Bölüm 14: Mazinin Rüyası

Keyifli okumalar.^^

----------

Xiao Xun'u uğurladıktan sonra, ikisi yatak odasına geri döndü. "Az önce tam olarak neyi kastediyordun? Açıkla," dedi Fu Shen.

"Xiao Xun'un iyice anlamadan gitmesine izin verdin," Yan Xiaohan gözlerini daralttı. "Seni gerçekten ev hapsine alacağımdan korkmuyor musun?"

Fu Shen hakikaten onu dövmek istedi. "Ciddi ol."

"Sen bu dönemde burada benimle kal, ve ben de Yan Eyaletine geri dönmek için mücadele etmene yardım edeyim. Bunu zaten çok net bir şekilde belirttim."

"Sorduğum şey bu değil, Yan Xiaohan," diye cevabı yapıştırdı Fu Shen, her kelimesi arasına kısa bir duraklama koydu. "Sana şunu soruyorum: Nihayetinde hangi tarafta duruyorsun?"

Sen İmparatorun en gözde tebaası¹, en donanımlı sırdaşısın ve en üstün yaşama yükselmekten yalnızca bir adım uzaktasın – neden doğuştan düşmanca konumdaki bir kişiye yardım etmek isteyesin? 

Yan Xiaohan'ın gözleri halen kısıktı, lakin deminki içlerindeki o nazik alay şimdi hiçbir yerde görünmüyordu. Sanki göz açıp kapayıncaya kadar kendi üzerine aşılması imkansız bir zırh katmanı yerleştirmiş gibiydi. "Tıpkı bu dünyada bazı kulların sadık olması gibi, bazıları doğal olarak sadakatsizdir." dedi umursamadan.

"Kendini küçümsemene gerek yok..."

"Bu kadar saf olma, benim Markim," dedi gülümseyerek. "Çok uzun zamandır benim ne tür bir insan olduğumu biliyorsun, ama yine de benim için bunu örtbas etme zahmetine kendini sokuyorsun? Sen ve ben aynı Hanedana mensup olsak da, sen ülkenin huzurunu himaye etmekle yükümlüyken, ben yalnızca bir memur olarak hizmet ediyorum. Nâm için değil, ancak kâr için. Vatan yahut millet için değil, ancak kendi şahsım için. 

Menfaat peşinde koşmak, hangi ağaca tüneyeceğini seçmek; bunlar herhangi bir memurun davranış tarzıdır. Ve işte bundan dolayı, senin tarafında durmuyorum," diye açıkladı, "Bana göre en avantajlı olan tarafta duruyorum."

Bu qi oyununda bir piyon olmanın yanı sıra, üçüncü oyuncuydu. 

Bir taraf vasıtasıyla düşman hatlarına doğru hücum etmek için kullanılabilirdi, ancak aynı zamanda tek kelime etmeden oyun tahtasını çevirip fırlatabilirdi de.

Yuantai İmparatoru elinde tuttuğu silahların çok fazla kendi fikirleri olmasından hoşlanmadığından, o zaman o da diğerlerinden ayrılmış, silahsız, savunmasız bir adam olabilirdi. 

Çünkü bu piyon mutlu değildi.

"Tamam, iyi. Senin bir şey olmadığını sana açıkça kabul ettirmek zor." Fu Shen son derece alay ederek gülümsedi. "Madem öyle, beni niye geri getirdin? Neden saray kapısında sırılsıklam ölmeme izin vermedin?"

"Elbette, senin yakışıklılığını gördükten sonra ağzımın suyu aktığı için," diye kayıtsızca cevapladı Yan Xiaohan.

Fu Shen: "......"

Kendisi gibi acımasız kararlar alan yüksek rütbeli bir asker, başkentin devlet memurları içindeki kinayeli laf salatası ve alelade sahte nezaket yöntemlerinden en çok nefret ediyordu. Öfkesinin nasıl olduğunu bilen Yan Xiaohan, neşeli bir şekilde gülümsedi ve tepesi atmadan önce onu yatıştırmaya gitti. "Bir daha aklanmam için bir gerekçe bulmaya çalışma, Fu Shen."

