Bölüm 68: Yolculuk Tozu

Önceki | İçindekiler| Sonraki

Karakter Tab.


Keyifli okumalar.




Yan Xiaohan, Fu Shen ve Zhao Xicheng arasındaki çalkantılı akıntıyı anlamamış gibi davranarak, bir felaketin kaynağı olmaktaki rolünü ustaca oynadı. Kuzey Yan Ordusu ile yeni Hanedanlık arasındaki çelişkili ilişki er ya da geç masaya yatırılacaktı. Fu Shen'in memleketi yeniden düzene sokmak istemesi yalan değildi, ama aynı zamanda yeni hanedanlığın geride kalıp onun ardında bıraktıklarını toplamasına izin verirken, cepheye yakın ve şahsen savaşmamış, “sadık ve itaatkar” bir nama sahip olmanın tek sonucu olarak iki elini boş bırakmıştı. 


Yuantai, Fu Shen'i "ülkeye sadık ama hükümdarına değil" olarak değerlendirmişti. Fu Shen'i aşırı hırslarla dolu olarak tasavvur etse de, bu cümle hala oldukça doğruydu. O zamanlar Yuantai'ye boyun eğme isteği, eski duyguları önemsediği içindi ama Sun Yunduan açısından işler farklıydı. Eski duygulardan bahsetmeye gerek yoktu artık; Yeni İmparatorun Fu Ling'e karşı eylemleri göz önüne alındığında, her şeyi onun önüne öylece sermeyeceği muhtemeldi.


Ayrıca Yuantai, Shu Eyaletinde hâlâ iyi durumdaydı. Fu Shen daha önce iktidardaki kişiyi devirmekle hiç uğraşmamıştı ama bu, gelecekte İmparator koltuğuna kimin oturacağına karar vermeyeceği anlamına gelmiyordu.


Zhao Xicheng, Fu Shen'in sözlerinden soğuk terler akıtıyordu, patavatsızca konuşmayı kesmesi ve Yan Xiaohan hakkında hiçbir şeyin sözünü etmemesi gerektiğini kendine söyleyip durmuştu. Herkesin Chang'an'la nasıl savaşılacağı hakkında mutlu bir şekilde sohbet etmesi daha uygun olur o halde?


General Zhao'nun Yan-Fu çifti hakkındaki bilgisi derin değildi ve aralarındaki ilişkinin gerçekte ne olduğunu bilmiyordu, bu da Fu Shen'in Yan Xiaohan'ın geride kalması konusundaki ısrarının amacını daha da anlaşılmaz hale getiriyordu. 'Mahkeme tazısının sadık kulu hırpaladığı' söylentisi insanların kafasında çok derindi, bu yüzden bir yabancı olarak baktığında, en büyük olasılığın, Yan Xiaohan'ın önceden çok fazla günah işlemiş olması ve şimdi cezasını çekmesi olduğunu hissetmişti.


Yüzü samimiyetle dolu olan Zhao Xicheng, "Bu mütevazi kişi, Markinin kastettiği şeyin farkında," diye yanıtladı. “Bay Yan da karşı çıkmadığına göre, her şey ayaladığınız gibi olsun.”


Sessiz iç mekanda aniden hafif bir kahkaha yankılandı.Yan Xiaohan telaşsız bir şekilde başını kaldırdı ve bakışlarını derin bir gülümsemeyle ikisine çevirdi. “Âlâ. Mesele halloldu o vakit.”


Zhao Xicheng müsaadesini istedikten sonra, Fu Shen soğuk ve ciddi yüzünü gevşeterek, tebessümle başını salladı. “Görünen o ki hiç rağbet edilmiyorsunuz Bay Yan. Onlara seni atmalarını söyle, seni hiç tereddüt etmeden her yere atarlar.”


Yan Xiaohan onunla birlikte başını salladı. “Sahiden bir gün başıma “zorla kaçırılmak” gibi bir hadise geleceğini beklemezdim.”


“Ne zorla kaçırması? İftiranın bu kadarı. Apaçık doğru dürüst bir şekilde evliyiz.”


Yan Xiaohan gülümseyişine hakim olamamış, kalbi su gibi olana kadar erimiş ve öpme ihtiyacıyla diğerini yapışkan bir edayla tutmuştu. Fu Shen onun dudaklarının köşelerine minik buseler bırakmış, ancak Yan Xiaohan karşılık olarak onu ısırmış, tekerlekli sandalyesine bastırmış ve tüm benliğiyle onu kuvvetle öpmüştü. 


Birkaç gün sonra, birçok memur aynı anda şehrin dışında toplandı. Chang'an'daki savaş resmen başladı.


