Bölüm 16: Başkentten Ayrılmak


Çook keyifli okumalar diliyorum. :)

-------------

Hizmetçi bir kızın yeni hazırlanmış ilacı getirmesi fazla uzun sürmedi. Yan Xiaohan onu aldı ve Fu Shen'e götürdü, tek bir kesin emir verdi. "İç."

Fu Shen şansına söverek, buharı tüten tıbbi ilaca keyifsiz bir şekilde baktı.

Yan Xiaohan bu görüntüye nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordu. "Eğer sakat olmasaydın, Marki, halen bu odada olur muydun?" Kötücül alayına hakim olamamıştı. 

"Gider misin?!" Fu Shen ona öfkeyle baktı. "Gevezeliği bırak ve buradan defol, yaşlı anaç bir tavuk¹ musun? Sadece bırak şuraya, ben tek başıma alırım!"

Yan Xiaohan ilacını almasının onu bu kadar zorlayacağını düşünmemişti. Onun gözünde Fu Shen her daim hatırı sayılır derece öz disiplini olan bir adam olmuştu nihayetinde, ve hemen hemen hiç asi olmamış, birini bir şeyi yapmaktan yıldırmamıştı. 

"Bu kasede pek bir şey yok." Onu tatlı sözle kandırmaya çalışarak sesini hafifletti. "Gözlerini kapat, kalbini sertleştir, ve birkaç yudumda dibini göreceksin, yemin ederim."

Fu Shen acıklı bir şekilde başını bir tarafa eğdi.

"Acıdan hoşlanmıyor musun? İçmek çok mu zor?" Yan Xiaohan kaseyi tuttu ve kaşlarını çatarak tadına baktı. Birazcık acı olduğunu düşündü, ancak katlanılmaz derecede değildi. Neden Fu Shen buna bu kadar direniyordu?

"Bu böyle olmamalı." Fu Shen'in solgun dudaklarını ve çatılmış kaşlarını gördü. İlacın kokusunun onun midesini bulandırdığını farz ederek kaseyi bir yana koydu, diğerinin iki elini de tutup çekti ve bileklerindeki neiguan akupunuktur² noktalarına nazikçe masaj yaptı. "Bırak seni, sıradan insanlar bile böylesine büyük bir tepki göstermez. Konuşmakta güçlük duyduğun herhangi gizli bir sorun mu var? Bana anlatabilir misin?"

Fu Shen'in elleri iki patisini geren küçük bir yaratık misali, onu yumuşakça tuttu. Geçmişi gündeme getirmekten pek hoşlanmadığı için sorundan kaçınmadı, sadece biraz hüzünlü görünüyordu. "Bir şey yok, Ben... çocukken sağlık durumum pek iyi değildi ve çok fazla ilaç almak zorunda kaldım. Annem erken yaşta vefat etti ve süt annem benden pek haz etmezdi, bu yüzden benim onu içmeyi istemediğimi gördüğü zaman, burnumu sıkıştırıp onu bana zorla içirirdi ve ben her seferinde öksürerek dışarı çıkardığımda ilaç yere dökülürdü. Sonradan gitgide her aldığım ilacı tükürdüğüm bir duruma dönüştü."

Yan Xiaohan'ın gözlerindeki ışık bunu duyması üzerine soğudu. "Evindeki... kimse bunu fark etmedi mi?"

Fu Shen belli belirsiz kaşlarını çattı. "O zamanlar babam sınırdaydı ve yıllarca evde olmazdı, kimse de umursamadı. Daha sonra, ikinci amcam bir şeylerin ters gittiğini sezdi ve o süt anneyi yakından takip etmesi için gizlice birini gönderdi. Ancak o zaman o kadının ellerinden kurtuldum.

Onu içmekten aciz olduğumdan değil," bir soluk vererek itiraf etti. "Beni rahatsız ettiği için, ve ben de istemiyorum."