Ona 'Marki' diye hitap etmekten vazgeçip sadece adını kullandığında, sanki onu çevreleyen zırh katmanı düşmüşmüş gibi, Fu Shen'in ilk tanıştığı mesafeli fakat tanıdık bir figür olan Yan Xiaohan'ı açığa çıkardı.

"Askeri ve monarşik güçler arasında bir seçim yapmak ve sana gücümün yettiğince yardımcı olmak çok farklı şeylerdir. Sen ve ben birkaç yıldır birbirimizi tanıyoruz. Sadece durup düşmene seyirci kalamam."

Gerçekten kendi açıkladığı gibiydi. Yan Xiaohan'ın dostlarına karşı 'ahlakı' ile Mahkeme içindeki 'ahlakı' arasında çok net bir ayrım vardı.

Fu Shen'in nihayetinde geri söyleyecek bir şeyi yoktu. Başkalarına kendi fikirlerini kabul ettirmek için dil dökmeye itimat etmekten hoşlanmıyordu ve bugünün tekrarlanan sorgulamaları standartlara aykırı olmasıyla birlikte, Yan Xiaohan'ın 'mütevazı hainliği' vasıtasıyla dargınlığına ek olarak sabrı da tükendi. "Bitirdin mi?" diye sordu, yüz ifadesi durgundu.

Yan Xiaohan bunu duydu ve alev almak üzere olduğunu biliyordu. Fu Shen, ilk olarak varlıklı bir genç efendi, sonrasında bir generaldi, ve her şeyin kesin olarak belirttiği gibi olmasına alışmıştı. Arada bir, öfkesi gerçekten epey... saçma bir biçimde yükseliyordu.

Yine de, Yan Xiaohan başının tepesini saran kara bir bulutla, daha fazla konuşmakta ısrar etti. "Birazdan birinin ilaç getirmesini sağlayacağım, unutma–"

"Defol," dedi Fu Shen soğuk bir tavırla.

Yan Xiaohan, itaatkar bir şekilde sesini kesip daha sonra efendi efendi dışarı çıktındığından, elit tabakanın marifetli bir üyesi olmaya layıktı.

Fu Shen o gece uyuyamayacak kadar çok sinirliydi, bacağındaki yaralar hafifçe ağrıyordu. Zihninde Yan Xiaohan'ın söyledikleri durmadan yankılanır halde, yatağın üstüne fırlayıp döndü. 

Aslında, sormak istediği şey şuydu: Eğer bir başkası olsaydı, ve dostlar arasındaki 'ahlakın'... ona yardım etmenin dışında olsaydı, üstelik onunla iyice ilgilenmek için eve geri getirerek, hala üzerinde günlük kıyafetlerin varken gece boyu başında bekler, ve onu ilaçlarını almaya ısrarla teşvik etmek için büyük zahmetlere girer miydin?

Keza, dişlerini hırsla gıcırdatıp, onun doğruca kulağına, "Neden isyan etmiyorsun?" diye sorar mıydın?

Pencereye çarpan yağmurun sesi, ve derinlere kök salmış ağrılarını ve az miktardaki uyku sersemliğini kışkırtan, dışarıdaki  gittikçe yükselen rüzgarın sesi duyulduğunda, ne kadar zaman geçtiği bilinmiyordu. Kapıdan gelen boğuk adımların son derece hafif sesiyle, keskin kulağının ucu aniden seğirdiğinde, Fu Shen'in gözleri uyuklayarak kapanıyordu.

Bu Yan Xiaohandı.

Gözlerini boylu boyunca kapatıp, uyku halini ustaca taklit etmek için nefeslerini yavaşlatarak düzenledi, sonrasında diğerinin hareketlerini seçebilmek için yalnızca seslere güvendi. Tüm süre zarfında zihni bir sürü düşünceyle çalkalanıyordu, ancak onu tek bir tanesini yakalayamaz bir biçimde bırakarak bir anlık gölgeler gibiydiler.