"Batı başkenti" Xijing olarak da bilinen Chang'an, Orta Ovaların kalbinde yer alan eski Hanedanlığın eski merkezi şehriydi. Oldukça büyük bir nüfusa sahipti ve refah konusunda başkentten geri kalır yanı yoktu. Tatarlar güneye doğru gelip orayı işgal ettikten sonra onlar da stratejik bir garnizon olarak orayı ele geçirdiler. Günlerce süren yağmaların ortasında halk, sıkıntılara ciddi şekilde katlanmış ve uzun bir süreyi Zhou birliğini düşünerek geçirmişti. Kuzey Yan Ordusu çevredeki kasaba ve köylerdeki kuşatmayı geri püsküttüğünde, onlara malumat vermek için gizlice şehirden kaçan birçok insan olmuştu. Habere istinaden, Tatar ordusunun üst rütbelerine suikast düzenlemek için sürekli olarak geceden yararlanan çok sayıda kanunsuz kahraman ve yurtsever vardı. Hatta halk birkaç günde bir şehir kapılarını ateşe veriyordu, her yerde uçuşan duman ve toz karmaşası sayesinde büyük bir ordu saldırıyormuş gibi yanılsama gösteriyorlardı. 


Ele geçen erzak, içerde ve dışarda dayanışma ile, bu, bir kuşatma başlatmak için mükemmel bir fırsattı.


30 Mayıs'ta çeşitli ordular birlikte marş etti; Zhao Xicheng önde, Demir Süvari ortada ve Xiang Eyaleti arkada. Tatarlar, Chang'an'ın dışına kırk bin asker gönderdi. Yeni Hanedanlığın ordusundaki askerlerin çoğu, yenildikten sonra güneye Jiangnan'a kaçan sınır güçleriydi ve en başından beri savaşma konusunda bazı endişeleri vardı; kumaştaki bu yırtık Tatarların Kalkan Generali tarafından fark edilmiş, doğrudan saldırmak için savurduğu kılıcına ve barbarca gücüne güvenmiş ve ön orduya giden bir yolu kesmeyi başarmıştı. Tatar süvarileri toplanmış ve onların düzenini dağıtmıştı. Zhao Xicheng'in korumaları birbiri ardına atlarından indirildi ve arbedede kendisi de yaralandı, askerin saflarında telaşlı bir kafa karışıklığı patlak vermişti. Kalkan daha da acımasız hale geldi, etrafında kimsenin yaklaşmaya cesaret edemediği küçük bir açık alan oluştu.


Tam bu çaresiz anda, Yan Xiaohan, yoğun bir şekilde kuşatma altındaki General Zhao'yu arayıp bulmak için Kuzey Yan Ordusu'ndan zırhı bir birlik getirdi. “Herkes yerine!” Diye bağırmıştı. “Kalkan askeri öne çıkın, diğer herkes uzun kılıç sırası oluşturun! Panik yapmayın!”


Zhao Xicheng daha nefes bile alamamıştı ki, Yan Xiaohan'ın bir at üzerinde dümdüz ilerlediğini ve at kesen bir kılıç kullandığını gördü. Yerde gürleyen bir fırtına misali, göz açıp kapayıncaya kadar durmaksızın birkaç kişiyi biçmiş ve etrafını saran taze, şiddetli, kanlı bir aurayla düşman birliklerini parçalamıştı. Tek atı önde, karşı tarafın Kalkanına doğru hücum etti.


Cenk meydanında kişinin beynine sıcak kanın vurması kolaydı. Yan Xiaohan insanları çim gibi biçebilirdi ama içerideki şeylerin çok keskin bir şekilde farkındaydı. Orta ordunun doğu kanadı, pusu kuran barbar birlikleri tarafından kısa süre önce gizlice saldırıya uğramıştı ve şu durumda Fu Shen, öndeki orduya katılmak için geçici olarak geri çekilemezdi. Eğer ön ordu geniş bir mesafeye yayılacak olursa, orta ordu her iki taraftan da kıskaçlı saldırıya uğrayacak ve bugünden sağ çıkmayı akıllarına bile getiremeyeceklerdi.


Adamı vurmak için, kişinin önce atını vurması gerekir. Bir haini yakalamak için önce kralını yakalamak gerekir. En acil mesele, önce bu tehditkar görünüşlü Tatar aptalını gebertmekti.