Bileklerine sıcak hisler nüfuz etti. Yan Xiaohan dövüş sanatları çalışmıştı ve parmakları hiçbir şekilde yumuşak değildi, lakin masaj yaparken kullandığı makul güç dolaylı olarak rahatlama sağlayabilirdi. Bu sıcaklıkla Fu Shen hazırdı artık, zihinsel olarak kendine bundan saklanmasının doğru bir yol olmadığını söylüyordu ve bir müddet sonra kaseye uzanmak için eğildi.

Şaşırtıcı olan şeyse, Yan Xiaohan beklenenin tam tersini yaptı ve onu geri yerine oturttu. 

Fu Shen ona şüpheli bir bakış atmak için gözlerini kaldırdı. Az evvel yatağa bakan o yuvarlak arkalıklı sandalyede oturan Yan Xiaohan, şimdi yerinden kalkmış, yan tarafa koyulmuş olan ilacı almış, Fu Shen'e bakacak biçimde yatağın kenarına oturmuş ve sonrasında yatağın başlığına yaslanmıştı. "Bugün bu son kase olacak," dedi. "Yarın Shen Yi'ce'nin seni haplara geçirmesini sağlayacağım."

Fu Shen sadece aklından cevap verdi: Haplar sadece haptır. Ne diye bana bu kadar yakın oturuyorsun.

Yan Xiaohan ses tonunu pek belli olmayan bir utançla çıkararak gülümsedi. "Muhtemelen hatırlamıyorsun... ama birkaç gün evvel sen hezeyan içindeyken, bunu güzelce içebiliyordun."

"Oh?"

"Onu sana şahsen içirdim."

"!!!"

Bu gerçekten hezeyan mıydı? Neden daha çok hafıza kaybı gibi geliyordu?

"Ne yapmayı düşünüyorsun?" Fu Shen alarma geçmişti. "Beni zorlamak mı? Bu odayı sağlam tutmak istemiyor musun?"

Yan Xiaohan kendini gülümsemekten alamadı. "Sakin ol, Seni zorlamayacağım. Gel, gel buraya."

Fu Shen yarı güvenip yarı şüphelenerek, birkaç cun³ yana kaydı. "Arkanı dön, sırtını bana yasla," dedi Yan Xiaohan.

Fu Shen sözlerine uydu ve arkasını döndü, şimdi yatağın üzerinde dimdik bir şekilde oturuyordu. Yan Xiaohan uzandı ve elini onun omzuna yerleştirdi, ardından Fu Shen'i yüzü gökyüzüne bakacak şekilde çevirip kollarının içine düşmesini sağlayarak, iyice geriye doğru çekti.

Yatağa girmek için hazırlandığından beri, cübbesinin dış katmanlarını çıkarmıştı ve yalnızca çok ince, beyaz ipekten bir iç cübbe giymişti. Saçları gevşekti ve büsbütün hazırlıksızdı. Bu kumaş katmanı sayesinde, sırtına bastırılmış sağlam, sıcak vücudu direkt olarak hissedebiliyordu. Diğerinin nefeslerini çok net bir şekilde duydu ve ilacın burnunu sızlatan kokusu, boyun hizasına dağılmış olan öd ağacı kokusunun arasından geçemiyordu.

Fu Shen kuyruğunun üzerine basılmış gibi çırpındı. "Yan Xiaohan! Yaşamaktan bıktın mı?!" diye hırladı.

"Uslu dur. Çok fazla hareket etme." Yan Xiaohan sırtını yatak başlığına yasladı, sol omzu ve göğsü yarı yatar bir pozisyonda onu destekliyordu. Sol elinde kase, sağ elinde kaşıkla, çok az bir çaba sarf ederek Fu Shen'i emniyetle kollarının içine sardı. Başını eğmiş, çenesi diğerinin şakağıyla buluşmuştu. "Şimdi görüyor musun? O zaman seni işte böyle besledim. Senden faydalanmıyorum. Doğrusu kim kimden faydalanıyor, söylemesi güç." 

