şeyi hatırlamıştı – iyilikleri hatırladı ve aptalca şeyleri hatırladı.

Fu Shen, araba Dükün Malikanesinin köşe kapısında durana değin, kutunun içindekilere bir süre aptalca bir sırıtışla, suskunca baktı. Arabadan indiğini gören hizmetkar çocuklar eşyalarını taşımak için kapıya aceyleyle koştular. Fu Shen içinde yay olan kutuyu paha biçilemez bir hazine misali tutmuş, talimatlar verirken ileriye doğru yürüyordu. “Onu benim avluma taşıyın. Biraz sonra, yaklaşık olarak yarısını alın ve her odaya götürün. Bir arkadaştan geldiğini söyleyin.”

Uçan Ejderha yahut İmparatorluk Muhafızı olursa olsun, Fu Shen onu bir arkadaş olarak kabul ediyordu. Malikanenin eşiğine gelince, eğer lekelenmişse, lekelenmiştir o halde.

Ertesi gün Fu Shen erkenden kalktı ve Yi Siming’i bulmak için ayrıldı. Dün Yan Xiaohan’ın söylediği şeyleri düşündü ve hizmetçi kız ile minik oğlanın güvende ve huzurlu olduklarını kendi gözleriyle görmesi lazımdı. 

Yi Siming işinde kılı kırk yaran biriydi ve çok sayıda olanaklara sahipti, bu yüzden zamanı gelince halletmesi için bu ona devredilmişti. Sorgu memurları tarafından hem karadan hem de denizden geçiş yollarının engellenmesi nedeniyle, güneye gitmek kolay değildi, ve başka bir eyalet ya da ilçeye gitmek de kolay değildi. Onlar için sadece, küçük bir ilçenin kırsal bölgesindeki tenha bir avluda, yaşlı bir çift tarafından bakılan bir yer buldu. Yabancı kimselere, onların anne babalarını kaybeden ve sığınacak bir yer aramak için başka bir bölgeden gelen büyük yeğen(kız) ve yeğen oldukları söylendi.

İkili tüm yolculuk boyunca atlarını süretle sürdüler ve vardıklarında, hizmetçi kız Cai Yue yaşlı hanımın oya işine yardım etmenin ortasındaydı. Velinimetlerinin geldiğini görünce, nezaket kurallarına uyarak çabucak ayağa kalktı ve özel bir edeple çay ikram etti. Fu Shen etrafı şöyle bir inceledi, kızın hayatının endişeden uzak ve bebeğin onunla ilgilenecek birine sahip olduğunu fark etti, ve az biraz sakinleşti, bir kez daha kıza bu günlerde dışarıda çok fazla dolaşmaması gerektiği hususunda üstü kapalı bir uyarı verdi. 

Onlar için korkmasına ve Mahkemedeki durumu bariz bir şekilde açıklamamasına rağmen, Cai Yue, efendisinin ailesinin kaçması zor bir musibetin içinde olduğu ve istikbalde beraat edencekleri bir güne sahip olmalarının çok zor olacağını zaten kesin olarak biliyordu. Ağlayarak konuşurken, onları gözleri yaşlar içinde bir halde selamladı. “Hayatımızı kurtarmadaki nezaketiniz, Genç Efendiler, Cai Yue’nin ömrü boyunca unutmayacağı bir şeydir. Bu hayatta bu engin eylemi geri ödemekten aciz olacak, ve yalnızca Buda’nın ikinizi de kutsaması için her gün dua edebilir. Bir sonraki hayatta, sizin menfaatiniz için çok çalışarak, bir yük hayvanı olmaya gönülden hazır olacaktır.”

Fu Shen bunu kaldıramadı ve arkasını döndü. Yi Siming iç geçirdi. “Tüm bunlara lüzum yok. Bu çocuğu güzelce yetiştirdiğiniz müddetçe, düşüncelerimiz boşa gitmeyecektir.”

O yarı büyük bebek çoktan kang yatağından emekleyerek çıkmayı başarmış, beceriksiz bir şekilde Fu Shen’in yanına gidip o dişsiz minik ağzıyla kolunu kemirmişti. Fu Shen onu kucağına aldı; kollarını salladığını ve gürültülü bir şekilde saçmalıklar haykırdığını görmek tapılası bir sevimlilikteydi, ve kalbindeki karanlık sis zayıf bir gülümseyiş verirken hafifçe dağıldı. 

Yakışıklı genç bir adamdı ve hem dürüstlüğü hem de yetenekliliğiyle önemli birisiydi –bu gülümseyiş binlerce ağacın çiçek açmasına benziyor, parıltısıyla odayı dolduruyordu. Minik bebek de daimi bir şekilde mutlu gibi görünüyordu, sanki üzerine atlamak istiyormuş gibi ellerini büküp çeviriyordu. Fu Shen bir çocuğu gerçekten büyüleyeceğini beklememişti, böylece onu neşesiyle birlikte serbest bıraktı. 

Bir büyük ve bir küçük tarafından yapılan kargaşadan sonra, yaşlı kadın bebeği götürdü. Yi Siming burada uzun bir vakit kalmaya isteksizdi ve müsaadelerini isteme şansı olarak bunu elden kaçırmadılar. Fu Shen onlar için biraz gümüş bıraktı ve kesin bir dille onları uğurlamalarına gerek olmadığını belirtti. İkili olabildiğince göze batmamaya çalıştı, geldikleri gibi düşük profilli bir şekilde şehirden ayrıldılar.

Lakin yolun yaklaşık yarısında, Fu Shen dalgın bir şekilde beline dokundu, ve kıyafetlerinin altında taktığı yeşim kolyenin umulmadık biçimde kaybolduğunu fark etti. Başka bir şey kaybolmuş olsaydı sorun olmazdı ama bu yeşim parçası ona ikinci amcasından verilmişti, ve bu Fu Shen’in çocukluğundan şimdiye kadar hiç yanından ayırmadığı bir şeydi. “Az evvel çocukla oynadığın zaman kopmuş olmalı.” Dedi Yi Siming bunu fark edince. “Onu bulmak için seninle geri döneceğim.”

Fu Shen suratı asık bir edayla elini salladı. “Sana zahmet vermeyeceğim, Kardeş Yi, yola devam et. Aramak için geldiğimiz yoldan geri döneceğim.”

Yi Siming kolyenin onun için oldukça önemli olduğunu biliyordu ve bulamasa bile vazgeçmeyecekti, bu yüzden meseleyi pek üstelemedi ve gitmek için atını teşvik etti. Fu Shen kendi başına döndü ve bir kez daha ilçe kasabasına doğru ilerledi.

------------

Bölümün sonu.

Oy verip yorum yapmayı unutmayın. 

¹Qin Siji’nin şiirinden bir alıntı

²At zamanı,Wu Shi: 11.00 ile 13.00 arası. 

³长渊落日 = Changyuan Luori “sonsuz derinliğe batan güneş”

⁴Yardım sever olan, birisine hayrı dokunan kimse.

⁵Antik çağlarda asya bölgesinde kullanılan bir çeşit dinlenme yeri, yerden biraz yüksekte kalan bir tuğla(vb.) zemin içi boş oluyor bazen ocakla bağlantısı oluyor bazen de içinde özel olarak ateş yanıyor, hem odayı hem de üzerinde yatanları ısıtıyor diyelim. 

Çevirmen: BlackBerry



Çevirmen: BlackBerry





Yorumlar