Bölüm 15: Münakaşa

Keyifli okumalar diliyorum.^^

---------

Fu Shen ertesi gün uyandığında, Yan Xiaohan çoktan Yan Malikanesinden ayrılmıştı. Dün gece çok kötü bir şekilde ayrılmaları hizmetliler tarafından bilinmeyen bir derece algılanmıştı; dikkatsiz bir gürültünün onun berbat öfkesini körükleyeceğinden korktukları için, bugün anormal bir şekilde sessizdi.

Öte yandan, mazinin rüyasını tekrar gözden geçirmek ve geçmişteki pek çok olayı yad etmek, Fu Shen'e dün geceki tartışmalarının o kadar da önemli olmadığını düşündürdü. Her insanın kendi hırsları vardı, ve herkesten kendi gibi 'doğru yolu' izlemesini talep edemezdi. Üstelik daha da ötesi, Yan Xiaohan'ın iyi kalpli ve dürüst olmasının olanaksız olduğu davranışlarının gayet farkındaydı, lakin o asla şahsını tanımladığı gibi tamamen soğuk ve duygusuz olmamıştı.

Bugün ziyaretçiler bitmek bilmez bir şekilde akın akın Jing Ning Markisinin Malikanesine geldiler. Fu Shen'in saray kapılarının önünde diz çökmesinin peşi sıra, altı kişilik İmparatorluk Sansür Memuruun ortaklaşa imparatorluk ikazı ve Ying Dükünün hastalıktan dolayı izne çıkmasının ardından, başkentte bu komedinin nasıl sonuçlanacağını görmek isteyen ölçülemez sayıda insan vardı. Xiao Xun, olması gerektiği gibi Fu Shen'in uyduruk abuk subuk sözlerini doğrudan aktarmada berbattı, bu yüzden sadece "Marki, Efendi Yan'ın Malikanesinde iyileşiyor" diye kıvırabilirdi. Lakin bu ifade tarzı, insanların hayal gücünün vahşileşmesine gerçekten imkan vermişti; eli daha uzun olanlar biraz etrafta soruşturdu, Ayinler Bakanlığının iki kişi arasındaki bir evliliği hazırladığını öğrendiler ve sonrasında bunun Yan-Fu evlilik bağının sağlam bir şekilde lehimleneceğini anladıklarında, her şey rayına oturdu.

Buna kıyasla, Yan Malikanesi çok daha sessizdi. Sebeplerden birisi, Yan Xiaohan'ın hala Mahkemede olması ve ayrıntıları almaya çalışan her bir girişimi engelleniyor olmasıydı, ve diğer sebep ise Uçan Ejderha Muhafızının epeyce kötü şöhretli olması, onunla ilişki kurmaya istekli olan insan sayısını oldukça sınırlı hale getiriyordu. Fu Shen yaratılışı gereği esnekti (kişilik olarak) ve bu mekanın kendi yabani ot bağlamış Malikanesinden yüz kat daha iyi olduğunu düşünerek, zamanını sükunetle Malikanede konfor içinde harcadı. Hoş, sevimli hizmetçi kızlara, günde üç çeşit dört dörtlük yemeğe ve farklı çeşitlerde bir milyon atıştırmalığa sahipti.

Akşamın gelişiyle görevinden feragat eden Yan Xiaohan, avluya girdiği anda Fu Shen'in odanın içinden iç çektiğini duydu. "... O Tiao'nun çalışmaları şu anda paha biçilemez. Onun bir parşömenini almak isteyen ancak asla alamayacak olan bir hayli insan var, yine de onu böyle keyfine göre bırakıyor... Efendiniz neye baktığını anlıyor mu?"

O geldiğinden beri, Malikanenin havası biraz değişmişti. Yarı kapalı olan pencereden dışarı, hizmetçi bir kızın gümüş bir zilden farksız çınlayan gülüşü süzüldü. Yan Xiaohan, bu zarif sese dikkat kesilerek, olduğu yerde durdu. Yüreğinden istikrarlı ancak hoşnutsuz, beklenmedik bir his yayıldı.

Kendi kendine düşündükleri makul olmayan bir şekilde öfkeliydi: Sana ilaç ve su getiren kişi apaçık benim, bu yüzden sanatı değerlendirmek ve çay içmek için sana eşlik eden kişi de ben olmayım. Neden o kızlarla konuşup şakalaşıyorsun, fakat benim için gülümsemende dahi cimri davranıyorsun?