Fu Shen her şeyi hatırlamıştı. 

Yüksek, sabit ateşinin bulanık şuuru içinde, gerçekten onu defalarca tutan, şahsen şifalı çorbaya üfleyerek soğutan, ve ona yudum yudum içiren birisi vardı. O zaman da mücadele etmişti, ama o kişi olağanüstü derecede nazik ve sabırlıydı, hiç de hatrındaki eli ağır süt anne gibi değildi. Onu yumuşak bir ses tonuyla ikna ederdi, sonrasında porselen kaşığı dudaklarına aynı yumuşaklıkla yerleştirirdi ve ilaç bittikten sonra ona bir kaşık hafif ballı su verirdi.

O halde bir günde üç kase ilaç yutmak çok da zor görünmüyordu.

Yan Xiaohan pratik yaptıkça daha iyi bir hale gelmişti, bu yüzden daha uygun bir pozisyon ayarladı. "Tekrar denemek işe yarayabilir de yaramaya bilir de, ama sadece bu seferliğine olacak. İşte, aç bakalım."

Fu Shen hayatında ilk defa gidip saklanacak bir yer bulmak istemişti, lakin diğerinin kollarının kıvrımları arasındaki bir cun'lık alanın içinde kapana kısılmıştı. Bir kaşık dolusu ilaç az sonra ağzına geldi, hareket hafif ve acelesizdi ancak reddedilmez bir şekilde dudaklarının aralanmasını bekliyordu. Ansızın, tekmelemek için bir mazeret bulmaksızın bedeni yanıt verdiğinden ve eski anıları doğrultusunda gittiğinden, sanki başka bir bilinç kral olmuş gibiydi. 

Karışımın ilk yudumu boğazından aşağı süzüldüğünde, Yan Xiaohan, sanki onu şımartmaktan başka bir şeyi yapmak için epey çaresizmiş gibi başının üzerinde kıkır kıkır güldü. "Şunu bunu söylüyorsun, ancak yine de başını bekleyecek birine ihtiyacın var... En Büyük Genç Efendi."

Fu Shen sanki huzursuzmuş gibi dirsek attı, fakat herhangi bir boş reddetmenin aksine çok az bir güç vardı. Dürtme belirsizlikle dolup taşıyordu.

Bu Genç Efendiye neler oluyor?

Henüz senin ellerine düşmedi.

İşbirliği yapmaya razı olmuştu, ve kasenin dibi çok geçmeden göründü. Fu Shen göz kapaklarını kaldırmadan alçak bir sesle içecek isteyen mutlak bir prens olmuştu. Yan Xiaohan onu sol koluyla tutmuş, başka bir çay bardağını alıp onun ağzına kaldırmıştı. Fu Shen onun elinden bir yudum aldı, sonra dudağını büktü. "Bu tatlı değil." 

"Çok seçicisin." Yan Xiaohan yalnızca yarı gerçek bir şekilde homurdanarak, elini geri çekti ve bardağı önceki yerine koydu. "İlaç içmeyi daha şimdi bitirdin. İçeceğin başka bir şeyin tadı kesinlikle tatlı olmalı."

Fu Shen gülüyormuş gibi görünüyordu, ama onun kollarına sıkıştığı için bir somurtma gibi sonuçlandı.

Yan Xiaohan tam Fu Shen'i geri yatağa koymak üzereydi ki, tuttuğu adam umulmadık bir şekilde yan tarafa dönmüş, uzun kollarını ona belinden sarılmak için uzatmış ve başını omzunun boşluğuna yastık misali yaslamıştı. Kollarının sol bölgesine kıvrılmış bu pozisyonda, gözleri uyur halde kapalıydı.

Yan Xiaohan bir an için sessiz kaldı.

Kırmızı mum ışığı bir yeşim taşı çiftini olduğu gibi aydınlatarak titredi. 