Yan Xiaohan, Uçan Ejder Muhafızlarından gelmişti ve bu nedenle küçük çetelere gidip insanları dövmelerini emretmişti ama askerleri yönetme konusunda fazla deneyimi yoktu. Bu yüzden, komuta etme yetkisini Zhao Xicheng'den almak yerine, kendi başına kalkan kılıçlarıyla vuruşmaya gitti. Bu alan onun uzmanlık alanıydı.


Kalkan Generali, Yan Xiaohan'dan bir baş daha uzun olan bir atın üstüne oturmuştu. Elinde büyük, sert çelik bir kılıç tutuyordu, sanki dağları yarıp denizi ikiye ayırabilecekmiş gibi, savruluşunda rüzgarı da beraberinde getiriyor insanların üzerinde acıyı ikiye ayırıyordu. Yan Xiaohan onun gücüne, karşı güç uygulayarak çarpışmayacaktı, kıvrak ve tuhaf bir şekilde hareket etti, kalbini onu sert bir şekilde ezmeye adarken kılıcı diğerinin hayati bölgelerine yaklaşıyordu.


Az önce duruma kabaca bir göz atmıştı ve bu Tatar'ın barbar kuvvetlerinin belkemiği olduğunu anlamıştı. Onu oyaladığı müddetçe, Zhao Xicheng'in tarafı yavaş yavaş mnefelenebilir?, ardından şüphesiz diğer tarafla savaşmak için yeniden bir araya gelebilirdi.


İkisi savaşa kilitlenmişti, kılıçlarının çarpışma sesi yağmur gibi yere düşüyordu. Kalkan muhtemelen daha önce bu şekilde yasak şehir* doğumlu biriyle cephede karşılaşmamıştı; o çevik, zarif kılıcın ışığıyla gözleri kamaşmış, bir anlığına eylemlerine ayak uyduramamış, ve nitekim bir açık vermekle son bulmuştu. Yan Xiaohan'ın gözleri soğukça parladı ve tereddüt etmeden silahını kaldırdı. İnce bıçak sonuç olarak zırhında tıpkı bir engerek gibi çatlak açmıştı ve sadece güçlü bir bükmeyle Generalin kolu tofu dilimler gibi yerinden ayrılacaktı…


Ki pat diye arkasından rüzgarın yırtılma sesi geldi. Gözünün kenarından bakmak için dikkatini o yöne çevirmişti ki, sırtını kesme niyetiyle dolan soğuk bir kılıç kenarı seçmişti. Kalkan’ın Yardımcı Generali, durumunun iyi olmadığını fark etmiş ve onu kurtarmak için hücum etmişti. 


İlk kılıçtaki sürat vasıtasıyla, Yan Xiaohan’ın ikinci kılıcı çoktan Kalkan’ın boynuna kadar çekilmişti. Bu kritik anda elini çekerse çabaları boşa gidecekti. Ne gözleri yana kaymış, ne de kendini korumak için dönmüştü. Adamın boynunun altında şiddetle atan damarlardan başka bir şey göremiyordu. Bu General'in kellesini alabildiği müddetçe, buna katı bir şekilde dayanmaya niyeti vardı!


Kan dışarı fırlamış, kılıcının kemiği keserken verdiği donuk hissiyat görünüşe göre parmak uçlarına birikmişti. Kocaman, öfkeli gözleri olan bir kafa atların toynaklarının altına düştü ancak sırtından gelmesini umduğu acı vaktinde gelmemişti. 


“Ne dikiliyorsun öyle boş boş? Daha önce hiç adam öldürmedin mi?!”


Yan Xiaohan sersem sersem arkasına baktı, sonra ne zaman olduğu bilinmez, Fu Shen’in arkasında peyda olduğunu, ayaklarının altında başsız bir ceset durduğunu keşfetmişti. Bir eli dizginleri tutarken, diğer eli ucundan hâlâ sıcak kan damlayan bir kılıcı tutuyordu. Miğferinin altındaki yüz yakışıklı ve soğuktu, çehresi dondurucuydu ve dikkatle inceleyen bakışları buz kıracağı gibiydi, Yan Xiaohan’ın gözlerinin içini dilip geçiyordu. 


Şahsi birliği anında onları kuşatmış, öyle yakından korumuştu ki dışarıya hava bile çıkamazdı.


Fu Shen ona haykırmak istiyor gibi bir hali vardı, lakin şimdilik bunu bir kenara bırakmayı başarmış, sadece ona soğuk bir şekilde konuşmuştu. “Düş peşime, kafana göre ortalıkta dolaşma. Bir dahakine böyle bir tesadüf olmaz.”


Az önce bir Tatar Generalini öldürmek için iki kılıç kullanmış olan Bay Yan, bir pekin köpeğinden daha iyi eğitimliydi ve birazcık bile gecikmeye cesaret edemeyerek atını ona doğru mahmuzladı. 