Gerçekte gergin olduğunu, kabullenmek istemiyordu.

Yan Xiaohan, ses çıkarmadan yatağa yaklaştı. Fu Shen bacaklarının üstüne bir ağırlık eklendiği, hemen ardından battaniyenin ayağının yanındaki köşesinin kaldırıldığını ve sonra altına sıcak bir şeyin doldurulduğunu hissetti. Tüm bunlar bittikten sonra, adam daha fazla bir şey yapmak için kalmadı, geldiği gibi sessizce gitti. 

Kapı ses çıkarmadan kapanana kadar bekleyen Fu Shen, gözlerini açtı, pencereden gelen soluk ışık sayesinde bacaklarının üzerindeki ilave battaniye katmanını net bir şekilde gördü. Baldırı, sert, sıcaklık yayan bir nesneye çarptı, ve ona dokunmak için yatağın altına uzandığında, gümüş döküm bir ayak ısıtıcısı² olduğunu keşfetti.

Yağmur pencerenin camına tıp tıp diye düşüyordu. Yaralanmış alt uzuvlarının kan dolaşımı zayıftı ve battaniyenin kapsamı pek sıcaklık vermiyordu. Sancıya pek aldırmıyordu, ama bu ısıtıcının getirdiği sıcaklığın tadına bir kez vardığında, dondurucu soğuk anında katlanılamaz bir hale geldi. 

Ayrıca, 'diğer insanlara' karşı da bu kadar özenli misin?

Fu Shen sırt üstü yatmaya geri döndü, yatağın gölgeliğine aklı karışmış bir halde bakakaldı. Kendisinin muhtemelen Mahkeme için uygun olmadığını düşünüyordu. Kuzey Yan'ın Komutanı kılıcını savurup istilacı düşmanları kesip biçebilirdi, ancak aklı bir battaniye ve bir ısıtıcı tarafından bağlanmıştı. Henüz bu rahatlık aleminden kurtulamazsa, daha sonra nasıl kan dökülmeden yapılan bir cinayetin, fark edilmez bıçağıyla başa çıkabilecekti? 

Bu tam bir saçmalık, diye düşündü kendi kendine.

Nadiren rüya gören Fu Shen, gençliğinden bir zamanın rüyasını gördüğünde, uyuması çok uzun sürmeden önce, belki de Yuantai İmparatoru ve Yan Xiaohan'ın ikisinin de birer kene olduğunu düşünmüştü.

Yan Xiaohan ile ilk kez tanıştığında on altı yaşındaydı.

Yuanti'nin on sekizinci yılındaki Soğuk Yemek Festivali³ esnasındaydı. Başkentin gün batımı fevkalade ve uçsuz bucaksızdı.

Hiçbir yer yoktu ilkbaharda çiçeklerin şehirde uçuşmadığı, Festivalin doğu rüzgarında eğiliyordu kraliyet söğütleri.

Yuantai İmparatoru beraberindeki İmparatorluk Muhafızları ile atalarının kabirlerine saygılarını sunmak için dışarı çıktı. Tesadüfe bakın ki, Fu Shen ve tanıdığı daha büyük Genç Efendiler sürüsü bahar yürüyüşü yapmaya çıkmış, güneş batarken şehre geri dönüyorlardı. 

Şehir, ilkbahar mevsiminin başında her cinsiyetten ziyaretçi turistlerle ağzına kadar dolup taşıyordu, ve bu yakışıklı, tasasız, zengin genç adamlar grubu atlarını şehrin içine ileri doğru sürerken sayısız bakışları üzerlerine çekti. Daha yüzsüz olan kadınlar mendillerini ya da onlarla bitki eşleştirmesi yapmak için kullandıkları çeşit çeşit çiçekleri fırlattılar, hızları Pan An'ın arabasının meyveyle dolduğundan daha az değildi.