Bu anın ifade ettiği şey ikisinin de gayet farkında olduğu ve açıklamaya ihtiyaç duymadıkları bir şeydi.

—Cezbedilmişti.

Bir ay sonra.

Bir araba Yan Malikanesinin köşe kapısının dışında park edilmişti. Fu Shen'in bu yolculukta dikkat çekmek gibi bir arzusu yoktu, bu nedenle beraberindeki aşağı yukarı on kişilik muhafızla birlikte sade kıyafetler giyerek ana kapıdan bile geçmedi. Xiao Xun tekerlekli sandalyeyi kenara kaldırarak, Fu Shen'i önce sırtına sonra da arabaya yerleştirdi. "General, Efendi Yan sizi uğurlamaya gelmiyor mu?" diye sahte bir ilgisizlikle sordu. 

Fu Shen'in aklını kurcalayan endişesi gözlerinde belirsiz bir kıvılcımla canlandı, ancak daha sonra gözlerini basit bir şekilde kapattı ve aldırışsız bir yanıt verdi. "Ona gerek yok. Gitmeye hazır mıyız? Yola çıkalım."

Xiao Xun itinayla dikkatli bir tipti ve genel olarak onun varoluş durumunun çarpık gittiği hissine kapıldı (bozulduğu) –bu kötü olduğunu söylemek değildi, sadece biraz garipti. Birden bire Efendi Yan'la bağlarını koparmış gibi görünüyordu, ancak ikisinin birbirine çok mesafeli davrandığını görmemişti. 

Lakin bunlar sadece zihninde düşünmeye cesaret ettiği sözlerdi ve Fu Shen'e bunun hakkında soru sorarak meselenin derinliklerine inmeye cesaret edemedi. Xiao Xun yolculuklarının başlamasına öncülük etmek için atına bindi ve kısa bir müddet sonra araba yavaş yavaş hareket etmeye başladı. 

Şehir kapılarından ayrıldıktan sonra, arkalarından ansızın süratli at nalı yankılanmaları gelmiş, binici ve atı göz kırpma kadar hızlı bir biçimde geliyor olduğunda, grupları çok fazla uzaklaşmamıştı. Xiao Xun atının dizginlerini çekip durdurmuş, Uçan Ejderha Muhafızı resmi cübbelerini epey uzak mesafeden tanımıştı. Bu ikisinin ne yaptığı konusunda kendi kendine mırıldanarak, başının sıkıntıyla şiştiğini hissetti. Onu uğurlamamasının onun için iyi olacağını söylememiş miydi?

Arabada Fu Shen'in gözleri dinlenir bir halde kapalıydı, ve git gide durduğunu hissettiğinde uykuya dalmak üzereydi. "Zhongshan?" diye gözlerini açmadan aheste bir biçimde sordu. 

Derhal ardından, arabasının perdesi kaldırılıp açıldı ve iplik iplik gün ışınlarının yanı sıra bir figür ortaya çıktı. Fu Shen gözlerini açar açmaz küçük bir başlangıç yaptı. "Neden buradasın?"

"Hala gitmeden önce seni görmeye gelmem gerekiyor," dedi Yan Xiaohan içtenlikle. "Yapmazsam içim rahat etmeyecek."

Bu durumda hakikaten aralarında tam da o geceden kaynaklanan bir tuhaflık vardı. Her ikisinin de zihniyeti değişmişti ve bir şeyleri düşünmek için zamana ihtiyaçları vardı. Bu tür bir mesafe rahatsızlığa neden olabilirdi, ancak hiç de bir tür eziyet değildi. 

Bunun nedeni önlerinde kendilerini bekleyen neticeyi biliyor olmalarıydı, fakat gerçeklik isimlendirmeyle eşleşmiyordu. En kötü son, mevcut durumdan da kötü olamazdı. Bir kişi zaten vadinin dibinde dururken, yukarıya gitmekten başka ne yapabilirdi? 