Fu Shen sakin bir yüzle emirler verdi ve ön orduya uzun kılıçlarını almalarını, bir duvar oluşturmalarını ve ilerlemelerini emretti. Demir Süvari zaten pusu kuran birlikleri itinayla ortadan kaldırmıştı ve Kalkan Generali vahşice öldürülmüştü. Nihai şansı kaçırınca Tatar süvarilerinin kalplerinde korkaklık büyüdü ve saldırılarının hızı yavaşladı. Xiang ordusu bu noktada arkadan geldi, ardından Kuzey Yan Ordusu ile birlikte soldan sağa bir kıskaç saldırısı yaparak savaş alanının durumunu aniden tersine çevirdi.


Savaş en az dört shichen sürmüştü. Han ordusu on binlerce Tatar'ın kafasını kesti ve sonunda süvarilerinin ana gücünü yok etti. Yenilen ordunun kalanları şehri terk etti ve kaçtı.


Köpek zamanında (akşam 7-9) Fu Shen, geri kalanları avlamak için bir filo tahsis etti ve ardından üç ordu Şehre girmek için sıraya girdi.  Vatandaşlar sevinç çığlıkları atmış ve ağlamış, hepsi askerleri ödüllendirmek için yiyecek ve içecek teklif etmişti. Chang’an artık kurtarılmıştı.


Kayıpları saymak, şehir devriyelerini ayarlamak, her türden geçmişe sahip yetkililer ve eşrafla ilgilenmek… Fu Shen tüm gece nefes alamayacak kadar meşguldü ve Yan Xiaohan da onunla birlikte bunlara katlandı. Gökyüzü oldukça parlak olduğunda, birliğini kaybetmiş askerleri takip eden Kuzey Yan askerleri şehre geri döndü ve yakalanan birkaç Tatar subayı, il teşkilatının hapishanesine kapatıldı. Tamamıyla bitap düşmüşler, meşgalelerinden dolayı ancak dinlemebilmişti herkes. Ve her biri geceyi geçirmek için yola koyuldu.


Fu Shen ve diğerleri, bir memurun pansiyonunda kaldılar, ki burası Süs Armudu'ndaki o köhne binadan kat kat daha iyiydi. Yan Xiaohan’ın nadir bir şekilde mizofobi rahatsızlığı vardı ve kanın pis kokusu gidene kadar birkaç kez banyo yaptı. Yatak odasına geri döndüğünde, ondan önce yıkanmayı bitirmiş olan Fu Shen yatak başlığına yaslanmış vaziyette çoktan uyuya kalmıştı.


Yan Xiaohan ancak o anda kendi kalbinin güm güm, bir tempo halinde verimle çarptığını fark etti. Neredeyse bir çeşit ağırbaşlı ritim gibiydi, biraz bile acelesi yoktu. Bir dakika içinde, sonunda savaş naralarının gürültüsü uzaklaştı ve çevredeki ufak tefek sesler kulaklarına ulaştı. Sanki Asura yeraltı dünyasından insan dünyasına dönmüş gibi, tüm kişiliği hayata geri dönmüştü.


Bir müddet orada dalıp gitmiş halde durmuştu, ta ki Fu Shen’in uzun, yumuşak nefes sesleri kesilene kadar. “Ne diye dikiliyorsun, cezalı falan mısın?” diye sormuştu miskince, gözleri kapalı biçimde.


“Mn?” Yan Xiaohan birden kendine gelmiş, yatağın kenarına yürümüş, adamı içine kaydırmış ve kendisi de yanında uzanmıştı. “Neden uyandın sen?”


“Bana dik dik bakarken deliriyordun ya. Nasıl uyanmayayım?” Fu Shen esnerken ağzını kapattı, sonra döndü ve onu omzundan kucaklayarak oradaki yara izine çarptı. "Bugün… hayır, dün, biraz fazla dikkatsizdin. Bu sefer seni azarlamayacağım, dersini almışsındır herhalde.”


“Sabırsızdım,” Yan Xiaohan hatasını kabul etmiş, öğüdünü dikkate almış ve adamın ince bir iç cüppe tarafından engellenen ince sırtını tutmuştu. "Ama nasıl öğrendin? Birbirimizden çok uzaktaydık.”


Ancak Fu Shen doğrudan cevap vermedi. "Eğer benim gözetimim altında bıçaklanırsan benim de yaşamama gerek kalmaz. Yorgunum, uyu artık.”