İleriye bir adım daha atmak istedi, ama sanki ayakları zemine mıhlanmış gibiydi. Zihninin karanlık hali süratle soğurken, Yan Xiaohan hislerinin üzerine bir kez daha kafa yordu. Sanki bir avuç dolusu buz parçalarını beyhude yere çiğniyormuş misali, yarı nahoş bir biçimde tebessüm etti, buna rağmen yine de dargınlık yoktu, ve yüreğinin derinliklerinden gelerek, kendisine sordu. "Doğru. Neden ben olayım ki?"

Bu adım her halükarda atamayacağı bir adımdı. Dün gece kötü bir durumu daha da kötüleştirdikten sonra, şu andan itibaren Fu Shen ile yüzleşmek için sakin ve derli toplu bir zırh takımının desteğine artık sahip olmadığından, kendini kabuğu parçalanmış bir salyangoz gibi hissetti.

Böyle düşünerek arkasını döndü ve avludan geri çıkarak geldiği yolu geri döndü. Onun isteklerine karşın odanın içindeki bir hizmetçi kızın aşırı derecede keskin kulakları vardı, şu anda kimin ayrılıyor olduğunu yakalamak için tam zamanında dışarıya adım seslerine bakmaya gitti. "Efendi geri döndü."

Kalabalık onu içeriye buyur etmek için aceleyle kapıyı açtı. Fu Shen başını kitaplıktan çevirdi, elinde goji hünnabı çayı tutuyordu ve kasten sanki onun için muhafaza edilmiş gibi, gözlerinde henüz dağılmamış bir gülümseme vardı. "Geri dönmüşsün," diye selam verdi.

Beklediği soğuk çehreyi teslim almayan Yan Xiaohan, afallamıştı. Fu Shen benzinin attığını fark etti. "Sorun ne?" diye sordu endişeyle. "Bir şey mi oldu?"

Hizmetçi kızlara konuşmak için döndü. "Hepiniz, gidin ve mutfağa akşam yemeğini hazırlayın. Efendinizle bir kaç kelam edeceğim."

Bu hal ve hareketler sanki bu Malikanenin başka gerçek bir Lordu gibiydi. Yan Xiaohan daha önce hiç gelecekte ne tür bir hanımefendiyle birlikte olacağını düşünmemişti -tüm ömrü hayatınca yalnız bir yaşlı adam olmak imkansız olmayabilirdi- fakat önündeki bu sahne, sanki kalbindeki arzusu bir taşa sürtünüyormuş gibi, doğal ve yumuşak bir biçimde akıp gidiyor, hayallerinin eksik bir parçasını şaşırtıcı bir şekilde dolduruyordu.

Fu Shen'in karşısına otururken, duygularını düzeltti, bunun hakkında daha derin düşünmeye isteksizdi. "Ayinler Bakanlığı düğün gününü 12 Şubat¹, Çiçek Festivali olarak belirledi. Kanımca, daha yeni çıkarılmış bir evlilik fermanıyla İmparatora gidip Kuzey Yan'a dönmeyi istediğini söylersen, yaptığın her hususta kuşkusuz reddedecektir. Gerekçelerin tam bir listesini oluşturmak için yıl sonu gelene kadar beklemek daha iyi olacaktır ve evlilik arifesinde olduğundan, asker arkadaşlarına haber vermek ve ayrıca baban ile amcanı anmak için, Yan Eyaletine geri dönmek konusunda ciddi bir arzun olduğunu açıkça belirt. Ocak’ta yola çıkar ve Şubat'ta başkente geri dönersen, İmparator buna kuvvetle muhtemel olarak müsaade edecektir."

Fu Shen bir an için bunu ölçüp biçerek, başını salladı. "Kulağa mantıklı geliyor. Devam et, o halde."

Yan Xiaohan ile kalmaya başladığından bu yana, 'devam et' deme sayısının dik bir yokuş aldığının bir anlığına farkına vardı. Bu kesinlikle tuhaf bir duyguydu; karar verme gücünden mahrum bırakılmanın hiçbir hoşnutsuzluğu yoktu, ki aslına bakılırsa sırtından bir yük kalkmış gibi hissetti. Bunun nedeni eğer onun yerinde olsaydı, büyük ihtimalle aynı kararları alırdı.