Tam o anda, tepeden tırnağa silahlı İmparatorluk Muhafızları şehre daldıklarında, ansızın arkalarından düzenli adımlarla yürüyen toynak sesleri geldi. İnsanlar otomatik olarak yolu açmak için kenarlara çekildiler, birliğe önderlik eden birisi, "İmparatorluk tören alayı geliyor! Tüm ahali, yol açın!" diye bağırdı.

Öndeki kişiler aralıksız olarak geriye çekildiğinden, kalabalık Fu Shen'in önünde toplandı ve bundan sonra neler olduğu net değildi ama sürekli bir sıkışıklık anı vardı. İmparatorluk Muhafızları'nın ileri atıldığını gören Fu Shen, yoldan çekilmek için atının başını aceleyle çevirdi. Belki de bilemeyeceği şey, kenara hareket eder etmez başının arkasına fırlatılan bir çiçekten şans eseri kurtulacağıydı. 

Sanki o çiçek üzerinde gözler yetiştirmiş gibi, onu geçmiş ve dosdoğru İmparatorluk Muhafızlarının atlarını kamçıladıkları kapının önüne uçmuştu. Fu Shen rüzgarın yarıldığına yemin edebilirken, çiçeği fırlatan kişinin ne kadar güç kullandığını söylemek zordu.

Her şey bitti, diye düşündü muazzam bir çaresizlik içinde.

Genç, varlıklı bir adama çiçek fırlatmak, romantiklik olarak adlandırılıyordu. İmparatorluk Muhafızlarına çiçek fırlatmak ise, bu dünyadan bezmiş olmak ve hala içinde yaşıyor olma gerçeğinden ciddi anlamda nefret etmek olarak adlandırılıyordu.

Bir Muhafız elini kaldırdı ve uçan çiçeği yakalayarak, hayret içinde ona baktı. Fu Shen yüzünü saklamak için kollarını yukarı kaldırarak, olağanüstü bir hızla karşılık verdi.

Muhafız: "........"

İmparatorun arabası şehir kapılarına girdiği, İmparatorluk Muhafızlarının yolu daha fazla açtığı ve tüm vatandaşlar saygıyla diz çöktüğü için, tek kelime etmeye zaman yoktu. Saygıdeğer bir ailenin en genç nesli olan ve bir askeri yetkiliyle ilişkisinden dolayı ayrıcalıklı muamelenin gölgesi altında yaşayan oradaki bir kaç kişiden birisi olan Fu Shen, en öndeki noktada diz çökmek durumunda kaldı.

Yuantai İmparatoru, bir tavuk sürü içindeki turna kuşları gibi göze çarpan ve kasten onları sorgulamayı durduran, Genç Efendiler grubunun sonunda farkına vardı. Bu askeri bağlılıkları olanların içinde, Ying Dükü Malikanesinin en güçlü gelişmişliğe sahip olduğu söylenebilirdi ve bu nedenle Fu Shen, İmparatorun yalnız ona birkaç cesaretlendirme sözleri vermesine mani olamadı. Ancak sert taş tuğlaların üzerinde diz çökmekten dizleri sancımaya başladığı zaman, İmparator saraya doğru ilerlemenin ulu merhametini gösterdi.

Kraliyet arabası önden ilerledi ve İmparatorluk Muhafızları daha sonra bir sıra halinde geçtiler. Fu Shen, geleneğe uygun olarak İmparator yeterinde uzağa gitmesini bekleyerek diz çöktü, ancak bir an için önünde duran bir atın toynak sesleri beklenmedik bir şekilde gelmişti.

Bilmediği bir sebepten ötürü başını kaldırdı, içlerinde derin bir gülümsemeyi barındıran bir çift gözle karşılaştı.

Batan güneşin eriyen altını, akşam bulutlarıyla birlikte muntazam bir uyum içindeydi, o ise bahar rüzgârının derinlikleri içindeydi.⁷ 

Fu Shen'in görüş hattı gözlerinden dizginleri kavrayan ellerine kayarak, avucunun içinde tuttuğu beyaz çiçeği keşfetti.