Yan Xiaohan daha fazla sormadı. Bir saniye dikkatlice düşündüğünde, yanlışlıkla General Fu'nun demir zırhının derinliklerinde gizlenmiş hassas duyguların bir noktasına çarptığını hissetti.


Çocukluğundan beri başkentteydi, bir kez bile cepheye gitmemişti, bu nedenle, düşmanın cephe hatlarına karşı koyma deneyimi temelde sıfırdı. Bir Askeri Müfettişin dışarı çıkıp savaşmasına gerek olmasa da, Fu Shen hâlâ rahat değildi ve bu nedenle, sürekli onu gözetleyebilmek ve kazara onu yaralayacak görünmeyen bir kılıçtan kaçınmak maksadıyla yanında kalması konusunda ısrar etmişti.


Harp meydanında, Zhao Xicheng'i kurtarma amacıyla, düşmana usule uygun karşılama yapmak için kafa derisini riske atmaktan başka seçeneği yoktu. Fu Shen tüm bu süre boyunca onun için endişelenerek dikkati dağılmasaydı, o kılıcı nasıl tam vaktinde engelleyebilirdi?


Nasıl bu kadar iyi olabiliyorsun? Yan Xiaohan, Fu Shen'in uyuyan yüzüne bakmış, osmanthus şekerinin tatlı tadının belli belirsiz damağında olduğunda hissetmişti. Düşünceleri kontrolden çıkmıştı. Yakında kendime hakim olma sınırını aşacağım.


Chang'an'daki tüm meseleler çözüldüğünde, Yan Xiaohan, Fu Shen'i şehirden çıkarmak için bir bahane buldu. İkili, göz alıcı canlı, çiçekli yamaçlara bakarak bir dağ yolunda ağır ağır at sürdü. Yolun yarısına gelince, gür bitkilerle kaplı, yoğun gölgeli patikanın sonunda alçak kabartmalı, beyaz mermer bir levha belirdi.


Fu Shen gözlerini kısarak oraya baktı. “'Yeşil Nilüfer Göleti' mi? Neresi burası?”


Yan Xiaohan gülümsedi ve hiçbir şey söylemedi, içeri girmesi için onu elinden çekti. Tüm sahnenin tamamen ortaya çıkması uzun sürmedi. İçeride, dağ kenarlarına inşaa edilmiş koca bir site, büyüleyici bir şekilde gelişigüzel saçılmış köşkler ve binalar vardı. Yeşil ağaçların dalları görüş alanına girip çıktı ve suyun hızla akan sesi her yerdeydi. Üstünkörü bir bakışla, bu yerin en az bin mu* alanı kapladığı söylenebilirdi. Zengin ve savurgan insanlar bu sınıfın tarzına bile sahip olamazlardı.


*Eski bir ölçü birimi.


"Bu dağa Çift Ak Tepeler denir. Üzerinde bir sürü kaplıca var.” Yan Xiaohan, Fu Shen'i dönüşlü bir koridordan geçirmiş, ana binanın arkasına dolanmış ve ardından üzerinde beyaz sis kıvrılan kaynayan bir göletin önüne çıkmışlardı. "Bu dağ villası, üvey babamın özel mülküydü ve bir turnayla batıya göçtükten sonra ilgilenmem için bana kaldı. Kaplıcalar eklemleri gevşetebilir, bu yüzden seni hep buraya götürmek istemiştim lakin hiçbir vakit özgür olamadım. Şükür ki, sonunda dileğimi yerine getirebildim. Bir bak Marki bu seni memnun eder mi?”


“İnsanları kıyaslamak kişiyi cidden öldüresiye sinirlendirebilirmiş…” Diye iç çekti Fu Shen. “Senin babana bak, bir kaplıca şatosu bırakmış sana, bir de benimkine bak, bana bir grup büyük, kaba diktatör bırakmış.”


Yan Xiaohan hafifçe gülümseyerek onu arkadan kucakladı. “Mühim değil. Şato ve ben, tamamen seniniz.”


Fu Shen kaşlarını kaldırdı. “Ne kadar güzel şeyler öyle.”


Yan Xiaohan’ın eli yaramaz bir edayla onun kemerini çözmeye başladı. Bunu duyunca Fu Shen'i yüzünden öptü, utanmadan büyük konuştu. "Geçen sefer, doğru dürüst evli olduğumuzu söylemiştin. O halde, sen ve ben doğru dürüst bir evliliğin ardından… azıcık küçük bir şeyler yapsak daha iyi olmaz mı, Marki?”




Bölümün sonu.


Oy verip yorum yapmayı unutmayın. 


Önceki | İçindekiler| Sonraki Karakter Tab.

Yorumlar