Daha da ötesi, şayet ki hayalleri azıcık daha büyürse, Yuantai İmparatoruna böylesine kutsal, iyi karma iplikleri bahşetmedeki benzersiz iç görüsü için şükranlarını ifade etmek isteyebilirlerdi.

Fu Shen'in yüreği onu görünce çoktan gevşemişti, lakin çehsine terbiye verdi. Bunun gizli nedeni her tarafta kulakların olmasıydı, ve arabanın içinde olmalarına rağmen, nasıl davranıp kendilerine  takınacakları tavır çizgiyi çok fazla aşamazdı. "Bu Markinin Kuzey Sincan ile başkent arasında mesafeyi kat etme sayısı seksen ila yüz li arasındadır," dedi kayıtsızca. "İçinin rahat olmayacağı ne var? Şimdi geri dön. Bürokrat olarak çalışıyorsun, çok uzun süre oyalanamazsın."

"Bugün ayrılıyoruz, ve gelecek yıl tekrar buluşacağız," Yan Xiaohan yanıtladı. "Umuyorum ki düğün sözleşmesinin kurallarına bağlı kalırsın, Marki, ve evvelki verilen sözlere sırtını dönmezsin." 

Xiao Xun, kenarda arabanın dışında dinlerken omurgasında bir ürperti hissetti. Efendi Yan bir budala değil, diye düşündü. Markinin evlilik yaptırımdan hoşnut olmadığını gayet iyi biliyor, o zaman neden bu açıktaki damara basmakta diretiyor?

İçeri geri dönüldüğünde, Yan Xiaohan birden Fu Shen'i sımsıkı bir kucaklamayla bir araya getirmek için kendine çekti ve başını onun kulağına denk gelene kadar eğdi. "Oraya giderken çok dikkatli olmalısın," diye fısıldadı. "Kuzeyde hava soğuktur, bu yüzden kendine iyi bak. Beni merak etme."

Fu Shen ender, yumuşak bir hm verdi, yarı şakayla elini sırtına tam olarak kalbinin olduğu yere koydu. "Bir beyefendinin yüreğine sahipsin."

[Ç\N: Dudaklarımı dişleğmeten çeviremiormn ağkadşlar.]

Kucaklaşmaları ısındı, başları birbirine sürtündü, ve kalp atışları gittikçe eş zamanlı bir hale geldi. Fu Shen son derece hassasiyetle yüzünün yan tarafını diğerininkine hafifçe bastırdı, hayatında ilk defa "akarsu gibi nazik bir sevgiyle birlikte, düğün günü bir rüya gibidir" diyenleri anlıyor gibiydi.

Birbirlerini epey bir süre sarmaladıktan sonra, nihayet Yan Xiaohan'ı uzağa itti, onun için yakasının kırışıklığını düzeltti gelişigüzel biçimde, ve aynı zamanda ses tonunu fazlasıyla küstah ve agresif bir edayla çıkararak, arabadan çıkmasını üstü kapalı bir şekilde söyledi. "Rahat hissetmekten çekinme, Bay Yan. Önümüzdeki Çiçek Festivalinde, bu Marki şahsen kapına gelecek on li uzunluğundaki çeyiz alayınla birlikte sana törene kadar eşlik edecek. Bir beyefendi olmaya sırtımı dönmeyeceğim!"

Yan Xiaohan: "........."

Mevcut herkes: "........."

[ÇN: ........ ]

[Bu arada çeyiz alayına sahip olan sadece gelindir ve onu evinden alıp götüren damattır unutmayınız. FS hala ısrarcı. :)]

Xiao Xun belinde asılı kılıcına gizlice dokundu, olası bir dövüşün ilk belirtisinde onu çekmeye ve hücum etmeye hazırdı. Boş boğazlığı yüzünden Markinin ölmesine kesinlikle izin veremezdi.

İki gün sonra araba Yan Eyaletinin sınırlarına girdi.