...Bu aynı Muhafızdı.

Fu Shen'in tekrardan kollarını yukarı kaldırması için artık çok geçti. Diğer tarafın açık renkli dudakları yukarı doğru kıvrılırken, çiçeği gelişigüzel bir şekilde kollarına geri fırlattığı vakit atını gitmek için ileriye doğru mahmuzladığında, o yalnızca çaresiz bir şekilde izleyebilirdi.

Daha da ötesi, başparmağıyla attığı anormal bir şekilde güçlü fiskeyle, çiçek doğruca yakasına takıldı. Sanki adeta... kasıtlı olarak.

Hala toy olan Fu Shen, sanki bir huli jing tarafından büyülenmiş bir âlim gibiydi, tamamen laçkalaşmış bir zihin ve bomboş bakan gözlerle ayağa kalktı. O gülümseyiş akşam şamatasının içine eriyip karışıyor gibiydi, yine de gözlerinin önünde kalmıştı.

"Hey, Fu Kardeş, neye bakıyorsun öyle? Hadi gidelim, tamam mı?"

Sadece doğaüstü bir açıklama olabilecek bir hadise olarak, çiçeği bir tarafa atmadı bunun yerine elinde sımsıkı bir biçimde tuttu ve atına binmek için geri döndü. "Az önceki şu Muhafız... onu tanıyor musun, Yi Kardeş?" diye yanındaki kişiye yalandan bir umursamazlıkla sordu.

Yanında ata biniyor olan kişi, çoktan Altın Karga Muhafızlarında dördüncü dereceden General unvanını almış olan, Chen Dükünün varisi, Yi Siming'di. "O soytarıdan mı bahsediyorsun?" Bunu duyması üzerine gözlerinde bir küçümseyiş ortaya çıktı. "Kusura bakma seni uyarmadım, benim güzel kardeşim, lakin o elemanın hiçbir şeyi iyi değil. Onunla arkadaş olmak için uğraşmamıza değmeyecek biri."

"Neden öyle diyorsun?"

"O Sol Ejderha Savaş MuhafızlarıGenerali, Yan Xiaohan."

Fu Shen şimdi anladı. Altın Karga Muhafızları, Güney Ofisi İmparatorluk Muhafızları tarafından yönetiliyorken, Ejderha Savaş Muhafızları Kuzeyin bir üyesiydi ve iki departman normal olarak iyi geçinmiyordu. Yi Siming'in ona karşı iyi duygular beslememesine şaşmamalı.

"Bunu bilmiyorsun, ama o Duan Linglong'un evlatlık oğlu," diye devam etti Yi Siming. "İyi görünmekten başka ne işe yarıyor? Oraya tırmanmayı nasıl başardığını kim bilebilir..."

Büyük Zhou'da, liyakat tabanlı bakanlar saf akımcılara tepeden baktılar, saf akımcılar sıradan edebiyatçı memurlara tepeden baktılar, edebiyatçılar askeri memurlara tepeden baktılar, ve her birinin tepeden baktığı zümre hadımlardı. 

Duan Linglong o günün bir numaralı hadımıydı. 

Tahmin edilebileceği gibi, Yan Xiaohan bir hadımı üvey babası olarak kabul ettiği için, onların nazarında herhangi birinden bile daha kötü olabilirdi.

Sebebini bilmiyordu ama Fu Shen, Yi Siming'in kelamlarından hiçbir iğrenti duymadı, onun yerine sanki güzelce açtıktan sonra mahvedilmiş bir çiçek görmüş misali kelimelerle anlatılamaz bir acıma hissine kapıldı.

Doğru. Çiçek. 

Dikkatli bir biçimde, elinin içindekine baktı. Tek bir bakışla yüzündeki ifadenin donması bir oldu. 

Lanet olsun! Bu ikiz lotustu!

----------

Bölümün sonu.

Oy verip yorum yapmayı unutmayın.