Üstelik daha ender olan şey, Fu Shen'in hiçbir kusur bulamadığı bu kararlar, kaçınılmaz olarak tamamıyla avantajlıydı ve ona herhangi bir zararı dokunmuyordu. Yan Xiaohan bir 'yabancıydı' -kendini onun yerine koymayı düşünmesi, bir veya iki kez yapılırsa sadece tesadüf olurdu, lakin böylesine birbiri ardına gelmesi, düşünceli olmak için epey derince gizlemiş bir niyet olurdu.

Kendin hakkında düşünmek zorunda kalmamak gayet güzel bir his. Fu Shen zayıf, zihinsel bir iç çekti. Ona samimi davranan herhangi biri olsaydı, muhtemelen o kişiyi aşırı şımartırdı.

İkisinin uygun iş muhabbeti bitti, daha fazla konuşacak bir şey kalmadı ve garip bir sessizlik dalgasına kapıldılar. Uzunca bir sürenin ardından, konuşmayı ilk başlatan Fu Shen oldu. "Demin iyi görünmüyordun. Neler oluyor?"

Yan Xiaohan sırtı yuvarlak bir sandalyeye oturmuş, beli baston yutmuş gibi dümdüzdü. "Bir şey yok," dedi başını sallayarak.

Fu Shen onun sinsi biri olduğuna inanıyordu, ancak tüm keskin zekasıyla bile Bay Yan'ın düşüncelerini tahmin etmek, deniz tabanındaki bir iğneyi yakalamak gibiydi.² "İyi uyumadın mı, yoksa... dün gece olanlar konusunda hala kızgın mısın?"

Yan Xiaohan'ın kaşları seğirdi ve birazcık şaşırmış gibi göründü, ama hiç ses etmedi.

Fu Shen bunu doğrudan gördü. Adamın ağzından çıkan şey "bir şey yok," idi, ancak suratının her yerinde "bir şey yok ve hiçbir şey söylemeyeceğim, gel ve bana yağ çek" yazılıydı.

Şımarık olan sensin, diye düşündü kendi kendine.

Yine de, dudakları bir şeyler sormaya devam etti. "Gerçekten kızgın mısın? Dün seni kovdum diye?"

Yan Xiaohan bayağı bir küçümseyici görünerek, burnundan soludu.

[Ç\N: Trip de atarmış şerroヾ(≧∇≦)ノ]

Fu Shen gülümsemeye karşı direndi, yüzüne 'bunu benden istediğin için, sana yağ çekmek gibi zor bir işi üstleneceğim' ifadesini takındı. "Ben hatalıydım, sana defol dememeliydim. Sen yüce gönüllü bir beyefendisin, bu yüzden kendini benim seviyeme düşürme, hm?"

Yan Xiaohan, karşılaşmaya kendini cesaretle hazırlarken bakışları Fu Shen'in tüylerini diken diken etmiş, ona yoğun bir şekilde bakmıştı. Kısa bir süre sonra, adam beklenmedik bir şekilde başını öbür yana çevirerek, gülmeye başlarken bir pfft çıkarmıştı.

Fu Shen içi rahatlayarak gizlice bir nefes verdi, biraz ısınmış olan kulağının altına dokumak için elini kaldırdı.

Bu esrarengizliğe kafa yordu: Sorunlu muyum? Neden sadece sinirli olmasına ve bunu unutup gitmesine izin vermiyorum?

Yan Xiaohan çok uzun bir süre boyunca kendini gülmekten alıkoyamadı, o zamandan bu yana Fu Shen'in taklidi sevecenliği buhar olup havaya karıştı. Ona bir bakış attı, ses tonu soğuktu. "Bu sefer sorun değil, ama küçük sahte bir sinir krizi geçirmez misin?"

Yan Xiaohan avuçlarını ona karşı birleştirdi. "Pekala. Bu kadar düşünceli olduğunun için teşekkürler, Marki," dedi sakin bir şekilde.

Fu Shen tekerlekli sandalyesini çevirip kapıdan çıkarken küçümseyerek güldü. "Kaç yaşındasın sen? Hiç utanman yok."