Etrafını saran manzara gittikçe daha aşina bir hale geliyordu. Solgun ağaçları ve kar battaniyesini bir kenara bırakırsak, her şey ayrıldıkları sonbahar günü ile tamamıyla aynıydı. Fu Shen başkentte doğmuştu, ancak Kuzeyde büyümüştü ve Eyalet onun için ikinci bir memlekete eşdeğerdi. Tanıdık görüntü onu rahatlatmış hatta arabanın küçük penceresinden gelip geçen yayalara bakma ilgisi vermişti. 

Tüccarların yollarından gittiler, yolları üzerinde her boyuttaki kasaba, köy ve şehirleri geçtiler. Gece vaktinde, grup Engin Lotus Köyü'nde istirahat etmek için durdu. Bir sokaktan geçerken, Fu Shen tatlı, keskin alkol kokusu esintisi aldı, koku onu adabını kaybettirerek baştan çıkardı. Xiao Xun'a geri dönüp gitmek ve bir göz atmak için hazırlık yapmasını emretti.

 Xiao Xun çileli bir yüz ifadesi takınarak onu durdurmak için çabaladı. "Lordum, alkol alamazsınız! Geri döner dönmez Doktor Du ile görüşeceğiz!"

Fu Shen'in daha az umrunda olamazdı. "Sakin ol. Bir gece önce hepsi bir defa sindirildikten sonra hiçbir şey görmeyecektir."

"E-Efendi Yan da içmenize izin vermezdi!"

Fu Shen'in beklenen gülümsemesi kaskatı kesildi.

Xiao Xun'a içindeki hüsranı açığa vuracak şekilde işaret etti. "Kimin tarafındasın sen? İkisi arasında hiçbir fark yok! Kuzey Yan bu Markinin alanı. Yan Xiaohan'ın etkisi buraya gelene kadar yol boyunca artacak mı? Hm? Her biriniz çenenizi kapalı tutsanız iyi olur. Eğer bunun yarım kelimesi dahi sızdırılırsa, hepinizi bunun hakkında sorguya çekeceğim!"

Xiao Xun cevap vermekten kendini alamadı. "Uçan Ejderha Muhafızının gözleri ve kulakları çok keskindir, bu yüzden bunu keşfetmesi oldukça olası."

Fu Shen'in hiddetinin alevleri bir anda yarıya kadar yükseldi. 

"Zhongshan. Hala gençsin, ve insanların kalbindeki kötülüğü anlamıyorsun," Tüm samimiyetiyle konuştu. "Bu Marki ve Yan Xiaohan arasında, burada daha iyi bir sonuç için rekabet eden sadece ikimiz değiliz; bu daha çok Kuzey Yan Ordusu ile Uçan Ejderha Muhafızı arasındaki bir yarışma. Başkentin dışındaki bir bölgede hala onun kontrolü altındaysam, o zaman zaten kılıbık olduğumdan eşiği geçmeme bile gerek yok! Söyle bana, o durumda Ordudaki kardeşlerimiz Uçan Ejderha Muhafızının karşısında nasıl başlarını kaldırıp dimdik durabilecekler?"

[Ç\N: Olayı nasıl da dramatikleştiriyor it :d]

Xiao Xun dinlerken boş boş baktı, bunu enine boyuna iyice düşündükten sonra gerçek bir mantığı olduğuna inandı. "Sen bilgesin, Marki." diye mırıldandı.

Boyun eğmez, "kılıbık olmayan" Jing Ning Markisi bu aptal oğlanı kerizlemeyi bitirmiş, tertemiz bir vicdanla tekerlekli sandalyesini küçük sokağa hareket ettirmişti.

İçki dükkanı sokağın derinliklerindeydi ve çok büyük değildi, yalnızca dört masası ve bir satış tezgahı vardı. Alkol satan kişi, şu anda bir şeylerle uğraşan mülk sahibi kadındı. Fu Shen biraz daha havadar bir masa seçmiş, üzerine nazikçe tık tık vurmuştu. "Hey, patron, ne tür şarabın var?" diye sordu sesini yükselterek. 