¹Bu kelimeyi yani 'subject', arada bir 'kul' ve 'tebaa' olarak kullanacağım ikisi de teknik olarak aynı anlama geliyor.

²Kapaklı minik bir tencereye benziyor, kapağı açıp içine sıcak su koyuluyor ve ısıtıcı olarak kullanılıyor.

³Antik Çin'den bu yana her ilkbaharda kutlanan bir festival. Genel olarak iki gün sürer ve soğuk yemekler yenir, ateş yakılmaz.

⁴Burası bir şiirden alıntı. Han Hong (韩翃) tarafından 'Soğuk Yemek'

⁵Bu temel olarak doğaya gidip bulabildiğiniz kadar bitki ve çiçeği toplayıp, oyun arkadaşlarınızla karşılaştıracağınız bir oyun. En çeşitli ve eşsiz olanlara sahip olanlar kazanıyormuş. Ee internet olmayınca napacak insanoğlu :d

⁶Geleneksel olarak kadınlar çekici gördüğü erkeklere bir şeyler fırlatırlarmış, meyve gibi. Efsanevi tatlı çocuk Pan An o kadar çok meyve almış ki bindiği araba dolmuş taşmış. 

⁷Yine bir şiir; Li Qingzhao'nın (李清照) "Bir Beyaz Saç Karmaşası"nın ilk dizesi.

⁸Çin mitolojisindeki dokuz kuyruklu tilki. Hem iyiliğe hem de kötülüğe alamet edebilir. Genel bir düşünce; kurnaz, sinsi ruhların bu tilki kılığına girip insanları etkileyerek kendine aşık ettiğidir.

⁹Bu farklı bir tane. Uçan Ejderha Muhafızı değil, Sol Kutsal Savaş Ordusu da değil. 

¹⁰Dostum bu uzun biraz sürecek ama... ¯\_(ツ)_/¯Şimdi 'liyakat tabanlı bakanlar' savaş zamanında önemli katkılarda bulunan yetkililerdi. 'Temiz-saf akımcılar' sosyal düzen-gelenekten ve zenginlikten uzak durma eğiliminde olduğu için esasen siyasi yenilikçiydiler, bundan dolayı isimleri 'ana görüşün' saf olmadığını ileri sürüyor. Devrimci gibi bişeyler yani. Buna karşın ironik olarak çoğu zaman varlıklı kimselerdi. Edebiyatçılar imparatorluk sınavlarını başarıyla geçtiği için ya da ırsiyetten dolayı pozisyon kendilerine geçtiği için alt tabakadan gelebiliyorlardı bu yüzden küçümsendiler. Askeri yetkililer önceden askerken bu konuma geldiler bu yüzden edebiyatçılar onlardan hoşlanmadı. Hiç kimsenin ise çetrefilli nedenlerden dolayı hadımlara saygısı yoktu. Esasen bu "çük yok = kötü" demeye geliyor. İnsanların birbirini hor görmesi için en küçük bir sebep yeterli değil mi?

¹¹Aynı sap üzerinde yetişen iki lotus mutlu bir evli çiftin sembolüdür.  (¬‿¬) YanYan'ın gülümsediğine şaşmamalı.

Çevirmen: BlackBerry

Bu novelin bir süre önce audio draması çıktı ve çok güzeldi. 

(~﹃~)~ Birkaç tane de ost müziği var o kadar güzeller ki 🤧 Weibo'dan da bir sürü fanart buldum keza twitter da da var. :d Hepsini buradan paylaşmak isterdim yia :,) Ha bir de bir fan bu novele fanmade drama editlemiş çook güzeldi linkini profile koyarım. Yalnız son kısımlarda spoi olabilir. Neyse söyleyeceklerim bu kadardı. Seviliyorsunuz~~ ('▽'ʃ♡ƪ)



 Seviliyorsunuz~~ ('▽'ʃ♡ƪ)

Full respect for artist


Full respect for the artist. (❁'◡'❁)

Yorumlar