O gece, barışmış çift bir kez daha aynı yatak odasında toplandı. İş için değildi; sadece yatmadan önce ona bir göz atmak Yan Xiaohan'ın bir geleneğiydi. Bu günlerde, Fu Shen'in kıyafetlerinin değişmesi, yıkanması, gelmesi, gitmesi, oturması ve uzanması Yan Xiaohan tarafından bizzat yardım ediliyordu. Yegane istisna, gündüz vakitlerinde Malikanede olmadığından ilaç almaktı, ve ilk birkaç gün dışında ilacı aldığını kişisel olarak gözlemlemiyordu. Yatma zamanından çeyrek saat önce, Yan Xiaohan Fu Shen tarafından çalışma odasına bir kitabı bulmak için gönderildiği anda, hizmetçi bir kız ilacı getirdi. Geri döndüğü vakit, Fu Shen yatak başlığına yaslanmış vaziyetteydi ve masanın üzerindeki ilaç kasesi çoktan boşalmıştı.

Yan Xiaohan burada bir şeylerin ters gittiğine dair genel bir kanıya vardı. Kitabı Fu Shen'e götürerek, kaseye şüpheli bir bakış attı. Fu Shen dikkate almıştı bunu. "Neye bakıyorsun?" diye sordu üstünkörü bir biçimde.

Yan Xiaohan, bir yusufçuğun su üzerinde kayması gibi gözlerini diğerinin yüzüne kaydırarak, ona döndü. "Bir şeyler yanlış."

"Hm?"

"İlacını içtin mi?"

"İçtim ya. Kase orada." Fu Shen oraya dikkat çekti.

"Yalanlar ve daha fazla yalanlar." Yan Xiaohan olağanüstü şekilde birden sinirlendi. "Yansımana bir bakış atman için sana ayna getireyim mi? Dudakların tamamen kuru! İçtin mi sen? İçerken nereni kullandın, kulakların mı? Yoksa gözlerin mi? Kafanı düzeltmem için de sana ilaç getirmem gerekiyor mu?!"

"......"

Her şey bitti. Bir sahtekar olmak eğlence ve oyundan ibaret değildi, ve suçüstü yakalanmıştı.

Yan Xiaohan onun dili tutulmuş görüntüsüne şöyle bir baktı ve bunu kesinlikle ilk yapışı olmadığını anladı. Odanın çevresinde telaşlı bir şekilde dört döndü, en sonunda yatağın yanında porselen bir tükürük hokkasını tekmeledi. Bakmak için başını eğdi, şimdi hem hırsızı hem de ganimetini yakalamıştı.

Fu Shen, suçunu kabul eden ve idam hükmü giyen bir adamın, epey ağırbaşlı tavrıyla, itaatkar bir şekilde yatakta oturuyordu.

Yan Xiaohan ona parmakla işaret etti, öfkesini dizginleyerek, dışarı çıkıp insanlara başka bir kase kaynayarak özü çıkarılmış ilacı getirmelerini emretmeye yetecek derecede zar zor bastırdı. Odaya geri girerken ve kapıyı kapatırken, yüzü karanlıktı. "Söyle bana. Ne zaman başladın?"

Fu Shen birkaç tane zorlama gülüş verdi. "Kızma. Soğuk algınlığım şu anda iyi, alıp almamam o kadar önemli değil..."

"Önemli değil mi?" Yan Xiaohan soğuk bir şekilde karşılık verdi. "Onu almana gerek kalmadığını sana kim söyledi? Shen Yi'ce mi yoksa ben mi?"

"......"

Görülüyordu ki, onunla külahları değişmemek ve sabırlı olmak için çok fazla çabalıyordu. Onun sağlığıyla ilişkili tüm düşünceleri dışarıdan gözle görülebilirdi, lakin Yan Xiaohan diğerinin kusurunu ortaya çıkarmanın utanç verici durumundan dolayı, kendine hakim olamadı ve durmaksızın çene çalmaya devam etti. "Gençliğine güvenerek sağlığını tehlikeye atıyorsun - yaşlandıktan sonra ne yapacağın hakkında hiç düşünmüyor musun? Dikkatinden dahi kaçan kaç tane yaran var? Soğuk algınlığını uygun bir şekilde tedavi etmezsen, başka bir köklü hastalığa düşebilirsin ve ondan sonra dersini çok geç öğrenirsin!"

Gevezeliği yüzünden Fu Shen'in başı ağrıyordu. Karakterinin bir yönü, bir diktatörün katılığındaydı ve uzun yıllardır kimse onu bu şekilde haşlamaya cesaret etmemişti - aslında kabahatli olan oydu, fakat Yan Xiaohan'ın söyledikleri onun muhalifliğini tam tersine kışkırtmıştı. "Pekala, sadece durmadan konuşmaya devam ediyorsun. Bu kadar kaygılanmaya lüzum yok, dul bir nişanlı gibi eşikte gözcülük yapmana³ kesinlikle izin vermeyeceğim - mm!"