Tezgahın arkasındaki kadın işinden başını kaldırdı ve onun görünüşüne iyice baktığında konuşmak üzereydi. Sanki yıldırım çarpmış gibi, olduğu yere mıhlandı.

Fu Shen bir yanıt duymayınca bakmak için başını çevirdi, doğruca kadının bakışlarıyla kesişti.  

Bir an için, kelimelerle anlatılamaz bir yakınlık duygusuyla doldu yüreği. "Sen..."

"Sen..."

Aynı anda konuşmuştular. Fu Shen donakaldı, böylece kadın titrek bir soru çıkardı. "Genç Efendi, sizin... soyadınız Fu mu?"

Gülümsemesinde gözyaşları ve şaşkınlığının içinde sevinç, görünüşü açıkça kendinden geçmiş ve ne yapacağını bilemeyen birine aitti ve hiçbir suretle kötü niyetli birisi değildi. Fu Shen'in kimliği doğrudan görülmüştü, ama bunu örtbas etmeye çalışmadı, onun yerine başını sallayarak onayladı.

Bir sonraki saniye, kadın alelacele tezgahın arkasından tökezleyerek çıkmış, ona büyük bir secde hareketi yapmıştı. "Bu köle uzun zaman önce cefa çekti ve sizin tarafınızdan kurtarıldı, ölümcül tehlikeden zar zor kaçmayı başardı. Bugün yukarıdaki Cennetler, şu anda kurtarıcımla tekrar karşılaşma şansına sahip olduğum için bana merhamet bağışlamış olmalı. Ekselansları, lütfen bu kölenin hürmetini kabul edin!"

"Bekle." Fu Shen hala onun kim olduğunu hatırlayamıyordu. "Bayan... soy isminizi öğrenebilir miyim?"

Çoktan gözyaşları dökülüyordu. "Huanren İlçesi, Değerli Taş Dağı, Saklı Orkide Köyü," dedi hıçkıra hıçkıra ağlamanın arasında. "Jin Dükünün adli hatasından beri yedi yıl geçti, ve henüz hala temize çıkamadı."

Fu Shen'in gözbebekleri sanki başının tepesine sertçe vurulmuş gibi hızla küçüldü, yüzünün rengi attı. Böyle kendi kontrolünü kaybettiği zamanlar nadiren olmuştu. "Sen... Cai Yue misin?" diye sordu inanamayarak.

Bu isim, yıllar boyunca süren inatçılığını ve saplantısını anında paramparça eden bir kasırgaydı. Anılar onu derhal dibe batırarak gökyüzüne doğru dalga dalga ilerledi – yaşam ve ölüm, üzüntü ve sevinç ya hafifçe suyun üzerine süzüldü ya da sertçe dibe gömüldü, onu hatırlamaya cesaret edemediği ve bahsini açmayı dahi istemediği mazinin bir bölümünün içine çekti.

Fazlaca kısa süren ergenlik döneminde ilk defa birisi gerçekten onu ayağının altında ezmişti.

Aynı zamanda Yan Xiaohan ile onun arasında bugüne kadar çözülmeyen sımsıkı düğüm de vardı.

----------

Bölümün sonu.

Oy verip yorum yapmayı unutmayın.

Çevirmen: BlackBerry

¹Anne gibi davranan, insanların üzerine titreyen kişiler.

²Geleneksel Çin Tıbbı'nda bu bölgeye yapılan masajın mide bulantısını rahatlattığı söylenir.

³Çin ölçü birimi, bir cun aşağı yukarı bir başparmak uzunluğunda tam olaraksa; 3.715 cm

⁴"Büyük Lord" hem yaşlı bir adam için saygılı bir terim hem de şımarık zengin bir velet olan genç bir adam için saygısız bir terim.

⁵Kinaye yapıyor bir nevi.

Yorumlar