Yan Xiaohan'ın eli yıldırım gibiydi, çenesini sıkıştırdı. "Böyle konuşma!" diye bağırdı.

Gerçekten çileden çıkmıştı, elinden gelen muazzam baskı Fu Shen'e çenesi kırılmak üzereymiş gibi hissettiriyordu. İşte bu yüzden de, Yan Xiaohan'ın gözlerindeki korku ve acı çırpınmalarını gördü.

Kalbi umulmadık bir şekilde yumuşadı.

Fu Shen, zorlamaya gelmeyen, ancak ikna edilebilen birisiydi. Devamlı olarak inatçı olan bir kişi nadiren bir zayıflık belirtisi gösterdiğinde, onun çekirdeğinin savunmasını kırmak bilhassa daha kolaydı.

Üstelik, kabahat ondaydı.

Yan Xiaohan'ın ağzını kapatan sağ elini kavramak için bir elini kaldırdı, gönlünü alır bir şekilde birkaç kez hafifçe okşadı. "Peki peki, özür dilerim. Yanılmışım, tamam mı?"

Yan Xiaohan'ın eli gevşedi, lakin Fu Shen bırakmayarak, mantıksız bir tür ayrılamaz hassasiyetle kendi avucunun içinde zayıf bir biçimde tutmaya devam etti.

Gözlerini indirdi, yüreğindeki ateş büyük ölçüde sönmüştü.

Yan Xiaohan uzun bir iç çekti. "Beni çileden çıkarıyorsun."

Fu Shen alelacele hatasını kabul etti ve özür diledi, bunun sadece kendi açısından bir anlık yanlış bir karar olduğunu ve ilerde muhakkak düşünmeden hareket etmeyeceğini durmaksızın belirtti. En sonunda gülümseyip başını sallamadan edemedi. "Bugün ne oldu? Tek yaptığın gerçekten öfkeden delirmek."

Yan Xiaohan hala katı suratlıydı, yine de gözlerinin köşelerinde yukarıya doğru minik kavisler vardı. "Şeytan dünyanın içinde yürür," diye kesin bir şekilde belirtti.

[ÇN: Bu ne bilmiyorum. Neyse boş verin bunların edebiyatına ömür yetmez.]

Başkente geri dönüşten bu yana, bunun üzerine dikkatlice düşünüldüğünde durum daha da kötü bir hal almıştı. Pusuya düşürülmek ve suikaste uğramak, entrikalar ve komplolar, İmparatorun evlilik yaptırımı... bunlardan hangisi bir kişiyi kalbinin derinliklerinde endişeli hissettirmez, geceleri vesveseli bir şekilde bir o yana bir bu yana döndürmezdi? Neden şu anda iki yetişkin adamın küçük çocuklar gibi evcilik oynadığı, dalaştığı ve sonra barıştığı, bir takım boş ve önemsiz olaylar oluyordu?

Boş zamanlarında paniğe kapılmaları gerekmez miydi?

Demir kemikli Fu Shen ve derin düşünceli Yan Xiaohan, her yönden esen muazzam bir fırtına gibi görünüyorlardı dış dünyaya. Aynı çatının altına geri döndüklerinde, tıpkı herhangi birisi gibi her bir duyguyu hissedebilen, sıradan insanlar haline geliyorlardı.

Çünkü bunların hepsi, burası 'ev' olduğu içindi.

----------

Bölümün sonu.

Oy verip yorum yapmayı unutmayın.

¹Çinliler şu anda kullanılan güneş takviminden farklı bir takvim kullanıyormuş, bu yüzden bu tarih bize göre doğru değil.

²Bkz: Samanlıkta iğne aramak. Deyimin tam versiyonu: Bir bakirenin kalbini anlamak zordur.

³'eşiğe bakan dul' daha evlenmeden ve eşiği geçmeden damadın öldüğü nişanlı bir çifte referans eder. 守 ifadesi başa geldiğinde bu; 'eşikte gözcülük yapan dul' oluyor. FuFu damat olmakta ısrarcı :P

Çevirmen: BlackBerry

Yan Xiaohan (☆▽☆)

       

Artist: Weibo'dan sunnysuperman-0837     

Yorumlar